'Türkiye’de komünist, sosyalist, devrimci bir sol atılım yoksul emekçi halkın öfkesiyle buluşacak. Bizim inşa edeceğimiz olasılık budur.'

Sürdürülemez olan

Bir kere AKP iktidarının çizgisinin ne olduğu konusunda anlaşalım. 

AKP’nin yönetim sorunları inişli çıkışlı, zaman zaman hafifleyen, kimi konjonktürlerde dayanılmaz hale gelen dozlarda uzun bir geçmişe uzanıyor. Ancak son birkaç aylık ekonomik kriz karşısında benimsenen yolu bir “yönetim krizi” olarak görmek çok zor. Karşımızda bir tercih var. 

AKP önleyemediği ekonomik krizi sermaye sınıfı için bir fırsata çevirdi. Döviz kurlarındaki dengesizlik, bile isteye, görülmemiş bir servet aktarımının mekanizmasına dönüştürüldü. Zenginler kur artarken de düşerken de kazandılar. Doğrudan hükümetin yönlendirmesi ve önderliği altında bir yağma yürütüldü. Bu bir beceriksizlik, acizlik değil tercihti. 

Asgari ücrete, kamu emekçisi ve emekli ücretlerine yapılan zamlara getirilen demagojik açıklamaların geniş kitleler üstünde ikna edici olduğunu da görmüyoruz. İnsanlar ceplerine giren ve çıkanı algılıyorlar ve aleni bir soyguna tabi tutulduklarını da anlıyorlar. Bu da, halk kitlelerinin durumuna kısmi ve aldatıcı, geçici çözümler getirmeye çalışıp da kriz nedeniyle bunu beceremeyen bir hükümet resmi sunmuyor bize. Yağma tercihinin diğer ayağını da bu oluşturuyor. 

Özetle AKP zenginlere dönmüş, kendisinden daha iyisini asla bulamayacaklarını örneklerle gösteriyor. Halka ise sırtını dönüyor. 

Şöyle veya böyle seçim atmosferine girmiş, siyasi iktidarın yakın gelecekte nasıl şekilleneceğinin gündem haline geldiği bir dönemde bu tercihin çılgınca bir intihar olduğunu düşünebilirsiniz. Bu değerlendirme temel bir koşuldan yoksundur. Halk kitlelerinin siyasette anlamlı bir etkiye sahip olmadığını varsayan bir hükümet hiç de intihar eğilimine kapılmış olmaz. AKP yoksulların öfkesinin siyasette esamesinin okunmadığını varsaymakta, egemenlerin tercihinin belirleyici olduğuna inanmaktadır. Tartışılması ve üstünde mücadele verilmesi gereken varsayım budur.

Türkiye’de 2022-2023 yıllarında siyasette kitlelerin anlamlı bir etkisi olmazsa, burjuvazinin çeşitli kesimleri kriz ortamında AKP’den daha iyisini bulamayacaklarına ikna olurlarsa bugünkü iktidar yapısı korunabilir. Tez budur. 

Yeri gelmişken, AKP burjuvazinin desteğini konsolide ederse emperyalist güçler de iktidara yeni kredi açabilirler. Açıkçası emperyalizm bu tür koşullarda içerdeki zenginlere göre daha cömert davranacaktır. Eninde sonunda Türkiye gözden çıkarılabilir bir ülke olmadığı gibi, emperyalist sistemde bir kapı kapanırsa diğeri açılabilmektedir ve AKP bunu bir biçimde yönetmeyi bugüne kadar becermiştir. Bugün dış politikada bir iflas görüntüsü baskın olsa da, iktidarın bir uluslararası projesinin kalmadığını, aslolanın tutunmak olduğunu hesaba katarsak, neden olmasın?

Karşı tez ise yok sayılan kitlelerin etkisinin doğrudan veya dolaylı olarak siyasal iktidarın biçimlenmesinde rol oynayacağıdır. AKP’nin zemin kaybetmesi ve çökmesi bu tezi doğrulayacaktır. “Dolaylı etki” dediğim olgu, kitlelerin AKP’yi yalnız bırakmasıyla düzen içi muhalefetin yükselmesi olarak kendini gösterebilir. 

Bana sorarsanız, Erdoğan tezi gerçeklikle büyük ölçüde bağını koparmış bulunuyor. Teorik olarak “neden olmasın” sorusu AKP’nin başarısına sıfır olasılık verilmemesi gerektiği anlamına geliyor. Ama ağırlıklı yönelim tersi yönde. Biriken toplumsal öfke uzun yıllar AKP pastasından pay alma umuduyla bu partinin tabanında duran kesimleri de kapsar hale geliyor. Yukarıda özetlediğim “tercih” bu süreci yönetemez, bu çizgi sürdürülemez. 

Tercihi değiştirmek ve popülist hamleleri yoksullara yeniden sus payı dağıtarak somutlamak mümkündür. Ancak bu durumda burjuvazinin ufku da anında AKP’den “daha iyisini” bulma olasılığına açılır.

Sürdürülemeyecek olan diğer çizgi ise düzen muhalefetininki. 

Sokak tartışması simgesel değere sahip. Düzen muhalefetinin kitabına geçen aylarda sokağı sokan düzen dışı sol, sosyalist ve komünist hareket oldu. İktidar yoksulların öfkesini iplemiyor; muhalefetse bu öfkeyi soğuracak mekanizmalar geliştirmekten ısrarla uzak duruyor. Belli ki, düzen muhalefetinin arkasına almak istediği dinamik emekçi halkın tepkisi değil. Düzen muhalefeti zengine daha da zenginleşme imkânı sunan AKP’nin yönetim acizliğine yatırım yapıyor. Bekliyorlar ki, ekonomik krizin sermaye için bir fırsata dönüştürülmesi mümkün olmaktan çıksın ve burjuvazi yeni siyasal arayışlarda karar kılsın. Bekliyorlar ki, emperyalist dengeler bu arayışlarla buluşsun ve AKP’nin ipi çekilsin... 

AKP’nin ipi demişken, bu muhalefet çizgisinin Babacan ve Davutoğlu referanslı olduğunu bir kenara yazalım. Babacan sermaye sınıfının neo-liberal, piyasacı, özelleştirme yağmacısı arzularının cisimleşmiş temsilcisidir. Davutoğlu ise artık ülke sınırlarının dışına taşmak isteyen, mevcut birikimi itibariyle de taşmaya mecbur olan, siyasi iktidarın buna önderlik etmesini talep eden sermayenin yayılmacı arzularının temsilcisiydi. AKP rejimi Erdoğan tarafından kurulmuş olabilir. Ama bu iki eğilim, onu var eden iki ayaktır. Düzen muhalefeti hem sermayeye yaslanıp hem AKP rejiminin piyasacı ve yayılmacı ayaklarını reddedemez. Reddetmiyorlar, içeriyorlar.

Sokaksa sola çeker. Türkiye’nin toplumsal, ideolojik birikimi “renkli devrim” saptırmasına değil kitlelerin soldan basınç kurmasına elverişlidir. Düzen muhalefeti sokağı, yani solu, yani halkın dinamizmini arkasına almaya değil bunu yok saymayı tercih ediyor. Bu da bir tercihtir. Muhalefet de hükümetle benzer bir varsayıma demir atmış görünüyor. Ülkenin yakın siyasi geleceğinde emekçi halkın bir rolünün olmayacağı, sermayenin ve emperyalizmin belirleyici olacağı varsayılmaktadır.

Bana sorarsanız, Kılıçdaroğlu’nun adıyla anabileceğimiz bu tez de gerçeklikten kopmuş durumda. Zenginler bahsinde, CHP’nin “aranızdan birkaçını, örneğin ‘beşli çeteyi’ feda edelim” önermesi bile AKP şımarığı burjuvaziyi tedirgin etmektedir. Yoksullar cephesinde ise, CHP’li belediyelerin sosyal devlet örnekleri bu gidişatta bir yamadan ibaret kalır. 

Bir kez daha “neden olmasın” denebilir mi, peki? Türkiye emekçilerinin şimdi de büyük şehir belediyelerinin sadakasına fit olması, siyasete bulaşmayıp hallerine şükretmeleri sağlanabilir mi gerçekten?

Bu bir soru değil, kavgadır. Solun bağımsız, düzen dışı çıkışı gerçekleştirilemezse karanlık bir yanıt ortaya çıkabilir. Teorik bir olasılık olarak bu var. 

Ama pratikte bu olasılığa yer yok. Türkiye’de komünist, sosyalist, devrimci bir sol atılım yoksul emekçi halkın öfkesiyle buluşacak. Bizim inşa edeceğimiz olasılık budur. TKP’nin Olağanüstü Konferansı yarın tamamlanacak ve bu olasılık katlanacak.