Düzen içi yanılsamalara kanmamak, izin vermemek, teslim olmamak, bir daha asla yıkılmayacak olan sosyalist cumhuriyeti kurmak…
Hemen her gün insanlığın hak etmediği olağandışı durumlarla karşı karşıya bırakılıyor toplum.
Anayasaya göre tüm süreçleri yargı yönetimi ve denetiminde, son aşamada Yüksek Seçim Kurulunda olan seçimlerle, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine merkezi yönetim tarafından (ilgili maddelerde olmayan, ortaya karışık “kayyım” ya da kayyum” sözcükleriyle abartılı bir güç tanımlaması kullanılarak) görevlendirme yapılması ve bu işlemlerin hukuksuz olduğunu söyleyerek protesto edenlerin polisiye yollarla engellenmesi yaşadığımız olağandışı durumlardan biri.
Konunun hukuksal dayanağı olduğu ileri sürülen düzenlemenin Anayasaya, uygulamasının da hukuka uygun bulunmadığı hukukçular, Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, akademisyenler, siyasiler tarafından anlatılıyor.
Siyasi iktidarın yaptıklarını hukukun değil de tasarlanmış bir hukuk kılıfının içinde sunmaya çabalamasıyla karşı karşıyayız. Bir gerçek daha var, muhalefetin de zamanında bu kılıfı yırtıp atma girişiminde bulunmaması ya da atamaması.
Hukuk satırları ve tekniği ötesinde, daha geniş ve bütünsel bakılması gereken bir durumun olduğu yadsınamaz.
Birkaç anımsatmayla ilerlersek;
- Belediye başkanı, başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması, tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması; başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde merkezi yönetimce belediye başkanı, başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilmesi 2016 yılında ilan edilen OHAL’in konusu. OHAL’in gerekli kıldığı konularla sınırlı olması gereken, 2016 OHAL KHK’siyle (KHK:674) getirilen bir madde. Bu durumuyla OHAL süresi dışına taşınmaması gereken bir düzenleme. Anayasal denetimi bulunmayan bu düzenlemenin OHAL süresi bitince kendiliğinden düşmesi gerekiyordu.
- AKP bu düzenlemeyi, diğer OHAL KHK’lerinde yaptığı gibi aynı yıl yasalaştırma girişiminde bulundu, aynen yasalaştı (Kanun:6758). Böylece, muhalefetin her zaman yaptığı “parmak sayısı sığınması” sonucu, OHAL düzenlemesi OHAL dışına taşınarak süreklileştirildi. OHAL’siz OHAL dönemi devam ediyor.
- Muhalefet, AKP ve ittifakının parmak sayısına yenildi ama kendilerini mağdur eden konumuzla ilgili düzenlemeyi -aynı kanunun kimi hükümleri hakkında iptal davası açtığı halde- Anayasaya aykırılık savıyla Anayasa Mahkemesine götürmedi. Birçok yasa maddesini AYM’ye taşıyan muhalefetin “götürsek de iptal edilmezdi” basitliği içinde siyaset yapacağı düşünülemeyeceğine göre, bu suskunluğun nedeni “terör çekincesi midir, Yenikapı ortaklığı mıdır, nedir” bilmiyoruz. Ama keser dönüp dönüp vuruyor. Anımsatalım, başkanlı rejimi getiren 2017 Anayasa değişikliği de AYM’ye götürülmemişti.
- Bugün görevlendirme yapılan dört belediye başkanı YSK denetiminden geçerek aday olup seçmenler tarafından seçildi. Basına yansıyan gerekçe ve haberlerden görüyoruz ki bu belediye başkanlarının terörle ilişki iddiaları Mart seçimlerinden öncesine de dayandırılıyor. YSK’nin hukuka uygun davranması gerektiği esas olduğuna göre -aksi durum denetim görevini uygun yapmayan YSK’yi de organize bir iş iddiasında devreye sokmayı düşündürür- yasadaki “suç sebebi” boşa düşmüş ama birilerince yaratılmış oluyor.
- Anayasadaki idari vesayet konumuzda devrede değil, onun anlamı ve amacı başka. Uzaklaştırmanın “geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar” yapılması, Anayasaya uygun olarak belediye meclisi içinden bir başkan seçilmesi gerektiğine göre “görevlendirme” adı altında yapılanın da geçici olması esas. Oysa geçmiş uygulamalardan bunun geçici olmadığını biliyoruz. Geçici yerine, gelecek yerel seçimlere kadar sürekli görevlendirmeyle merkezi yönetim, yerel yönetimin yerine geçmiş oluyor.
- Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. “Geçici” maskesi altındaki uzaklaştırmada masumiyet karinesi çok yönlü ihlal ediliyor.
“Demokratik hukuk devleti”, “demokratik toplum düzeni” diye tanımlanan anayasal düzeni seçime ve sandığa sıkıştıranlar bırakın burjuva demokrasisinin gereklerini ve siyasi faaliyet hakkını, seçme ve seçilme hakkını bile tanımayacak bir otoriter fiili durum içindeler.
Siyasal iktidar, Anayasanın ve hukukun ilkelerine dayanmadan, yalnızca belli bir andaki Meclisin geçici olan çoğunluğunun sağladığı geçici güce dayanarak çıkardığı yasalara dayandığını iddia ederek ama bu yasaları da ihlal ederek, kendi otoriter siyasetini dayatma, egemen kılma peşinde. TKP’nin de vurguladığı gibi “AKP ülkeyi adeta bir karşı-devrim iktidarı, bir işgal gücü gibi” yönetmek istemekte”.
Bu yönetim biçiminin Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanlığı adaylığı, İmamoğlu’nun adaylığının önlenmesi, yeni anayasa tasarımı ve bunlar gibi sınırlı başlıklarla anlatılmasının değerlendirmeye katkıda bulunmadığı söylenemez. Ancak bir yandan da ekonomik, siyasal, baskı ve şiddet dolu hukuksuz yönetim, çürüme, bağımlılık, gericilik, sömürü gibi asıl sorunlar yumağının kimi alt başlıklara sıkıştırılmaması gerekiyor.
TÜSİAD “kayyım” ve “etki ajanlığı” açıklamasında, hukuk güvenliği, öngörülebilirlik, demokrasi ve güven ortamının iyileştirilmesi, özgürlükleri daraltan düzenleme ve uygulamalardan kaçınılması derken her zaman yaptığı gibi sermaye sınıfının egemenliğinin güvenlik ve istikrarından, kapitalist düzenin hizasından söz ediyor. Siyasal iktidarla sermaye sınıfı arasında uyuşmazlık varmış gibi bir alt başlığa sığınarak temel sorunun yumuşatılmasına da izin verilemez. Sürekli OHAL’in sömürücü düzenin istikrar ve güvenliğine zarar vermemesi anımsatmasıdır TÜSİAD’nin yaptığı. Belediyelerde yönetim değişikliğinin rant ve kâr kapısını kapatmaması, sermayenin emekçiler üzerindeki denetiminin istikrarı da bu anımsatmaya dahildir.
OHAL’i sürekli kılan yasaların yürürlükten kaldırılması yasama organına; tutukluluğa, görevden almaya ve görevlendirmeye itirazı çözmek de yargı organına düşen görevler. Süresi içinde iptal davası yoluyla anayasal denetime götürülmeyen yasaların Anayasaya aykırılıklarının mahkemeler yoluyla her zaman ileri sürülmesi olanaklı. Düzen içinde yol ve yöntemler mevcut ama devlette ve hukukta sınıfsallık da gerçek.
Çürüyen piyasacı ve gerici düzen içinde yaşamaya, kabulcülüğe, bağımlılığa ve sömürülmeye zorluyorlar. Düzen içi yanılsamalara kanmamak, izin vermemek, teslim olmamak, bir daha asla yıkılmayacak olan sosyalist cumhuriyeti kurmak… Çözüm burada. Bugün 7 Kasım ve 1917 Büyük Ekim Devrimi çözüme ışık tutuyor.