Geminin yolcuları dışarıdan satın aldırdıkları su ve yiyecekle yaşamlarını sürdürmeğe çalışıyorlar. Perişanlık ve çaresizlik diz boyudur.

Struma'nın lanetlileri

Struma bir gemi. "Yüzen tabut" olarak tarifleniyor. Bu yazı Romanya’nın Köstence Limanı’ndan 769 yolcu ile Filistin’e gitmek üzere demir alan Struma adlı yük gemisinin Karadeniz’de umutsuzca çırpınışının ve batışının hikâyesidir. Yazının başlığı yeryüzünde zülüm çekenlerin manifestosu olarak adlandırılan Frantz Fanon’un çok bilinen “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabına benzetmedir.

1933’ü başlangıç olarak alabiliriz. 1933, Almanya’da Hitler’in gayet demokratik yoldan, seçim diyoruz, iktidarı alması ve sadece Almanya ile sınırlı kalmayıp Avrupa’yı 12 yıl sürecek olan “cinnet yıllarına” sürüklediği tarihtir.

Struma’ya geçmeden önce kısa bir not düşmek isterim. Parantez de diyebiliriz:

Musa’nın çocukları Yahudiler, dünya var olduğundan beri, “kalu-bela” diyoruz işlenen günahların hadi hepsi demeyelim de büyük bir bölümünün müsebbibi olduklarını, “onların doymak bilmez ihtirasları, fitnecilikleri ve bölücülükleri” nedeniyle dünyanın bakın ne hale geldiğini Allah’ın ve Hitler’in vasıtasıyla öğrenmiş bulunuyoruz. Lanetlenmişlerdir. Hâl böyle olunca Yahudilerin “cinnet yılları”nın günah keçileri olmaları tabii karşılanmalıdır. Öyle yapıyoruz.

Musa’nın çocukları önceleri öldürülmüyor. Var da hani her gün ancak üçer beşer falan, bunu öldürmeden saymıyoruz. Daha doğrusu 1941’e kadar toplu öldürmeler yok. Sadece taciz ediliyorlar. Söz konusu yıllarda Almanya’da 400 bin Yahudi yaşıyor ve bunların yüzde sekseninin Alman yurttaşı olduğu biliniyor.

Tacizle başlanıyor. Yahudiler görüldükleri yerde dövülüyor. Yöntemin fena olmadığı onların kendilerini evlere kapamış olmalarından anlaşılıyor. Zecri durumlar dışında ortalıkta görünmez oluyorlar. Ancak zamanla bu yöntem ve sonuç tatminkâr bulunmuyor. Köklü çözüm aranıyor. Kütlelerin toplu olarak taşınması ve işgal edilen topraklarda imhasının daha ekonomik olduğunu değerlendiren yöneticiler, dahiyane olmalı, raylı taşıma sistemini akıl ediyor. Yahudiler yük vagonlarına dolduruluyor vagon kapıları mühürleniyor, mevsimine göre sıcaktan ya da soğuktan ölmeyip hedeflenen adrese sağ olarak erişebilenler fırınlanıyor. Geri dönüşümün sabun olarak değerlendirilmesi ise Gestapo'nun yaratıcılığı olarak yorumlanıyor.

Yahudi kırımı Almanya ile sınırlı değil. Başka yerler de var ve başka yerlerden biri Romanya… Romanya’da Eylül 1940’ta Almanya’nın desteği ile iktidar olan Faşistler 1942’nin şubat başlarında ülkeyi anahtar teslimi Alman ordularına teslim ediyorlar. Teslim etmeden önce de yasal düzenlemeler yapmayı ihmal etmiyorlar. Hitler icadıdır. Yapılanların ve yapılacak olanların yasaya uygun olmasına özen gösteriyorlar. Öldürmeler yasaya uygun oluyor. Yahudiler görüyorlar ve can havliyle Romanya’dan kaçış yolları arıyorlar. Biliniyor, can pazarında paragöz umut tacirleri hep olmuştur. Büyük paralar karşılığında birilerini bir yerden bir yere taşıyorlar. Deniz yolu en çok kullanılan oluyor, adı: Struma.

Struma umuttur. Umudun diğer adı Filistin!

Filistin ”vaat edilmiş topraklardır." Henüz İsrailsizdir ama bir Yahudi yerleşkesi oluşmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin zulmünden kaçan “lanetlilerin” tek umut kapısıdır. Ancak orası da İngilizlerin işgali altındadır ve petrol nedeniyle Araplarla iyi geçinme politikası güden İngilizler mülteci kabul ederken sayıyı sınırlı tuttukları gibi bir de vize zorunluluğu getirmişlerdir. Struma’nın sahibi olduğu şirketin taahhüdü Filistin vizelerinin İstanbul’da verileceği yönündedir ve yolcuların endişe duymaları için neden yoktur. Şirket gayet güvenilirdir!

Struma 12 Aralık 1941 tarihinde Köstence Limanı’ndan demir alır. Umuda yolculuk başlar. Struma bir yük gemisi. Daha çok hayvan nakli için kullanılıyor. Bu nedenle olmalı gemide sadece 6 kamara var. Geminin diğer kısımları hayvan taşımaya uygun tasarlanmış. Sadece bir mutfak ve bir tuvaleti var. Böyle okuyoruz. Sayı tam olarak bilinmiyor ama çeşitli kaynaklarda verilen sayılar birbirine yakın ve ben Halit Kakınç’ın vermiş olduğu sayıyı kullanıyorum: 769 Yahudi, 10 mürettebat ve bir kaptan.

Struma motorlarından birinin arızalanması nedeniyle gecikmeli olarak, 15 Aralık günü İstanbul Limanı’na yanaşıyor ve demir atıyor. Hem ikmal yapacaklar kömür, su, yiyecek hem de Filistin vizesi alacaklar!

Buyurun bakalım:

“Tebaası oldukları devlet arazisinde yaşama ve seyahat bakımından baskılara tabi tutulan Musevilerin, bugünkü dinleri ne olursa olsun, Türkiye’ye girmeleri ve ikametleri yasaktır.”

Bu da nereden çıktı?

Bu bir kararname… Ağustos 1938 tarihli ve 2/9498 sayılı Türkiye Cumhuriyeti antetli bir kararname.

Vizeymiş, şuymuş, buymuş hadi bakalım inebiliyorsanız inin gemiden!

Arkası var. Arkası 1941 Alman-Türk Dostluk Antlaşması. Dört gün sonra Almanya sonu hüsranla bitecek olan Sovyetler'i işgal harekatına başlayacaktır. Türkiye pek keyifli! Ülkede alkış kıyamet ve bayram havası… O günün gazeteleri başta Cumhuriyet, Alman ordusunu coşkuyla selamlayacaktır. Öyle okuyoruz. Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’dur. Biliniyor, yerli ve milli faşistimizdir sonradan Başbakan, Mecliste tebrikleri kabul ediyor. "Siyasi gazanız mübarek olsun" diyerek kendisini kutlayanlara tevazu gereği olmalı, “hepimizin” diyor. “Gaza”ya bütün Meclisi ortak ediyor. İmzalanan Dostluk Antlaşması ve hemen ardından Almanya’nın Sovyetler’e saldırması bir sevinç dalgası oluşturuyor Meclis’te… Şimdi aynı yılın Aralık ayındayız ve Struma Limanda bekletilmektedir. Esir diyebiliriz!

Geminin yolcuları dışarıdan satın aldırdıkları su ve yiyecekle yaşamlarını sürdürmeğe çalışıyorlar. Perişanlık ve çaresizlik diz boyudur. “Artık temizlik hayaldir, güverte tuvalet.” Böyle yazmamın nedeni aynen böyle okuduğum içindir. Bu arada Türkiye Yahudi Cemiyeti’nin yardım etmek için büyük bir çaba gösterdiğini, gemidekiler için gıda ve temizlik malzemesi kampanyası açtığını öğreniyoruz. Yahudi Cemiyeti’nin yolcuların karaya çıkmalarına izin verilmesi yönündeki çağrılarına kulak asılmayıp yüz geri edildikleri de okuduklarımızın arasında ve not ediyoruz.

Musa’nın çocukları endişeyle güverte beklerken, bir umut, rıhtımda onları bekleyen İstanbullu soydaşlarını görüyoruz. Ve güverteden bir ses yükseliyor:

“Ben Ortaköylü Recina’nın yeğeniyim! Bırakın geleyim!”

Ortaköylü Recina mı? Anadan, babadan, atadan yüzlerce yıllık İstanbullu bir sefarad. Hikayesi hüzünlüdür.

Ben onun hikayesiyle Şalom gazetesinde rastlaştım. Recina, yeğeninin Struma’da olduğunu öğreniyor. Benim bildiğim onun anlattıklarıdır:

Bir tepsi “börekitas” yapıyor yeğeni için. Gemiye götürüyor. Görevliler almıyor. Recina inat. Her gün börek yapıyor. Rıhtımdakileri aşamadığı için bu defa kiraladığı kayıkla gemiye yanaşmayı deniyor. Yanaşıyor da ama görevlileri ikna edemiyor. Tepsi elinde evine dönüyor ve her defasında Ortaköy’de evinin sokağında yere çöküp ağlıyor. Şalom’dan okuyorum: “O börekler geri geldi ama kimse yiyemedi çünkü Tiya Recina’nın gözyaşları ile ıslanmıştı…”

72 gündür esirdir Struma. Sonrasında Türkiye, içindeki yolcularla birlikte Romanya’ya geri dönmeye zorluyor Struma’yı ve sadece tek motoru çalıştığı için römorklarla çekilip Karadeniz’in azgın sularına bırakılıyor. Dünya Savaşı diyoruz. Karadeniz savaş cephesidir. Fırtınayla boğuşan Struma, kimliği belirsiz denizaltından atılan bir torpido ile parçalanıyor. Bütün yolcular ve mürettebat sulara gömülüyor.

“Bütün” dedim. Değil. Dört yolcu ve bir mürettebat eksiği ile sulara gömülüyor. Köylülerimiz sahilden ceset topluyor.

Bir mürettebat sahile yüzerek çıkıyor ve donmak üzereyken kurtarılıyor. Dört yolcu ise…

Vehbi Struma’ya işte burada dahil oluyor. “Vehbi” dediğim, Vehbi Koç. Hatıralarında yazıyor:

“Bu vapuru, Almanlardan korktukları için hiçbir ülke kabul etmiyor, bize sığınmak istiyorlar, biz de kabul etmiyoruz…Perişan bir hal.” Böyle başlıyor Koç anlatmaya. Anlattıklarına göre Mobil Oil Şirketinin Genel Müdürü onu telaşla aradıktan sonra Ankara’ya geliyor ve ondan Mobil’în Romanya direktörü ile eşinin ve iki çocuğunun da vapurda olduklarını öğreniyor. Genel Müdürün ricası bu ailenin sağ salim vapurdan indirilip Filistin’e gitmelerinin sağlanması oluyor. Koç önce, sonradan Dışişleri Bakanı olacak olan Emniyetçi İhsan Sabri Çağlayangil’e başvuruyor. Onun yönlendirmesiyle İçişleri Bakanı Faik Öztrak’a ulaşan Vehbi bu aileyi vapurdan almayı başarıyor.

Ben onu bilir onu söylerim; Vehbi işini bilir. Hayat hikayesinden anladığım onun uçuruma doğru koşan bir eşeğin sırtında kendisi yoksa katiyen “çüş” dahi demeyeceğidir. Böyle bir Vehbi’nin fatura kesmemesi söz konusu olamaz. Keser ve şöyle yazıyor:

“…Adam ailesiyle birlikte vapurdan çıkarıldı. Ertesi gün İstanbul’dan ayrıldı… Bu olaydan sonra Mr. Walker’e (Mobil Genel Müdürü) nazımın geçeceğini biliyordum. Almanya ile ticaret yapıyorum diye İngilizlerin beni kara listeye koymaları çok canımı sıkmıştı. Durumu Mr. Walker’e anlattım, Walker kurt adam…” Kurt adam Vehbi’yi anlıyor. Sonra mı, sonrasında kara listeden çıkarılıyor Vehbi ve her iki tarafla da tatlı tatlı ticaretini yürütüyor. Buna faciayı bile fırsata çevirmek diyoruz. Ben böyle okuyorum!

Köylüler karaya vurmuş cesetleri toplarken Başbakan Refik Saydam’ın açıklaması geliyor:

“Biz bu hususta elimizden her şeyi yaptık. Maddi manevi en ufak mesuliyetimiz yoktur. Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mecla (tecelli yeri) olamaz. Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten dolayı İstanbul’da alıkoymadık.”

Bu ses hükümetindir. Peki güverteden Ortaköylü Recina’yı arayan o ses… Ya o ses…

Kaynaklar:

Halit Kakınç, ”Struma, İstanbul açıklarında 72 gün Boyunca 769 Yahudi’nin Dramı”, Destek Yayınları, İstanbul 2012.

Şalom gazetesi, “Sefarad anne anlatıyor”, https://www.salom.com.tr/arsiv/haber-102200-sefarad_anne_anlatiyor_stru…

Vehbi Koç, “Hayat Hikayem” İstanbul 1973,

Zehra Aslan, ”Türkiye’de Göç ve Göçmenler (1914-1960), Libra Kitap, İstanbul, 2020.