Yetmez Ama Evet pankartının AKP’nin demokrasiyi ilerlettiği fikri doğrultusunda solcuların eline tutuşturulması için bir şok gerekiyordu. Hrant’ın bedenine uygulanan bu şoktur.

Şu meşum 2007

19 Ocaklarda gericilerin artık pek eğlenemediği görülüyor. 2007’nin o berbat günleri Türkiye sağının arayıp bulamayacağı türden zamanlardı. Tetikçiden kahraman yaratmaya soyunan ırkçı faşistler hayatından memnundu. Dinci gericilik ise kendisini faşizmin alternatifi olarak sunarak Cumhuriyet yıkıcılığını örtmenin formülünü yakalıyordu. 

Şimdi suçu Fethullahçılara yıkıp işin içinden çıkmanın sahtekarlık olduğu, her iki kanadın da üstünden dökülüyor. Herkes biliyor. Dinciler iktidardı. Kontrgerilla Gülencilerdeydi ve Türk faşizminin içinden katil çıkartmakta herhangi bir zorluk yoktu… 
Aralarından biri kusmuş yine; tek öldürülen Dink mi diye sormuş. Ermenileri şımartanlar varmış… Şımarık faşistleri bir kenara bırakalım. Kusmukları gerçeği örtemez.

***

Hrant “bizimdir”, ama burada “bizim” derken dayanağım yalnızca mağdurluğu, mazlumluğu ve genel olarak solculuğu değildir. Bunun ötesinde Hrant Dink Türkiye siyasetinde kimi kalıpları zorlayan yaratıcı bir figürdü. Bakmayın “Dostlarının”, hiç gecikmeden, hemen o ölür ölmez üstlendiği karanlık role; Dink’in adının istismar edilmesidir yaptıkları. Uğursuz misyonlarını alenen ifade edip “AKP’nin dostları” diyemezlerdi ya kendilerine! 

Hrant Dink’in konuşmalarını AKP demokrasisine bağlamak için eğip bükmekten çok daha fazlası gerekir. Dink’in birçok yerde işaretini verdiği, örneklediği bir Tez’i vardı. Türk milliyetçiliğinin, Ermeni milliyetçiliğinin, emperyalizmin tuzaklarının, diaspora müdahaleciliğinin mamulü bir dizi mayının arasından ilerleyerek, sade suya tirit bir insancıllığın ötesine geçerek halkların kardeşliğini inşa etmeyi denedi Dink. Kuşkusuz bu deneme sosyalizm zeminine ayaklarını basarak cüret edilebilir bir şeydir… Buna ayrıca yer ve zaman ayırmak gerekir. Bugün şu meşum 2007 yılını hatırlamakla yetineceğim.

***

2007 Cumhurbaşkanı seçimi yılıydı. Yedi yıl önce bir düğümlenmenin sonucu olarak göreve gelen Ahmet Necdet Sezer’i yıpratmaya dönük ilk operasyon, imza attığı olayların ne kadarının ayırdında olduğunu asla anlayamayacağımız Bülent Ecevit’in patlattığı krizdir. Anayasa kitapçığı fırlatıldı mı fırlatılmadı mı derken AKP’yi iktidara taşıyan seçime kadar gelmiştik. Şimdi ise proje hazırdı. Çürüyen Cumhuriyete Cumhuriyet düşmanı bir Başkan lazımdı.

Dönemin Cumhuriyetçiliği maça yenik başladığının farkında mıydı acaba? Dinci gerici cephe bir siyasi partide temsil ediliyordu, aday seçenekleri üç aşağı beş yukarı belliydi. Karşı taraftaysa ciddi kitleleri toplayan mitingler dizisinin son halkasında “sol partilere birlik çağrısı” yapılıyordu. Lakin gericiliğe gösterilen direnç siyasi adresten yoksundu. Kimdi Cumhuriyet Mitinglerini yapanlar, hangi parti temsil edecekti onları? Siyasi program aramayalım, tamam; ama AKP’li Cumhurbaşkanı seçilmesin diye ne yapacaklardı? Adayları var mıydı?

Aslında adres hanesinin boş kalmasını askerler de tercih ediyor olmalıydı. Nisan-Mayıs aylarına damga vuran kitlesel mitingler akadursun, 27 Nisan’da Genelkurmay’ın internet sitesine muhtıra tadında ama yaptırımsız bir basın açıklaması metninin asılı vermesinin iki nedeni olabilir: Sanal muhtıra ya egemen güçlere “sokağa bakıp ürkmeyin, bu iş bizim” demeye getiriyordu, ya da olası bir halk hareketinin cuntacılıkla damgalanıp dağılmasını amaçlıyor, kıyafet balosuna demokrasi kostümüyle gelen gericilerin işini kolaylaştırmış oluyordu.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Cumhurbaşkanı oylamasının yapılabilmesi için gereken vekil sayısının 367 olduğunu ilan ederek sahneye koyuverdiği silah, ister istemez patladı. Ama patlama kaçınılmazsa da, ortada siyasal özne olmayınca, etrafından dolanılabiliyormuş… CHP’nin oturumlara katılmaması halinde AKP’nin parlamento gücü yetmiyordu. Pekala, o halde erken seçim!

2007 seçimlerinde yüzde 46,5 oranına ulaşan AKP yine “nitelikli çoğunluğu” yakalayamadı. Ama yalnızca AKP ve CHP’nin girebildiği 2002 Meclisinden farklı olarak artık MHP ve (CHP listelerinden aralık kapı bulan) DSP de vardı parmak hesabında. İstemeyen gelmesindi, Kanadoğlu’nun kriterine uygun biçimde seçtiler Abdullah Gül’ü. 

***

19 Ocak bütün bu sürecin başlangıç noktasıdır. Dinci gericiliğin 2007 yılındaki zafer yürüyüşünün açılışı Hrant Dink’in sırtından vurulmasıyla yapılmıştır. Cumhuriyeti yıkacak olan AKP “kontrgerillayı dağıtacak olan güç” olarak sahne almalıydı. Kuşkusuz NATO üyesi bir Ordunun her daim ağırlık taşıdığı, 12 Eylül faşizmi sayesinde karanlık çağlara dönmüş bir devletin içinde çete arayan sıkıntı çekmezdi. Günah keçisinin adı “Ergenekon” olarak kondu. Oysa sadece AKP döneminde değil, on yıllardır semirtilen Fethullahçılar devletin ve kontrgerillanın içinde çoktan kilit unsur olmuşlardı. 

Cinayet sayesinde kamuoyunun inandırıldığı iddiaya göre 12 Eylül’le hesap soracak olan AKP idi. Birikimcilerin teorisine göre demokratik devrimi tamamlamak imamlara kalmıştı. İmamların üfürmesi yetmez, liberal demokratların kampanyaları gerekirdi bu iş için. Rastlantı değildir, Ufuk Uras’ın Meclise giriş yılıdır 2007. Uras önemsiz, ama solun AKP’nin kuyruğunda resmedilmesi çok önemlidir. Yetmez Ama Evet pankartının AKP’nin demokrasiyi ilerlettiği fikri doğrultusunda solcuların eline tutuşturulması için bir şok gerekiyordu. Hrant’ın bedenine uygulanan bu şoktur.

Yeri gelmişken; solun üstüne yıkılan bu gölgeyi kaldırmak için çok uğraştık demek durumundayım. En sonunda operasyonun yeni bir halkası olan 12 Eylül 2010 Anayasa oylamasında solun belli başlı yapılarını Hayır çizgisinde buluşturduk. 

***

Cinayet herkesin gözlerinin önünde, Dink’i alenen hedef göstere göstere, katilin çıktığı bölgede başka saldırılarla tatbikatlar yapıla yapıla, istihbaratçılardan mahkemelere, karakollardan gazetelere mükemmel bir mimari kurguyla işlendi. 19 Ocak bizim Kırmızı Pazartesilerimizden bir tanesidir.
Şimdi o mimari yok. Gericiler çoktan birbirine düştü, Fethullahçılar darbeci, liberaller muhalif oldu. Bize düşen görev ise yalnızca gerçekleri hatırlatmak değil. Hrant Dink’in ve Cumhuriyetimizin katlinden sorumlu bu alçaklar sürüsünden hesap sormak. Biliyoruz, o hesap mahkeme duvarlarına sığmaz.