6 yaşındaki çocuk davasında olduğu gibi, zaman zaman ortaya çıkan adli davalar, tarikatların akıl-almaz boyutlara ulaşmış her türlü sömürü çıkmazına girdiğini göstermektedir.

Tarikat çıkmazı

Tarikatların çoğu Anadolu kültürü dışında ortaya çıkmış oluşumlardır. Tarikatlar, önceleri var olan yaygın dini yorumlamalara karşı felsefi düşünceler üretmiş olsa da, mensuplarının gerçek dünyayla bağlantı kurmasını, bilimsel gelişmelerle inanç dışındaki düşünsel gelişmelerden etkilenip özgürleşmesini engellemiştir. Yıllar içinde de tarikatların bir bölümü, dini felsefi kuruluş niteliğinden uzaklaşıp birer çıkar örgütüne dönüşmüştür. 

Nakşibendi olan Derviş Vahdeti, II. Meşrutiyet ilanına (padişahın-halifenin bazı yetkilerini halkla paylaşmasına) karşı çıkıp 31 Mart (13 Nisan 1909) gerici kalkışmasına öncülük etmiştir. Bazı tarikatlar da Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet rejimine karşı çıkmışlardır. Bu tepkinin arkasında bir bakıma bireyin kendi iradesine sahip çıkacak olması ve halk egemenliğinin gerçekleşmesi korkusu vardır. Tarikatçılıkla halk egemenliğinin ve de çağdaşlaşmanın mümkün olamayacağının ayrımında olan Cumhuriyetin kurucu kadrosu, Cumhuriyet yurttaşını tarikat çıkmazından korumak istemiştir. 30 Kasım 1925 tarihinde de 677 sayılı ‘Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanun’ ile tarikatları, tekke, zaviye ve türbeleri kapatmıştır. Şeyhlik, dervişlik, müritlik, falcılık, büyücülük, …  yapılması ve bu unvanlarla ilgili kıyafetlerin kullanılması da yasaklanmıştır.

Ancak çok partili demokratik düzene geçerken zamanın Cumhuriyet Halk Partisi ve sonrasının iktidarları, Amerika’nın aklına uyup halkın dini duygularını okşamaya kalkışınca, kendilerini tarikat çıkmazının içinde bulmuşlardır. 1940 sonlarında bazı türbelerin açılmasına izin verilirken, Kuran kursları başlatılmış, din dersi ilkokullarda seçmeli ders yapılmış ve ilahiyat fakültesi yeniden açılmıştır. 1950’lerde imam hatipler yeniden açılmış, Said-i Nursi’nin değeri artarken Mevlevilere ‘Şeb-i Arus –Mevlana’nın ölüm gecesi’ etkinliği izni verilmiştir. 1960’ların ikinci yarısından itibaren Süleyman Demirel’in tarikatlarla dansı başlamıştır. 

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ise iktidarların tarikat çıkmazı karmaşık bir hal almıştır. Darbe yönetimi din kültürü ve ahlak bilgisi dersini zorunlu ve açıkça Nakşibendi olduğu bilinen Turgut Özal’ı da devlet bakanı yapmıştır. Eğitim ve kültür yaşamını Türk-İslam sentezi anlayışına göre düzenleyip gericileşmeye izin vermiştir. Bu uygulamalarla tarikatlaşmanın yaygınlaşmasına yol açarken, 677 sayılı yasayı 1982 Anayasası’nın 74. maddesine göre, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek sekiz yasadan biri haline getirmiştir. Ancak sonraki gelişmeler, 677 sayılı yasanın tam da tersi yönünde olmuştur. Benzer çarpıklık YÖK kanalıyla da gerçekleştirilmiştir. YÖK, 1985 yılında tüm akademisyenlere gönderdiği ‘Anarşi ve Terör’ adlı bir kitapta, ayrılıkçı terör tehlikesi yanında, Nakşibendi, Nurcu ve Süleymancıların kaynaklık ettiği tehlikelere de dikkat çekmiştir. Ancak bu kitabı akademisyenlere gönderen YÖK başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı zamanında, hangi akademisyenin hangi tarikatın ayinlerine katıldığı bilinir hale gelmiş1 ve bazı üniversitelerde rektörler ilkokul eğitimi bile olmayan şeyh, şıh ve cemaat liderlerinin ellerini öpmeye başlamışlardır2.

AKP ise iktidar olur olmaz, MİT’in ve genelkurmayın tüm uyarılarına aldırış etmeden Fetö cemaatine kol kanat germiştir. Hatta AKP lideri, 15 Temmuz 2016 Fetöcü darbe girişiminden sonrasında “Ne isteseler verdik” demiştir. AKP, Fetöden ders almadığını gösterip 15 Temmuz sonrasında tüm yandaş tarikatlara kucak açmıştır. Tarikatları memnun etmek için, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmış, eğitim bakanlığı ile YÖK, başlattıkları toplumsal cinsiyet eşitliği projelerine son vermiştir. Bugün için AKP’nin en büyük çıkmazından biri tarikatlardır. İktidar, tarikatların açtığı Kuran kurslarında yangın çıkıp çocukların ölmesini, tarikat yurdunda gençlerin intihar etmesini ya da öldürülmesini, tarikatlarda ortaya çıkan her türlü istismarları görmezden gelme, bu tür olayların üstüne gitmeme ve tarikatlara üye devşirme kurumuna dönüşen oluşumlara da göz yumma çıkmazına girmiştir.  

6 yaşındaki çocuk davasında olduğu gibi, zaman zaman ortaya çıkan adli davalar, tarikatların akıl-almaz boyutlara ulaşmış her türlü sömürü çıkmazına girdiğini göstermektedir. Tarikatların, ortaya çıkan sömürü olaylarının üstünü örtmeye çalışması ve insanlık dışı sömürüde bulunanlara sahip çıkmaya kalkışması da bir başka çıkmazdır. Tarikatçıların, devlet memuru olsalar da, zamanı geldi sanıp çekinmeden şeriat övgüsü düzmeleri ise hem tarikatların hem de toplumun çıkmazıdır.  

Bir diğer çıkmaz da, tarikat üyelerinin içine düştükleri durumdur: Emeklerinin, akıllarının ve bedenlerinin sömürülmesine razı olmalarıdır; razı olmayanların da sesini çıkarmaması/çıkaramamasıdır.

Tarikatların yurt ve eğitim işlerine el atması, umarsız duruma düşürülmüş kesimleri din-iman söylemleriyle kandırması da bir başka toplumsal çıkmazımızdır. 

Bir çıkmaz da, demokratik kitle örgütü niteliğindeki bazı kurumlarda, üyelerin tarikat üyesi gibi iradelerini kurum liderine teslim etmeleridir.

Bu bağlamda bir açmaz durum da, laik ve demokrat geçinenlerin, tarikatlaşmayla ve de piyasacı-gerici iktidar ile ülkenin İran ve Afganistan gibi bir ülkeye dönüşebileceğini görmemeleridir. 

[email protected]

  • 1. M. Ş. Güzel, YÖK “dünyası”, Ekin Belleten, Kış, 5-41, 1991, s. 30
  • 2. S. Çelik, Bilim ve bilimsel düşünce, H. Ç. Keskinok (yay. haz) Üniversite Kurultayı 15-16 Ekim 2010 ODTÜ (195-208). Ankara: BRC Matbaacılık, s.53.