HTŞ’nin arkasında kapı gibi emperyalizm var. Kaldı ki, bölgeden gelen haberlere bakılırsa saldırıda Fransa’nın verdiği SİHA ve İHA’lar Fransız ve Ukraynalı askeri uzmanların yardımıyla kullanılmış.

Suriye sadece Suriye mi?

Filistin’de süren soykırım, Lübnan’da ateşkes derken Suriye’de ortalık birbirine girdi ve Halep düştü. Hama düştü veya düşecek. Bu konuyu gayet yakından ve bölgeyi tanıyarak izleyen Musa Özuğurlu, Hasan Sivri, Hediye Levent ve Fehim Taştekin gibi uzmanlara kıyasla çok daha sınırlı bilgimle çok ayrıntıya girme hatasına düşmeden olup bitene dair görüş ve gözlemlerimi paylaşacağım bu yazıda.

Arka plan

ABD ve Fransa’nın girişimleriyle Lübnan ile İsrail arasında ateşkes ilan edildiği gün İsrail’in soykırımcı Başbakanı Netanyahu bir açıklama yaptı. Ateşkesin amaçlarından birinin İsrail’in azalan cephanesini takviye etmek, yıpranan cinayet kuvvetlerini (ordu diyenler de var) dinlendirmek olduğunu söyledikten sonra, Suriye Devlet Başkanı Esat’ı açıktan tehdit etti. Özetle "sırada sen varsın" dedi. Bugüne dek İsrail’e tek kurşun sıkmayan “aslanların” Halep saldırısı bundan 48 saat sonra başladı.

Akepe Genel Başkanı Erdoğan ise son bir aydır Esat’ın müzakere için yeterli esnekliği göstermediğinden yakınıyordu. Esneklikten kast ettiği Suriye’nin işgal olgusunu kabullenerek masaya oturmasıydı.  Saldırı bu içerikteki son konuşmadan birkaç gün sonra başladı.

Kim kimle savaşıyor?

Şu anda Suriye’nin kuzeyinden ortasına doğru yayılan savaşta taarruz halinde üç ana silahlı güçten söz edebiliriz. Birinci ve en belirleyici öbek HTŞ. Cihatçı terör örgütü. Benim öznel yakıştırmam değil. Sadece BM’nin değil, Türkiye’de devleti yönetenlerin hazırladıkları terör örgütü listesinde de yer alıyor. Ayrıntılara daha sonra gireceğim.

İkinci öbek Suriye Milli Ordusu (SMO) adını alan oluşum. Hangi kaynağa bakarsanız bakın bu kuruluşu incelediğinizde fonda Ankara havaları çalıyor.

Üçüncü öbek Suriye Demokratik Güçleri (SDG) etiketi taşıyor. Ağırlıkla PKK uzantısı YPG’den oluşmakla birlikte, sadece bundan ibaret değil.

Özetle elimizde üç tane kısaltma var. HTŞ, SMO, SDG. Voleybol terimi kullanacak olursak bunlar atanlar.

Karşılarındaki ana güç ise Suriye Ordusu (SO). Bunun yanında İran bağlantılı silahlı güçler mevcut. Bunları İran Devrim Muhafızları oldukları varsayımıyla İDM diye kısaltabiliriz. Rusya’nın bölgede ağırlıkla hava kuvvetleri ve hava savunma birlikleri var. Buna da RFO diyelim. Hizbullah ve Irak merkezli Kataib güçlerini (IKG) de buraya ekleyelim. Yine voleybol terminolojisiyle karşılayanların listesi de şöyle oluyor bu durumda. SO, İDM, RFO, Hizbullah ve IKG.

Kimleeeeer kimlerle beraber?

HTŞ cihatçı terör bayrağını El Kaide’den devralmış bir örgüt. İdlib yöresinin fiili hâkimi. HTŞ’nin hamileri kimler? Görünüşte hiçbir devletin desteğine sahip değil ama resmi kazıyınca arkasından başka görüntüler çıkıyor. HTŞ’nin beslediği yüz bine yakın silahlı militan kimi verilere göre dünyanın en az 39 değişik ülkesinden gelmişler. İdlib yıllardır adeta bir Cihatçı Terörist Fuarı. Bilmem kaç ülkenin standı var. Belli başlı bütün istihbarat örgütlerinin fuarda dolaşıp ihtiyaca göre eleman “kiraladıkları” bir sergi salonu. Rusya’da terör saldırısı mı yapılacak? Gidip anlaşıyorsun, patlatıp dönüyorlar ya da fiyat uygunsa patlatıp ölüyorlar. Halep’i düşüren saldırının birkaç yıl öncesine gittim. Herkese açık kaynaklardan baktım. En az son bir yıldır İsrail saldırganlığına kılıf ören ABD’li analistlerden tutun Fransız uzmanlara  kadar geniş bir yelpazede HTŞ’nin aslında çok da “şey olmadığı” yazılıp çizilmeye başlanmış. Örneğin Washington Institute’dan A.Y. Zelin 2020 yılında HTŞ liderinin 2012 yılından beri nasıl “olumlu bir değişim” gösterdiğini yazmış. Meraklısı şu linkten okuyabilir. Bu köşede daha önce de değindiğim Middle East Institute direktörü C. Lister ise saldırının başından beri yaşadığı mutluluğu gizleyemiyor. En son Culani’nin “İslam’ın hoşgörü ve bağışlayıcılığı emrettiği” temalı basın açıklamasını paylaşmış. Gelin, bir de Okyanusun bize yakın tarafına bakalım.

Fransız Dışişleri Bakanlığı bütçesinden finanse edilen France24 isimli uluslararası bir TV kanalı var. Kanal benim bilebildiğim kadarıyla Fransızca, İngilizce ve Arapça dillerinde yayın yapıyor. Kanalın Ortadoğu konularındaki “uzmanı” Wassim Nasr’ı ben de uzun süredir takip ediyorum. Her üç dildeki yayınlara da çıkıyor. Nasr anımsadığım kadarıyla zamanında, gençken cihatçı çevrelerde bulunmuş. Sonra “tövbe” etmiş. Halep saldırısından 1,5 yıl önce İdlib’i ziyaret etmiş ve Culani’yle röportaj yapmış. Saldırı başlayınca o röportajı yeniden yayınladı. Fransızca bilenler şuradan okuyabilirler. Culani’yi ve HTŞ’yi öve öve bitiremiyor. Ciddi yönetim, temiz sokaklar, Hristiyanlara iyi muamele vs.. En çok vurguladığı husus da HTŞ’nin 2016 yılından beri “küresel cihat” hedefini terk etmiş olduğu. Bu yazıyı okuduktan sonra internetten veya televizyondan France24’ün herhangi bir dildeki kanalını açarsanız Nasr’ın aynı argümanları yinelediğini rahatlıkla görebilirsiniz. 

Britanya sağcılığının medya kalelerinden birinin, The Telegraph gazetesinin Halep saldırısına ve HTŞ lideri Culani’ye  dair haberinin başlığının çevirisiyle bitirelim: “Suriye’de hızla ilerleyen ılımlı cihatçı lider birliklerine çocukları korkutmamalarını söyledi”. Cihatçıymış ama işte çok değil, ılımlıymış, yerseniz!

Ayrıntı gibi gelebilir ama bu bilgiler bir şeye işaret ediyor. HTŞ’nin arkasında kapı gibi emperyalizm var. Kaldı ki, bölgeden gelen haberlere bakılırsa saldırıda Fransa’nın verdiği SİHA ve İHA’lar Fransız ve Ukraynalı (rastlantıya bak!) askeri uzmanların yardımıyla kullanılmış. Ayrıca en azından çatışmanın ilk 96 saatlik bölümünde HTŞ’nin oldukça modern silahlar kullandığı ve cephane sıkıntısı çekmediği de anlaşılıyor. Burada bir noktaya da açıklık getirelim HTŞ kimi kaba genellemelerde söylendiği gibi Akepe Türkiyesi ile emir-komuta ilişkisi içinde değil. İki taraf işbirliği yapıyor ama bunun sebebi aynı geniş çatının altında yer almaları. Bu arada HTŞ’nin içinde Suriyeliler de var ama sonuç olarak gayet kozmopolit bir cihatçı örgütle karşı karşıyayız. Halep bir yana örgütü herhangi bir kentin “öz evlatları” olarak tanımlamak belki maraz mezhepçilik, fetih şehveti ve gaz verme dürtüleriyle açıklanabilir.

“Saldırıda dahlimiz yok” diyen Ankara’nın elindeki koza gelelim. SMO. Suriye denkleminde kendi başına varlık göstermesi mümkün olmayan bu silahlı öbeğin saldırıda yer alması Akepe’den gelen resmî açıklamaları fena halde yalanlıyor. Türkiye sermayesinin “kaçındığı”, buna karşılık emekçilerin çatır çatır ödedikleri vergilerle finanse edilen bu yapı kendi kendine harekete geçtiyse isyan etmiş demektir ki, o zaman durum daha vahim.

Üçüncü öbeğin durumu ise çok karışık. SDG, YPG veya PKK, nasıl isimlendirirseniz isimlendirin. Şu an için kazanan tarafın en az kazananı olmak ile evdeki bulgurdan vazgeçmek arasında bir çizgide duruyor. SDG’nin Suriye ordusunun boşalttığı Halep’e doğru hareketlenmesi, havalimanını ele geçirmesi ve sonra da tek kurşun atmadan çekilmesi tıpkı Ankara gibi “haberimiz yoktu” müsameresi oynayan Washington’un iradesinden bağımsız yorumlanacak bir şey değil.  SDG’nin güneye ve batıya doğru ilerleyip HTŞ ve daha da önemlisi SMO ile çatışma raddesine gelmesi emperyalizmin “aynılar aynı yere” politikası bakımından son derece sakıncalı.

Şimdi biraz da karşılayan tarafa bakalım. Suriye birliklerinin Halep’ten hızla çekilmesi, herkesin uzunca bir süredir bildiğinin yeni bir kanıtı oldu. İran ve Hizbullah’ın kara, Rusya’nın hava desteği olmadan Suriye ordusunun geniş bir coğrafyada ayakta kalabilme ihtimali yok. Kısıtlı kapasite ve kaynaklarla Şam, Humus ve çevresinin korunmasının hedeflendiği görülüyor. En azından yukarıda sözünü ettiğimiz “dış destek” devreye girene kadar.

Peki bu dış destek nerede? İran’ın Trump dönemini ve kendi iç dengelerini gözettiği, bu yüzden de tam anlamıyla angaje olmadığı izlenimi güçlü. İran’la birlikte hareket eden Kataib kuvvetlerinin ise Irak merkezi yönetiminin ihtiyatlı bir tutum alarak sınırı kapatması sebebiyle devreye giremedikleri ve bir süre daha giremeyecekleri anlaşılıyor. Hizbullah’ın geçerli bir mazereti var. İsrail’le son derece yıpratıcı bir savaş yaşadı ve önceliği Lübnan’daki konumunu korumaya veriyor. Ek olarak, İsrail’in Lübnan’dan Suriye’ye geçiş noktalarını düzenli olarak bombaladığını da akılda tutmak gerek. Geriye bir tane oyuncu kaldı. O da etkili smaçör ama oynarsa...

Rusya’nın tavrı, bu son gelişmelerin en büyük soru işareti. Tamam, Ukrayna savaşı yeni bir boyut aldı ve önümüzdeki aylarda kapsamlı gelişmelere gebe ama nasıl oldu da Putin Suriye ordusunun İdlib kapılarından Humus’a kadar gerilemesine göz yumabildi? Suriye’nin Rusya’nın Akdeniz ve Ortadoğu’daki varlığı bakımından taşıdığı önem ortada. Birinci olasılık yerel bir değerlendirme hatası olabilir. Putin’in Suriye’deki Rus askeri varlığının komuta kademesinde değişiklik yaptığı yönündeki haberler bunu doğruluyor gibi. Gel gör ki, bu açıklama pek yeterli görünmüyor. Ortada Suriye’nin boyutunu fazlasıyla aşan bir pazarlık bulunup bulunmadığını önümüzdeki günlerde görürüz. O seçenek gözden uzak tutulmamalı. Bir başka olasılık ise, hesaplanmış bir askeri tercih. Açalım. Bu son saldırıyla birlikte HTŞ askeri kapasitesinin sınırlarına gelmiş olabilir. Arazide genişleme, askeri anlamda seyrelme ile eşanlamlıdır. Anglosaksonların “over-stretching” dedikleri mesele. Şayet bir yerlerden HTŞ’ye askeri birlik takviyesi gelmez ise, bu olgu bir karşı saldırı için uygun koşullar yaratabilir. Suriye ordusu ve Rus askeri gücü, diğer unsurların da takviyesiyle cihatçı örgüte ağır bir darbe vurabilirler. Yalnız bu olasılık bağlamında ciddi bir risk de var. İsrail şu an için elde ettiği büyük avantajı kaybetmek, Suriye’deki yönetimi devirme fırsatını kaçırmak istemeyebilir. Nitekim İsrail kaynakları zaten işgal altındaki Golan tepelerini “emniyete almak için” Suriye içlerine bir kara harekâtı gerçekleştirmekten bahsetmeye başladılar bile.

Sonuç niyetine:

Atan ve karşılayan diye voleybol terimleri kullandık ya, oradan devam edelim. Atan takımın genişletilmiş kadrosu belli. Yukarıda sıraladığımız örgütlerin yanında İsrail, ABD, Fransa, İngiltere ve Akepe Türkiyesi. Karşılayan takımda ise Suriye, Rusya, İran, Lübnan Hizbullahı, Irak Kataib milisleri, hatta sömürgeci İsrail’e sığınağa girip çıkma talimi yaptırmaya devam eden Yemenli Husiler.

Türkiye de dahil halklar ise bu maçın seyircisi, yer yer taraftarı olma konumundalar. Seyirciliğin kaçınılmaz sonucudur taraftarlık. Oysa asıl ihtiyacımız o seyircinin taraftar değil taraf olması ve sahaya inip bu kanlı maçı oynanamaz hale getirmesidir. 

Bunun için halkların kanını ucuz cephaneye dönüştüren emperyalist savaşlara karşı ses yükseltmenin, kirli hesaplara karşı barış için örgütlenmenin tam sırasıdır. Berkay Önoğlu’nun geçen günkü yazısında söylediği gibi bir fanusta saklanıp, etrafımızda bir ateş çemberi yaşanmıyormuş gibi yapmak kanlı ve kaçınılmaz sonucu değiştirmeyecektir.
Haydi, kendiniz ve çocuklarınızın geleceği için yararlı bir şey yapın ve vakit çok geç olmadan şu bağlantıya ve oradaki çağrı metnine bir göz atın.