O talan projelerini çizenler, o acımasızlığın son kullanıcıları, çocuklarının, yakınlarının, bu halkın ve mezarını kazdıkları dünya gezegeninin ayrı ayrı kurduğu mahkemelerden beraat edebilecekler mi?

Suç ve ceza

Türkiye’de arazi yağmasının, inşaat vandallığının Akepe iktidarıyla başladığını kimse iddia edemez. Herkes bilir ki, inşaat sektörü denilen şey sermaye sınıfının ve onun siyasi temsilcilerinin “kalkınma” için seçtiği kestirme yollardan biridir. Siyaset inşaatı finanse eder inşaat da siyaseti. Yuvarlanıp giderler birlikte. Barınma gibi temel bir gereksinimin bir yatırım ve spekülasyon aracı haline getirilmesini aklımız ve vicdanımız kabullenmemeli ama alıştırıldık bir şekilde.

Son yıllarda “kentsel dönüşüm” diye çok da havalı bir kavram girdi hayatımıza. Eskiden gecekonduların, ruhsatsız yapıların bulundukları yere rant uğruna gönderilen iş makinaları ve kolluk kuvvetleri içimizi acıtır, isyan duygumuzu keskinleştirirdi. Kapitalist düzeni bu doyurmamış olmalı ki şimdi artık tapulu, ruhsatlı, iskanlı konutlar da sermayenin saldırısı altında. Parklar, bahçeler, üç-beş ağacın bulunduğu bir yeşil alanlar da aynı saldırıdan nasiplerini alıyorlar. Aklımda kalan son örnek Sancaktepe. Akepeli belediye, saydam mı saydam bir ihale, iş makineleri, sermayenin kolluğu ve direnen yurttaşlara rağmen ortadan kaldırılan yeşil alan. Boyutlar büyüyor, küçülüyor ama nitelik hep aynı: Yağma ve talan. 

Aylardır yazılıp çiziliyor Marmaris’te olup bitenler. Kızılbük’teki inşaattan söz ediyorum. Milli Park alanı içinde yapılan bir GYO projesi. GYO ne demek? Açılımı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı. Pek janjanlı isim. GYO’nun amacına dair tanımı Sermaye Piyasası Kurulu’nun internet sitesinden alıyorum: “Gayrimenkul yatırım ortaklığının amacı, getiri potansiyeli yüksek gayrimenkullere ve gayrimenkul projelerine yatırım yapmak, portföyündeki gayrimenkullerden kira geliri ve gayrimenkul alım satım kazancı elde etmektir.”

Güzel, demek ki, bu gözleri kâr hırsıyla parlayan afili kısaltmanın gerçek niyeti ortaya koymak gibi bir erdemi de var. GYO bize özetle şunu söylüyor: “Biz bu Milli Park alanını garip gureba ev sahibi olsun ya da birkaç hafta deniz tatili yapıp dinlensin diye işgal etmedik. Düzen hukukuna göre bile yasadışı olan bu eylemi gerçekleştirmemize göz yumacak ve destek verecek karar alıcılara milyon dolarları boşuna saymadık. İnşaatı yapacağız, satacağız, kiralayacağız, kârımıza kâr katacağız”.

Marmaris’te bir avuç insan direndi bu tahribat projesine. Bu yüzden düzenin kolluğunun takibatına ve tacizine uğradılar. Üstelik aynı düzenin yargısı inşaatın durdurulmasına karar vermişken. Görünüşte CHP’li Belediye de pek karşı inşaata ama gel gör ki bir dizi “yanlışlık” sonucu engel olamıyor ilerlemesine. Ortada birçok “yanlışlık” olduğu doğru. Bunların en önemlisi de sermayenin, amblemleri değişik olsa da zihniyetleri fena halde benzeşen, partilerinden medet ummak kesinlikle.  

Yok, bu yazının amacı değil, işin içinde rant ve kâr olunca CHP de Akepe de aynı demek. Aynılar ama bunu zaten biliyoruz. Benim kafamı kurcalayan başka bir konu. Marmaris bir örnekti. Önceki gün Bodrum’da başka bir “proje” düştü önümüze. Proje de sözün gelişi aslında. Çoktan betonla somutlaştırılmış bir “yazlık site” inşaatı. Akepe’den önce de var olan büyük bir inşaat şirketinin imzasını taşıyor. Hani “laik sermaye” filan diyoruz ya, onlardan. Giderek çölleşen ve bir beton denizine dönüşen Bodrum’a anlamlı bir katkı yapmış şirket. Bunu yaparken de çok iddialı, pahalı ve kamudan da iş aldığı anlaşılan bir mimarlık ofisiyle çalışmış. Yazlık sitenin tanıtım broşüründe “invaziv olmayan mimariye örnek teşkil edecek” benzeri bir  ifade var. Ne ola ki?

Herkes doktor veya sağlık çalışanı değil, yabancı dil de bilmeyebilir. Ben o sözcüğü gördüğümde aklıma ilk istilâ kavramı geliyor. Kimi Batı dillerinde “invasion”ın karşılığı bu çünkü. Bir bağlantısı olsa gerek diye düşünüyorum. Burada hangi anlamda kullanıldığını çözebilmek için en iyisi sözlüğe bakmak. Buna göre “İnvaziv” Türkçe’de ağırlıkla tıp alanında kullanılan bir sözcük. Kimi tıbbi müdahalelerin kapsamı, derinliği ve etki alanını tanımlıyor. Çok daha karmaşık bir tanımı var ama basit anlatırsam kesip biçerseniz “invaziv”, daha dolaylı tedavi şekillerini seçerseniz “invaziv olmayan” bir yöntem benimsemiş oluyorsunuz. Daha derinlemesine araştırdığınızda bu kavramın mimaride de kullanıldığını bulabiliyorsunuz. Güçlükle bulabildiğim birkaç örnekte, “invaziv olmayan” mimarinin örneğin okyanus yüzeyinde inşa edilen ve ekosisteme zarar vermediği gibi onunla bütünleşme iddiası taşıyan küçük konutları tanımladığı görülüyor.  

Bu sözcük öbeğini, olağan bir düzende yapılaşmaya kapalı olması gereken, zeytinlik ve maki kaplı bir araziye kondurduğunuz yazlık site projesinde kullandığınızda “doğayı çok da şey etmedik” gibi bir anlam taşıyor olmalı. Ne güzel! Oysa sosyal mecralarda paylaşılan fotoğraflar hiç öyle söylemiyor. İşgal de var, istilâ da doğa açısından bakarsanız. 

Sayısız örnek var ama Marmaris ve Bodrum’da yaşananlara bakınca benim kafama takılan kavram sorumluluk. Bunun sadece hukuki sorumluluk olması da gerekmiyor. Her türlü sorumluluk. İnşaat şirketi ve onunla kol kola yürüyen yerel veya genel idarenin sorumluluğu konusunda kuşku yok. Biri tutuyor, biri kesiyor. Peki pişiren ve yiyenlere ne diyeceğiz?

Bu tarz mimari projeleri hazırlayanların, yani bu yemeği pişirenlerin önemli bir bölümünün tekneyle Bodrum veya Marmaris koylarını dolaşırken gezi arkadaşları Türkiye’nin kıyılarındaki vahşi talandan söz ettiklerinde yüzlerinde ciddi ve kaygılı bir ifadeyle kafalarını salladıklarından eminim neredeyse. Koro halinde “…(bu bölüme herhangi bir kıyı yerleşiminin ismini koyabilirsiniz) çok bozuldu, çoook” diye hayıflandıklarından ve iki kadeh arasında “Azizim bak, elin Yunan’ı ne güzel koruyor kıyılarını!” dediklerinden de.  Peki ya yiyenler? Yok edilen doğanın cesedinden geriye kalanları kemirenler, halkın sahillerden yararlanma hakkını gasp edenler. Bir başka deyişle, Marmaris veya Bodrum’daki projelerin müşterileri? Hepsi “pis entarili Araplar, oligark Ruslar, savaş kaçkını Ukraynalılar” filan mı? Marmaris’teki o GYO’ya kimler yatırım yapıyor? Suç ortada, ya cezası?

Düzen içindeki iktidar değişimini geçtim. Devrim’den sonra kurulacak halk mahkemelerini de. Tarihsel süreç işleyecek orada. Şu an için sözünü ettiğim insani ve vicdani sorumluluk. O talan projelerini çizenler ve o acımasızlığın son kullanıcıları, çocuklarının, yakınlarının, bu halkın ve mezarını kazdıkları dünya gezegeninin ayrı ayrı kurduğu mahkemelerden beraat edebilecekler mi?