Erdoğan, demokrasi kahramanı olarak çıkabilir uyarısını okurlarıma ilk elden vermeye çalışmıştım. Geldiğimiz noktada bu gerçekleşmiş gibi görünüyor.

Toryler 'demokrasi kahramanı' Erdoğan ile çalışmaya hazır

Türkiye’deki seçim fırtınası geçtiğine ve konuşma ya da yazma yasağı kalktığına göre, artık bazı önemli tespitlerde bulunabiliriz. Seçimler, Türkiye’deki siyasi gelişmelerin Avrupa’dan bağımsız gerçekleşmediğinin ispatı niteliğinde oldu. Şimdi, herkes yanıldık söylemiyle günah çıkarıyor.

Britanya adasından ülkemize baktığımızda kafa karıştırıcı pek çok olgu vardı. Onların en başında muhalefetin ‘kesin kazanıyoruz’ söylemi geliyordu. Sahaya inenler, yoksullarla konuşanlar; herkes ama herkes mutlak zaferi muştuluyordu. İlginç bir biçimde memleketten kilometrelerce ötede yaşam mücadelesi veren bizler, bir türlü bu kesin zaferi göremiyorduk. Hatta İngiltere siyasetinin merkez oyuncuları basına çok yansıtmamaya çalışsa da favorinin Erdoğan olduğunu dillendiyorlardı. Türkiye’de kesin zaferi kimin kazanacağı ya da Torylerin favori isminden ziyade İngiltere’nin gönlünde yatan aslanın Erdoğan olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. İkinci turda İrlanda basınında çıkan haberleri başka türlü yorumlayabilmek zor.

Bir gazeteci olarak ‘kesin kazanıyoruz’ histerisinin peşine düşmeye çalıştım. Kemal Okuyan, muhaleffetteki bu rehavetin tehlikeli olduğunu ve bunun gerçekçi bir yaklaşım olmadığını söyledi. Bu durumun farkında olan ve siyasete doğrudan muhalefet cephesinden etki eden kaç kişi vardı bilmiyorum. 

Maalesef ilan edilen erken zafer, muhalif kitlenin psikolojisini alt üst etti. Kitlelerin algılarıyla oynamanın bir ata sporuna dönüştürüldüğü ülkemizde, insanların duygu ve motivasyonları öyle hızlı yer değiştirdi ki bundan korkmayan birinin insanlığını sorgulaması gerekir. Bir şeyleri uzun uzun yazmanın sırası değil. Bu enerjiyi kendimde bulabildiğimi söylemek zor. Sadece şunu hatırlatmak isterim. Erdoğan, demokrasi kahramanı olarak çıkabilir uyarısını okurlarıma ilk elden vermeye çalışmıştım. Geldiğimiz noktada bu gerçekleşmiş gibi görünüyor1. Şimdi, seçimlerin bugüne ve geleceğe etkisini özetlemeye çalışayım. Rishi Sunak neden mutlu ve Türkiye’yi ne bekliyor?

Sanılanın aksine yeni Erdoğan hükümeti ekonomide ciddi bir çöküş yaşamayabilir.

Türkiye’nin ekonomik çöküşü, Avrupa’nın korkulu rüyası; bu yüzden Türkiye yeniden demokratik bir ülke olarak kabul edilmeli ve sistem içinde yer almalı. Avrupa’nın yapabileceği en büyük iktisadi desteklerden biri bu.

İngiltere, Türkiye’nin dünyadaki paylaşım kavgasında daha aktif rol almasını istiyor. Bunun gerçekleşmesi için parlamenter sistemi vaat eden bir muhalefetin iktidarı alması en kötü senaryolardan biriydi. Evet, muhalefetin NATO eğilimli tüm olumlu mesajlarına rağmen Toryler meseleye bu pencereden bakıyordu.

Sınırsız TV’de seçim gecesi katıldığım canlı yayında Engin Solakoğlu korku ve endişelerini aktarmıştı. Bu korku ve endişelere dair ben de kendisine bir soru yönelterek yol açmaya çalışmıştım. İngiltere’nin Ukrayna sahasında odaklandığı nokta Karadeniz. Erdoğan, Montrö Boğazlar Sözleşmesini delebilecek tek güç olarak görülüyor. Cumhuriyet’in temel konvansiyonlarından biri olan bu sözleşmeyi cumhuriyeti tepelemiş bir adamdan daha iyi kim delebilir? Demek ki dünyayı yönetenler, propaganda edildiği ya da magazinleştirildikleri kadar aptal değiller. Bu aptallık hikayesi kitlelerin tüketmesi için öne sürülmüş bir üründen başka bir şey değil. Doktriner (ideolojik) olarak Erdoğan, belki her zamankinden daha işlevsel bir pozisyonda.

Demokrasinin, modern hukukun ve bildiğimiz tüm iyi şeylerin mabedi kabul ettiğimiz İngiltere, Türkiye’de Hüda-Par iktidar olsa onunla dahi uyumlu çalışır. Neden? Bugün dünyadaki tüm sömürü mekanizmasının merkezinde duruyor İngiltere. Bu yüzden insan haklarının merkezi olamaz. Hatta Torylerin küçük Roma İmparatorluğu’nu bir kenara bırakırsak Avrupa, Türkiye’deki herhangi bir demokratik gelişmeye katkı sunacak bir pozisyonda değil. Bu söylemi dillendirdiğim programda Osman Çutsay, Almanya’daki iktidarın da Hüda-Par ile uyumlu çalışabileceğini söylemişti. Bu da okuyuculara geniş bir perspektif sunabilir.

Gelelim en korku dolu senaryoya. İrlanda’da dillendirilen küresel bir ekonomik kriz senaryosu var. Türkiye’deki okurlar seçim gecesi medyamız sayesinde ‘simülasyon’ kelimesini çok sık duydular. “Akp’nin seçim simülasyonuna göre...”. Mevcut iktisadi simülasyona göre, Türkiye’nin Lübnan’a benzer bir ekonomik çöküş içerisine girmesi Avrupa’da bir domino etkisi yaratacak. Ukrayna savaşı sonrası, yaşam maliyetlerinin hızla katlanılmaz bir biçimde arttığı Avrupa’da böyle bir dalgayı karşılayacak set kalmamış olabilir. Türkiye’yi bir Meksika duvarına çevirenler, bu yükü ödedikleri parayla kapatabileceklerini sandılar. Şimdi, kendi çizdikleri senaryoda her gün korku dolu rüyalar görür oldular. Bunun gerçekleşmesi durumunda küresel bir savaşın artık kaçınılmaz olduğu ve krizi savaş dışında aşabilecek bir reçete olmadığı iddia ediliyor. Kapitalizm krizden çıkışın kadim yolunu çok iyi biliyor ve hatırlıyor. Bu noktada Türkiye’ye biçilen rol oldukça problemli. Anadolu’nun yoksul evlatları, NATO’nun ve sapık Tory başbakanlarının Roma rüyasının kurbanı olmamalılar. Bunun için elimizden geleni yapmak zorundayız.

Gelelim bardağın dolu tarafına. Türkiye, içerisine girdiği ekonomik buhrandan Avrupa’nın yardımıyla sisteme dahil edilerek çıkarılır. İyi ama Ukrayna’ya silah ve para yağdıran Avrupa’nın elinde gerçekten Türkiye ekonomisini kurtaracak para kaldı mı? İşte büyük iktisatçılarımızın en çok merak ettikleri soru bu...

Son başlıkta şunu yeniden hatırlatmakta yarar var. Türkiye, sadece Asya’dan gelen göçmen akımının etkisinde değil. Anadolu, insanlık tarihi boyunca hep bir köprü-geçiş noktası oldu. Avrupa ile anlaşan AKP maalesef ülkeyi İngilizlerin meşhur tabiriyle Hadrianus duvarı haline getirdi. Bu kritik mesele milliyetçilerin akıldan yoksun kof politikalarına terk edilmeyecek kadar önemli. Ayrıca göç sadece Asya’dan gelmeyecek. Gelecekte Türkiye, Afrika’dan daha fazla göçmen alacak.

Kapıların açılması ve insanların diledikleri ülkeye geçiş yapması zaten insani bir hak. Bunu tartışmak dahi abes. Öte yandan tüm dünyada güvencesiz ve geleceksiz bırakılan genç emekçi yığınlar hareket halinde. Buna Türkiye’deki gençler dahil. Göç çift taraflı keskin bir bıçak ve kimse bu riskli bıçağı tutmak dahi istemiyor. Bir şekilde başını sokacak evi olanların ve güvenceli işe sahip olanların asla yorum dahi yapmaması gereken bir alan. Sosyalistler burada kesinlikle hamaset dilini kullanmamalı. Türkiye’den yurt dışına ekonomik ya da politik nedenle bir biçimde gitmiş olanların durumunun yurt sevgisiyle ilişkilendirilmesi oldukça anlamsız. Bir şekilde yurt dışına çıkan ama aklı ve kalbi ülkesi için atan insanları mücadeleye dahil etmek zorundayız. Yurt içi ve yurt dışı göçmen meselesi çok uzun bir mesele, bu konunun ayrıca elimizdeki tüm iletişim araçlarıyla gazete ve televizyonlarda tartışmaya açılması gerekiyor. Aksi takdirde milliyetçilerin akıl fukarası, çözüm olmayan barbarca fikirlerini dinlemek zorunda kalmaya devam edeceğiz.

Koca bir seçimin ardından elimizde ne kaldı? Avrupa, artık salt ilerlemenin merkezi olarak kabul edilemez. Devrimciler için mücadele devam ediyor. Ülkemize dair umudumuz asla bitmedi ve bitemez. Bu umut tükendiğinde, bizim için yaşamın ışığı solmuş demektir. Bu yüzden safları sıklaştıracak, mücadeleye ve kavgaya devam edeceğiz.