Haklarımızı geri almak, genişletmek ve onları bir daha yitirmeyeceğimiz bir düzen kurmak zorundayız. Bunu sağlayacak oluşumun güler yüzlü, sempatik ve 'popüler' olması gerekmiyor.

Sosyalizm neden güncel?

Türkiye Komünist Partisi bir süredir ülkenin çeşitli yerlerinde “Sosyalizm neden güncel?” başlığıyla toplantılar düzenliyor. Parti üyeleri ya da parti dostları bu soruya kendilerince yanıtlar veriyor, katılımcılarla tartışıyorlar. Ben bunlardan bazılarına dinleyici olarak katıldım. Bir değişiklik olmazsa önümüzdeki hafta da konuşmacı olarak katkı vereceğim Ayvacık Küçükkuyu’da düzenlenecek aynı içerikteki bir etkinliğe.

İzlediğim toplantılardan anladığım kadarıyla katılımcıların büyük çoğunluğu Türkiye’de Sosyalizmin sadece güncel değil acil de olduğunda hemfikir. Gelin görün ki, bunun bugünden yarına mümkün olabileceği konusunda kuşkuları var. Bunları gidermek de bizim görevimiz.

Türkiye 12 Eylül 1980’dan beri aralıksız bir gericileşme süreci yaşıyor. Gericileşme deyince aklımıza takkeli cüppeli herifler, belirli bir dinin belirli mezhebinin belirli bir pratiğinin topluma dayatılması ve genel olarak siyasal/kamusal alana çöreklenmesi geliyor. Oysa gericileşme bundan ibaret bir olgu değil. 

Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kuruldu. Cumhuriyeti üreten hareket bir burjuva devrimiydi. Türkiye’de cehalet ve küstahlık öyle bir seviyeye vardı ki, bu olguyu yazılı veya sözlü olarak anımsattığınızda “vay Atatürk’e hakaret etti” filan diye üzerinize yürüyen, mevcut yönetimin sanki çok umurundaymış gibi Emniyet’e, İçişleri’ne CİMER’e filan şikâyet edenler bile çıkıyor. 1923’ün bir burjuva devrimi olduğu bir görüş değil olgudur. Ondan yaklaşık 150 yıl önce Fransa’da yaşananın kendine özgü koşullarda yinelenmesidir. Burjuvazi Cumhuriyeti kurarken içinde bulunduğu dönemin koşularından doğal olarak esinlendi, etkilendi, moda deyimle söylersek “fırsat ve sınamaları”ndan dersler çıkardı. 

1920 ve 1930’lu yıllar sosyalizm düşüncesinin Sovyetler’de uygulama alanı bulduğu, somutlaştığı yıllardı. Kapitalizm ise sayısız krizlerinden birini yaşıyordu. Krizden ve sosyalizm tehdidinden kurtulmak için bulunan yollardan biri devletin piyasaya müdahale etmesi ve kapitalizmden kaynaklanan eşitsizlikleri çeşitli “sosyalizan” araçlar kullanarak hafifletme, emekçilerden yükselen hak taleplerinin bir kısmına yanıt verme yoluna gitmesiydi. Çocuk işçiliğinin yasaklanması, 8 saatlik çalışma, yıllık izin hakkı bunun bilinen örnekleridir. Bu genel resim içerisinde Türkiye’ye bakarsak Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının Kurtuluş Savaşı’nda ciddi destek aldıkları Sovyetler Birliği’nden ekonomiye müdahale anlamında da etkilendiklerini görürüz. Bu yüzden de Türkiye’de Cumhuriyetin kapitalist düzeni inşa edilirken Batı’da çıkış reçetesi olarak yaygınlaşan Keynesyen uygulamaların kimi zaman ötesine geçildiğini, Türkiye’de bir tür sosyal devlet oluşturmanın yollarının ciddiyetle arandığını anlayabiliyoruz. Burada hedef elbette Sosyalizm değildi. Aksine sosyalizmi ülkeden uzak tutmanın arayışıydı.

Cumhuriyet bu atılımları sayesinde sonradan Özal, Çiller gibi gericilik idollerinin her fırsatta saldırdığı bir ekonomik/sosyal model yaratabilmişti. Büyük sınai yatırımlar, kamu iktisadi teşekkülleri (KİT), gelişkin bir kamusal sağlık hizmeti, açlıkla özdeşleşmeyen emeklilik bunlardan bazıları. 1980 sonrasında küfür niyetine kullanılan, “Devlet pabuç ve patiska mı üretir kardeşim!” sözleriyle aşağılanmaya çalışılan KİT’lerin aynı zamanda Cumhuriyet’in aydınlanma tasarımının da önemli bir unsuru olduğunu da hatırda tutmak gerekir. Cumhuriyet tıpkı Sovyetler’de olduğu gibi dev sınai tesislerin etrafında yerleşimler oluşturdu. Buralarda aydınlanmacı yaklaşımını hayata geçiren bir yaşam biçimini yerleştirdi. Köyleri kalkındıramadı belki ama her köye bir öğretmen gönderebildi. Orta öğretim için şimdi hayata etnik pencereden bakmayı ilericilik sananların asimilasyon aracı diye tanımlayıp geçtikleri yatılı devlet okullarını oluşturdu. Kamu kamplarıyla, nüfusun hiç değilse bir kısmının yılda en az 1 hafta toplu olarak, kadın ve erkeğin birlikte tatil yapabilecekleri alanlar yarattı. Böylelikle parasal olarak sağlamakta zorlanacağı olanakları aynî olarak verebildiği gibi, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayal ettiği “çağdaş toplum”un temellerini de attı. Oralardan yetişen işçi, köylü çocukları Devletin kurduğu üniversitelerde okuyup, devlet burslarıyla yurtdışına gidip alanlarında saygın mühendisler, sosyal bilimciler, sanatçılar ve akademisyenlere dönüşebildiler. Örnekleri sayısızdır ama bu önermeye burun bükecekler Prof. Dr. İlyas Yılmazer’in yaşam öyküsüne bir göz atabilirler.

Sözü uzatmayalım, burjuvazi bu sistemi kurarken düzenin ömrünü uzatmayı hedeflemişti ama aydınlanmanın varacağı noktayı yanlış hesaplamıştı. Türkiye’de sol hareket bütün engellemelere ve şiddete rağmen o aydınlanma ortamı sayesinde büyüdü, gelişti. Gün geldi, iktidarın halka verdikleriyle yetinmeyip halkın iktidarını istedi. NATO düzeni buna izin veremezdi. O noktada 12 Mart’ı 12 Eylül, 12 Eylül’ü Özal, Çiller ve en sonunda da Akepe izledi.

Reel Sosyalizm ortadan kalkmış, kapitalizm daha da saldırganlaşmıştı. Cumhuriyetin toplumsal ve ekonomik kazanımları teker teker geri alınmaya başladı. Bunun “sorunsuz” gerçekleşmesi için örgütlü toplum yok edildi. Örgütlü halkın yerine itaat eden halkın konulması hedeflendi. 1980 öncesi sendikal mücadelenin canlı olduğu yerlerden biri olan Arçelik Çayırova fabrikasında törenle mescit açılması o hedefin araçlarından birinin ne olduğu konusunda net fikir veren bir örnektir. 

Gericilik hiçbir zaman ve hiçbir ülkede sadece dincilikten ibaret kalmadı. Dincilik gericiliğin araçlarından biri olarak kullanıldı. Misyonerlerin Afrika’da yerlilere kilise kurup topraklarını ellerinden aldıkları gibi, Eylülcü burjuvazi, Washington’dan aldığı tavsiye üzerine, haklarını teker teker gasp ettiği halkı dinle uyutma yoluna gitti. Bir ölçüde başarılı olduklarını itiraf etmek durumunda olsak bile savaşın tümden yitirilmediğini de görmek zorundayız.

1980’in üzerinden 43, Akepe’nin iktidara taşınmasının üzerinden 20 yıl geçti. Halkın en az yarısı teslim olmadığı gibi, Akepe’den çok daha önce tarikatlara “kindar nesil” yetiştirsinler diye teslim edilmiş okullardan çıkan gençler en çok bu gerici düzene karşı öfke biriktirdiler.

Çalınan haklarımızı geri almanın ve onların bir daha çalınamayacağı bir düzenin zamanı geldiğinde hemfikiriz milyonlarla.  Bunun için doğru örgüt, parti ve iktidar gerektiğini unutma lüksümüz ise yok. 

Burjuva devriminin geçen yüzyılda vermek zorunda kaldığı haklara yeniden ve daha fazlasıyla sahip olabilmek için burjuva partilerine güvenebilir miyiz peki? Sene 1930 mu, dünya değişmedi mi, kapitalizm aynı mı, bu CHP aynı parti mi? Hele de Eylül düzeninin kalıntıları olan şimdiki ortakları bu amacı taşıyor olabilirler mi? Düzenin kısmi başarısı işte bu soruların yanıtında çıkıyor ortaya. Evet emekçi halkın yarısını sindiremediler ama bir yüzyıl öncenin ilerici, aydınlanmacı sayılan güçlerini gerici düzenin yılmaz bekçilerine dönüştürdüler. Uzatmaya, bin tane örnek vermeye gerek bile yok. Ben bu satırları yazarken Millet ittifakının parlak müteahhit çocuğu, Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı İmamoğlu, Turgut Özal Müzesi açılışında emekçilerin deyimiyle “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı”na övgüler düzüyordu.  

Depremler vesilesiyle bir kez daha değerini kavradığımız kamuculuğu, anti-emperyalizmi ve laikliği bu zihniyet mi sağlayacak Türkiye emekçilerine? Sosyalizm güncel ve acil diyorsak, etnik milliyetçilik ve gerici şeyhlerin eteğinde siyaset yapanlarla, TÜSİAD’la birlikte oturup kalkanlarla, TBMM’deki NATO oylamasında kayıplara karışanlarla mı yürüyeceğiz o yolda?

Yineleyelim: Haklarımızı geri almak, genişletmek ve onları bir daha yitirmeyeceğimiz bir düzen kurmak zorundayız. Bunu sağlayacak oluşumun güler yüzlü, sempatik ve “popüler” olması gerekmiyor. Halka yalan söylememesi ise zorunlu. Öyle bir oluşum var. Uzun sözün kısası, Sosyalizm ne kadar güncel ve acilse, 14 Mayıs’taki parlamento seçimlerinde Sosyalist Güç Birliği bünyesindeki partilere oy vermek de o kadar güncel ve zorunlu. 

Artık vergi adaleti, asgari ücret artışı, emlak vergisi düzenlemesi gibi sosyal demokrat palavralarla yitirecek zamanımız yok, sağlığın, eğitimin, barınmanın ücretsiz bir hak olarak tanındığı, sömürünün yasaklandığı  bir ülkede insan gibi yaşamak istiyorsak sosyalizm hedefi ve mecburiyeti var. 

Paranın saltanatı varsa halkın Sosyalist Güç Birliği ve TKP’si var!