Dünya sosyalizminin faşizmi ezerek, Sovyetler Birliği'nin ise en az 27 milyon ölü ve 50 milyonun üzerinde sakat vererek çıktığı sıcak savaş yıllarından hemen sonra, sosyalizme karşı bir cephe açmak gerekmişti. 1945 ve sonrasından söz ediyoruz.
Dünya sosyalizminin faşizmi ezerek, Sovyetler Birliği'nin ise en az 27 milyon ölü ve 50 milyonun üzerinde sakat vererek çıktığı sıcak savaş yıllarından hemen sonra, sosyalizme karşı bir cephe açmak gerekmişti. 1945 ve sonrasından söz ediyoruz.
Aydınlanmacı kuruluş yılları ve Sovyet dostluğu barutunu çoktan tüketmiş Ankara, çeşitli yalanlarla (“Slim” Sarper yalanı: “Sovyetler, Türkiye'den Boğazları ve Kars-Ardahan'ı istiyor”) Soğuk Savaş'ta kirli bir rol üstlendi. Ama bu antikomünizm cephesinde, sanayisi daha gelişmiş eski müttefikini de yanında bulması gerekiyordu. Federal Almanya ve Türkiye, sosyalizme açılan savaşta en önde giderken, Kızılordu kaçkını Türkmenistan kasaplarına yurt olmayı da ihmal etmediler. Neyse... Uzun hikâye...
Bu hikâyede asıl ilginç olan, bu korkunç cephenin en militan unsurlarının sosyal demokratlar olması. Antikomünizmde sınır tanımayan militanlardı bunlar, her türlü yalanı ve iftirayı siyasete çevirmekte tereddüt etmediler.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve onun Türkiye'deki, tarihi farklı da olsa, kısmen izdüşümü sayılabilecek olan CHP'den söz ediyoruz.
Bu iki kamp da, birbirini destekleyerek, hep sosyalizm düşüncesine karşı çalıştılar.
Buraya kadar normal. Adamların hakları, istedikleri gibi siyaset izlerler. Ama ondan daha önemlisi, şu: Bu işleri adını vererek bizzat emperyalizm-kapitalizm için yapmadılar, sakladılar/saklandılar ve hep solculuk adına yaptılar. İçlerinden çıkardıkları da kendilerine benzedi.
Biz SPD'de kalalım. Hani şu günlerde, partinin en sağından bir neoliberal militanın (Olaf Scholz) partinin “solcu yönetimi” tarafından başbakan adayı ilan edilmesinden söz ediyoruz.
Şaşıracak bir şey mi var?
Yok. CHP ve HDP'ye niye şaşıralım? SPD ve onun, eğer içindeki tek tük istisnaları bir kenara bırakırsak, ruh ikizi sayabileceğimiz Sol Parti'yi farklı bir yerde mi görüyoruz?
CHP ve HDP, biri görece büyük, diğeri küçük, Almanya'daki antikomünist histerinin iki militan kadrosu SPD ve Sol Parti (Die Linke) kamplarının izdüşümüdür. Bunları birbirine tercüme etmek çok zor değil.
Benzerlikleri mi? SPD geçen yıl biterken üyelerini yeni parti yönetimi için hareketlendirdi ve üyeler, sol bir yönetim oturttular. Burada Olaf Scholz da adaydı ve “solcu partililer” Scholz'u istemediler. Şimdiki eşbaşkanlar Norbert Walter-Borjans ile Saskia Esken'i istediler. SPD'ye “sol yönetim” gelmişti.
Sol Parti'ye hiç bakmayalım. Orada Oskar Lafontaine ve Sahra Wagenknecht kızağa çekildiğinden beri solculuk adına sözü edilecek bir şey yok. Bir tür “doğu” partisi. HDP'nin izdüşümü diyelim.
Benzerlik şurada: Bütün bu adı geçen partiler, solculuk adına ve hatta bazen kendilerine utanmadan solcu, daha solcu diyen adam ve kadınların öncülüğünde, sağcılık üzerine sağcılık icra ediyorlar.
CHP ve HDP, demek ki, SPD ve Sol Parti ne yapıyorsa, üç aşağı beş yukarı onu yapıyor.
Sol “fake”ler atarak, sağcılığı katmerli hale getiriyorlar. Hepsi, sosyalizmin imkânsızlığı üzerine kurulmuş bir inat kurgusuna dahil.
Ankara-Berlin güzergâhında solculuk silahı
Ankara, Berlin'den ayrı düşünülemez. Öyle olduğu her olayda ortaya çıkıyor: Bırakın ekonomiyi (Türkiye ekonomisinin esas sahibi tüm yan bağlantılarıyla Alman sanayi sermayesidir, bu da bir iddia olarak şimdilik kenarda dursun), büyük siyaseti vs. göç ve virüs sorunlarında bile birbirlerine bağlıdırlar.
Berlin, İslamcı Ankara'dan hoşlanmıyor. Ama bekliyor. Ankara, şu sırada yavaş yavaş Avusturya'da denemeye çalıştığı silahları, mesela “azınlık” silahını, Almanya'ya çevirme hesapları yapıyor. Bunun pazarlıklarına hazırlanıyor.
Bütün bunlar aklımızın bir kenarında bulunsun.
Bizi şu anda ilgilendiren, antikomünist histerinin, günümüzde mutlaka solculuk adına yapılacağı gerçeğidir. SPD'nin solu, sağcılıkta bir zirve adamı aday yapıyor, “solcu” Türkler ve Kürtler sağcılıkta birbiriyle yarışan adamları ve kadınları halkın önüne umut diye atmayı siyaset sayıyor.
Bu kadar bayağılıkta ancak, sosyalizmi yaratıcı bir güç olarak siyaset sahnesine itebilenler, ama bunun için geçmişlerinde sosyalizm mücadelesinden başka bir şey olmayanlar farklı bir kamp kurabilir.
Bizde olan, onlarda yok.
SPD'de, Sol Parti'de sorumlu mevkilerde olup da solculuk taslayanları ciddiye alamayız. Bir kirli oyunun parçasıdırlar. Ama aynı şeyi CHP ve HDP'nin yönetici katmanları için de söylemek zorundayız.
Mesele şu: Biz bunlardan ayrı neler yapacağız? İş, bir sol programa gelip dayanıyor. Almanya Avrupası'nda, bırakın sosyalizm kokan bir programı, sol istek bile yok. Bir sürü bürokrat, sermayenin attıklarından/atıklarından nemalanmaya ve taraftar toplamaya çalışıyor.
Böyle bir ortamda ve başlangıçta, devrimin bir hak olduğunu belki kimseye anlatamazsınız, ama enkaz halkın üzerine bindikçe devrimci bir çıkıştan başka yol olduğunu da anlatamaz hale gelirsiniz. O yoldayız.
Syriza kepazeliğini ne çabuk unuttuk? Ortalıkta utanmadan dolaşan, çöken Türkiye'de "Syrizacılık bayrağıyla" solculuk yapmaya kalkan bir sürü adam ve kadın görmüyor muyuz? Özür dileyen dileyene. Bunların bize uzak olmaları iyidir.
Sermayeden kopmayı felaket, her türlü kirin içinde olmayı sol siyaset sanan, bağımsız bir kamp ve cephe kurmayı aklından bile geçiremeyecek kadar çökmüş bir resmi solculuk var. En radikal sloganları en kirli sağcıların arkasında sıraya ve safa girerek atan mafyöz çeteler...
Ama bir farkı var bu toprakların. 200 yıllık ilericilik mücadelemizin bugünkü mirasçıları, sosyalist bir toplumun mümkün olduğunu ilan edebilenler, sosyalizm için bir program, sendika ve parlamento da düşünebiliyorlar. İmkânsız sanılanı istiyor, kurguluyor ve insanları omuz vermeye çağırıyorlar.
Gözleri Avrupa'ya bakmaktan şaşılaşmış ve solculuk taslayanları bir kenara bırakalım. Samimi insanlar için açılan kapılar Avrupa'da yok olabilir, ama bizde var.
Büyük enkazda, küçük umut kıvılcımları belki, ama olsun. Devrimciler, “otların büyürken çıkardığı sesleri duyabilenler”, kıvılcımların yol açacağı sonuçları bilen insanlardır.
Devrimcilik, sermayenin, dinin, milliyetçiliğin peşinde solculuk satmak değildir: Bu dairenin dışında kalabilmek ve bu daireyi tarihin çöplüğüne göndereceğini ilan edebilmektir.
Enkazda ilk öğrenilen şey budur. Niye umutsuz olalım?