Mücadelenin kendisi uluslararasıdır. Bundan sonra da öyle olacak. Bölgemiz için elimizden gelenle ülkemiz için yapılması gereken arasında güçlü bir bağ var.
Komşu ülkenin 13 yıl süren bir savaşın sonunda yıkıldığı söyleniyor; doğrudur. Sürecin ilk çatışmalı evresi olan 2011-2015, Rusya’nın Eylül sonlarında doğrudan müdahalesiyle tamamlanmıştı. Sonra kuşkusuz ara ara kan dökülen ama savaş da diyemeyeceğimiz evreye girdik. İkinci çatışma evresini 2023’te İsrail’in giriştiği huruç harekâtıyla başlatmalıyız. Gazze’ye saldırıyı, sadece Batı Şeria’nın değil bir dizi Arap ülkesinin izlememesi sürpriz olurdu. Bu dizinin de kritik halkası kuşkusuz Suriye’ydi. Bugüne gelirsek, HTŞ’nin Baas’ı sadece birkaç gün içinde yenilgiye uğrattığı doğru değildir.
Beşar Esad’ın Moskova’ya gitmesine neden olan operasyonun failleri, ülkeye el koyan, emperyalist pazarlama ürünü güruhla sınırlanamaz. Fail İsrail’dir, ABD’dir, İngiltere’dir, gerici Arap rejimleridir, AKP Türkiye’sidir…
Ve sadece onlarla da bitmiyor! İran ve Rusya’nın yürüttüğü pazarlığın bir “satış” iması içermesini kast etmiyorum. İşin o kısmı Kemal’in (Okuyan) açıkça anlattığı gibi: Emperyalist karakterli büyük güç pazarlıklarında kardeşliğe yer yoktur ki, ihanet veya satış olsun!
Suriye’nin çöküşü birkaç cümlede söylediğimizin ötesinde bir tarih ve toplum yasasını kanıtladı: Dünya kapitalizmine boyun eğmeyen, bağımsız ve laik bir ülkenin, sınıfsal egemenliğini burjuvaziye teslim ederek yola devam etmesi im-kân-sız-dır. Burjuva egemenliği bağımsızlığın da laikliğin de altını oyar. Halkçılık ve kamuculuk ile burjuvazi arasındaki çelişki uzlaşmaz. Bu sorunu dondurabileceğini, sürekli bastırabileceğini varsayan bir siyasi iktidar, ne kadar hüküm sürdüğünden bağımsız olarak, bilinmelidir ki, hep bir geri sayım yaşamaktadır.
Suriye’nin gerçek haini sermaye sınıfıdır!
* * *
2015’de Rusya sahaya indiğinde, Putin, kimilerince, direnen Suriye halkının kurtarıcısı ilan edildi. Putin Batı emperyalizminin ve cihatçı gericiliğin daha ileri gitmesine izin vermemişti… Rusya’nın askeri müdahalesi Suriye’nin meşru iktidarının çağrısıyla gerçekleşti. Suriye halkı büyük bir direniş göstermiş olsa da, karşısındaki yığınak son derece eşitsizdi. Üstelik Suriye ağır bir ambargo altındaydı. Rusya pratikte, evet, kurtarıcı olarak sahne aldı.
Ama bu kadar basit değil. Rusya saldırgan değil, dayanışmacı pozisyondaydı; ama bu, politikasının belirleyici güdüsünün Batı emperyalizmiyle arasındaki çıkar çatışması olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyordu. Ortadoğu’daki en önemli dayanağını kaybetmeye razı olması beklenemezdi Rusya’dan. 2015’e kadar geçen süre Suriye’nin ne bağımsızlığının, ne laikliğinin Moskova’da umursanmadığını göstermez mi?
Rusya dengeleri kolladı durdu. Türkiye ile, Arap devletleriyle, İsrail ile, çekişme içinde olduğu Batı ile ve hatta Suriye’ye kan kusturan cihatçı hareketlerle… Bir kapitalist devletin dayanışmasının sınırı bu kadardır.
Rusya, Suriye’ye ve bölge halklarına zaman kazandırıyordu olsa olsa. Bu zamanın laik ve antiemperyalist bir halk hareketinin ayağa kalkması için kullanılması gerekiyordu. Bu, Rusya’nın umurunda olmazdı. Belli ki, Suriye Baas’ının ve onun içinde ayrıksı bir konum geliştirebildiğini düşündüğüm Beşar Esad’ın da gündemine girmedi. Asıl süreci zorlaması gereken Ortadoğu solu 2015-2023 arasında, bu misyonun altından kalkamayacak kadar gerilemişti. Bu güçsüzlüğümüzle zamanı kullanamadık.
Bir parantez “Beşar Esad’ın ayrıksılığı” için: 21.yüzyılın ilk on yılında ülkesinin Batı katarına bir vagon olarak eklenmesine oynayan Esad, kanlı cihat patladığında halkın direnişinin parçası, simgesi oldu. Adının anıldığı sloganın kitleleri dalga dalga sarmasına tanıklık ettik. Özelleştirmeci Esad gitti, halkın “canımızla, kanımızla seninleyiz” dediği Esad geldi! O kadar ki, Dünya Barış Konseyi ve Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu heyeti 2018’de, ülkenin önemli bölümü kurtarıldığı ve savaş durulduğu sıra ikinci kez Suriye’ye gittiğinde, halk direnişinin liderliğini üstlenen devlet başkanına “Başkan yoldaş” diye hitap etmek hiç de yanlış olmamıştı…
Ama bir burjuva siyasetçisi vatana sahip çıkmak istiyorsa sınıfına ihanet etmelidir. Esad 2015-2024 evresinde buna güç, cesaret veya niyet, belki üçünü birden, bulamadı…
* * *
“Bizse” solun ve halkın güçsüzlüğünün verili olduğu bir tabloda elimizden geleni yaptık... Bu yazının devamını, övünecek bir sonuç çıkmayan işlerimizi övmek için değil, not düşülsün diye yazıyorum.
Dünya Barış Konseyi Asamblesi 2012’nin Temmuz’unda Nepal’in başkenti Katmandu’da toplandığında Suriye hakkında “rivayet muhtelifti.” Batı Avrupalı kimi liberal veya sol-liberal delegelerin “Baas diktatörlüğünden” söz etmelerine dayanamıyorduk. Baas’ın sınıfsal eleştirisi başka bir şeydi, emperyalizmin dümen suyuna girip şeytan taşlamak başka. Neyse ki, bunlara kürsüyü bırakmayacak güçteydik.
Geçenlerde İstanbul’da Uluslararası Filistin’le Dayanışma Gününde Filistinli ressamların eserlerinin dijital kopyalarından oluşan bir sergi açıldı; haftaya da Ankara’da açılacak. Sergi açılışına çevrim içi olarak katılan Filistin temsilcisi Akel Takaz Katmandu’da da liberal söyleme dayanamayanlardan biriydi. Bölgeden oldukları için sayacağım, Kıbrıs, Yunanistan, İsrail ve Arap ülkelerinden gelen temsilcilerle Suriye’de yaşananın emperyalist-cihatçı bir operasyon olduğu konusunda aklımız açık ve ortaktı. Suriye’den de Baasçıların yönetimindeki Ulusal Öğrenci Birliği temsilcileri vardı. Bizi onlarla antiemperyalizm ve laiklik birleştiriyordu.
DBK ve DDGF ortak heyetinin Suriye’ye bir ziyarette bulunmasının ilk fikir egzersizleri de o günlerde yapılmış olmalı. Nitekim Ekim ayı sonunda Suriye Barışseverler Hareketi Ulusal Konseyi ile Ulusal Öğrenci Birliği’nin davetlisi olarak Şam’a gidilmesi, o zorlu günlerdeki ilk somut uluslararası dayanışma eylemi olsa gerek.
Açık olalım, DBK ve DDGF uluslararası komünist hareketin tarihsel cephe örgütleridir; dolayısıyla dayanışma gösteren inisiyatifin kimlere ait olduğu da bellidir.
Ama Türkiye, Suriye’ye yönelik bu kirli operasyonun komuta merkezi gibi görünüyordu. Daha fazlası yapılmalıydı. AKP politikaları bizi komşu halka borçlandırmakla kalmıyordu. Mücadele somut olarak ülkelerin ötesine taşmak durumundaydı. Türkiye’de verilecek mücadelenin bir parçası Suriye halkının direnişine el uzatmaktı.
Barış Derneği, Dünya Barış Konseyi’ni iki kez Türkiye’ye getirdi. İlki 2012’nin Kasım ayıydı. Konferansın ardından o ana kadar Antakya’da düzenlenen en kitlesel savaş karşıtı eylem kapalı spor salonunda gerçekleşti.
2013 Nisan ayındaki ikinci uluslararası buluşma İstanbul’da konferansla başladı ve Antakya’da benzersiz bir mitingle noktalandı.
Bir de belge var o günlerden kalan. Suriye’ye yapılan siyasal operasyonun bir boyutunun adı savaş suçudur. O suçlar Türkiye’nin bir dizi hukukçusu ve araştırmacısı tarafından kaydedilmiş, listelenmiş, şurada da yayınlanmıştır.
* * *
Meselemiz bunları anılar ve kayıtlar olmaktan çıkarmaktır.
Siyasette uluslararası boyut, romantik bir enternasyonalizm veya estetik bir aksesuar değildir. AKP’nin Türkiye’yi içine soktuğu Suriye savaşına karşı duruş, bu anlamda somut bir barış mücadelesi 2013 Haziran Direnişinin dinamiklerinden biri olmuştur. Türkiye halkı başka şeylerin yanı sıra barış için de kavga verdi.
Mücadelenin kendisi uluslararasıdır. Bundan sonra da öyle olacak. Bölgemiz için elimizden gelenle ülkemiz için yapılması gereken arasında güçlü bir bağ var.