Yarın, insanlık tarihinin en yüksek ölümlü yapı çökmesi ve konfeksiyon sanayiinin en büyük kayıplı endüstriyel kazasının sekizinci yıldönümü.

Tarihe dizilen çiçekler- I Savar'ın karanfilleri

Yarın, insanlık tarihinin en yüksek ölümlü yapı çökmesi ve konfeksiyon sanayiinin en büyük kayıplı endüstriyel kazasının sekizinci yıldönümü.

24 Nisan 2013’te Bangladeş’in Dakka kenti Savar mahallesinde dünyaca ünlü markalara üretim yapan konfeksiyon atölyelerini barındıran sekiz katlı bir bina binlerce emekçinin başına çöktü, tam bin yüz otuz dört işçiye mezar oldu.

Bangladeş’te dönemin iktidar partisinin gençlik kolu örgütü üyesi Sohel Rana’nın babasıyla birlikte 2006 yılında kondurduğu, sonra türlü pislikle kaçak katlar çıktığı Rana Plaza binasında, Benetton’undan, Prada’sına, Gucci’sinden Primark’ına, Mango’suna dünyanın ünlü markalarının giysileri üretiliyordu. Sekiz kata çıkmış bu derme çatma binada beş bin civarında kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı hababam, renk renk, çeşit çeşit giysi kesiyor biçiyor dikiyordu.

Hazır giyim sektöründe küresel sömürü zincirinin ilk halkalarından biri olan, emek sömürüsünün en ağrına tanıklık eden bu pespaye binada 23 Nisan 2013’te derin çatlaklar tespit edilmişti. Hatta binadaki hasar bir televizyon kanalı tarafından görüntülenip yayınlanmıştı. Bu yayın üzerine bina apar topar boşaltıldı, binlerce insan o beton yığınından güneşe çıkıp evlerine döndü.

Sonra?

Sonrasında, binanın patronu Sohel Bey, dünyanın dört bir yanına gerine gerine peşkeş çektiği ucuz emek cennetinin kapısına mühür vurduğunu nasıl açıklayacağını bilemediğinden, “ne alakası var sapasağlam bina yarın herkes işine gidecek” buyurdu. Atölye yöneticileri işe gelmeyenin bir aylık maaşını keseceklerini söyledi.

24 Nisan günü binlerce işçi, elleri mahkum, yine doluştular katlara. Önce bir sebepten, binanın elektrik bağlantısı gitti, şalter indi anlayacağınız, hemen ardından, üretimin saniye durmasına tahammülü olmayan düzenin çarkları dönsün diye en üst kattaki dizel jeneratörler işe koyuldu ve daha saat 09:00 olmadan koca Rana Plaza saniyeler içinde yerle bir oldu.

Gerisi ne yazık ki bizim de memleketten bildiğimiz acı hikaye, kum gibi dağılmış kolonların kirişlerin tozu dumanı, birbirine girmiş beton tabakalarının arasından edepsizce sarkan renk renk kumaşlar. Karmaşa, acı, canını dişine takmış tırnağıyla beton kazan kurtarma ekipleri, kan, ter, toz, gözyaşı, hep gözyaşı…

Bin yüz otuz dört can…

Rana Plaza faciası, o kadar büyük o kadar gizlenemez bir olaydı ki, hemen ardından adına “hızlı moda” sektörü dedikleri bu kirli alanı temizlemeye koyuldu tüm dünya dört bir yandan.

Binada üretim atölyesi bulunan büyük markalar karalar bağladı, tazminatlar ödendi, duyarlılık mesajları yayınlandı. Ünlü Vogue “feşın” dergisi bile sayfa sayfa makaleler yayınladı.

O yıldan beri, Rana Plaza olayı örneği kullanılarak, hazır giyim endüstrisinde güvenli çalışma protokolleri hazırlandı, “temiz giysi” kampanyaları başladı. Belgeseller, raporlar, yazılar çıktı.

Pek çok şeyler oldu olmasına da, o en gerekli tek şey olmadı.

Düzen değişmedi düzen.

Küresel tedarik dedikleri o lanet zincirde değer üstüne değer, sömürü üzerine sömürü binerek dönmeye devam ediyor bu düzen. Ne bir gram geri düşüyor patronlar sermaye biriktirme derdinden, ne bir adım geri basıyorlar rekabet hırslarında.

Hayır üstüne üstlük bütün o güvenli çalışma, insani çalışma koşulları safsatası da yalan. Gördük işte pandemi sürecinde misal, Hindistan’da sokağa dökülmüş direnen milyonlarca emekçiyi. Yaşıyoruz kendi memleketlerimizde, nasıl gözden çıkıveriyor yaşamlarımız daha ilk sırada.

Rana Plaza işçilerinin tepesine çökmeden henüz daha beş ay önce yine Dakka’da yine bir tekstil fabrikasında diri diri yanmıştı yüz on iki işçi. Rana’dan sonra da devam etti yitip gitmeye canlar. Ne kehanet, ne uydurma, ben demiyorum, kendileri itiraf ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü, ILO, söylüyor, Rana Plaza kazasının ardından da bitmedi bu sektörün kazası ölümü diyor, raporluyor.

En büyük isyanım da ne biliyor musunuz, dünyanın en ölümcül kaza sayılarında tepeye oturmuş, insan yakmış, ezmiş, zehirlemiş bu sektör, ipeğin, pamuğun işlendiği, renk renk desen desen ipliğin dokunduğu bir sanayi. Olur mu bu kadar kara ironi?

Değişmedi bu düzen, ama değişecek.

Elbet daha yüzlercesi binlercesi vardır da, ben Savar mahallesinde tarihe dizilen iki kırmızı karanfili anlatarak tamamlayayım istiyorum yazıyı.

Protibade-Protirodhe (İsyanda ve Direnişteyiz)

İlki, göğe yükselen iki el, birinde orak diğerinde çekiç. Rana Plaza’nın işçilerin üzerine çöküşünden 100 gün sonra Savar’da o lanet binanın yerine genç komünistler bir anıt diktiler, “Protibade-Protirodhe” koydular adını, İsyanda ve Direnişteyiz.

İkincisi, o bir çift elin dibine bırakılan bir fotoğraf, Rana Plazanın enkazında, birbirine kenetlenmiş iki insan. Simge oldular, dünyaya yayıldılar bu fotoğrafla. Son kucaklaşma diye adlandırdı fotoğrafı Batı, yakınları yoldaşları nasıl anar, nasıl isim takar bilinmez.

İşin acısı, fotoğrafın sahibi Bangladeşli fotoğrafçı ve feminist aktivist Taslima Akhter de bulamamış, bilememiş adlarını. Kendi yaşamını da alt üst etmiş, onları görmek, fotoğraflarını çekmek, eminim en çok kendisi istemiştir adlarını bulmayı ama olmamış bulamamış.

İşte Rana Plaza’nın enkazında gömülü insanlığın, emeğin simgesi o çiftin güzelliği ile göğe yükselen o genç ellerin kararlılığı bu düzenin değişeceğinin somutlaşmış umududur.

İsimleri belli değilmiş, biz koyalım adlarını, mesela Tahir ile Zühre diyelim.

Değil mi ki zaten Usta’nın dediği gibi “...bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Rana Plaza ile toprağa gömülen Sakar’ın tüm kırmızı karanfillerini anmak için gelin hep birlikte dinleyelim Tahir ile Zühre’nin öyküsünü Sema’nın yorumuyla:

Sema - Tahir'le Zühre Meselesi