AKP’nin İkinci Cumhuriyetçi tasarımının Millet İttifakı eliyle tüm topluma mal edilmesi istenecekse eğer, buna ancak SGB cepheden karşı durabilecektir.

Sosyalist Güç Birliği'ne çok iş düşecek

Sosyalist Güç Birliği’ni (SGB) oluşturan dört parti/hareket -Türkiye Komünist Partisi (TKP), Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Devrim Hareketi (DH)- geçen yıldan bu yana iki tarihi iş yaptı. Birincisi, sosyalist/komünist hareketlerin bir araya gelebileceklerini, güçlerini birleştirebileceklerini ve ortak eylemlere girişebileceklerini gösterdiler. Tarihidir, çünkü örneği pek görülmemiştir. Tarihidir çünkü, solun 1970’lerde öne çıkan iki ana akımını TKP geleneği ile Devrimci Yol geleneğini buluşturabilmiştir. TKP’nin aynı zamanda 1960’lar ve 70’lerin tarihi TİP geleneğini de esas itibariyle temsil ediyor olması nedeniyle de göründüğünden daha kapsamlıdır. Üstelik Nisan 2023 itibariyle SGB’ye 1970’lerin önemli sol hareketi Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) de katıldığından bu tarihi kapsam daha da genişlemiştir.

İkinci tarihi adım, Cumhurbaşkanı (CB) seçimlerinde aday göstermemek biçiminde ortaya çıktı. Hem SGB hem de onu oluşturan partiler bu yönde doğru bir tutum aldılar. TKP ve Sol Parti, Millet İttifakı’nın ortak adayına oy vereceklerini de erkenden telaffuz ederek bir adım daha ileri gittiler, konumlarını netleştirmekten kaçınmadılar. Elbette SGB İttifakı altında seçimlere katılan üç parti (TKP, Sol Parti ve TKH) milletvekili seçimlerinde kendi partilerine oy istemeyi sürdüreceklerdir. Buna da sonuna kadar hakları vardır.

Eğer “Yeşil Sol Parti” ittifakı altında seçimlere katılan sosyalist partiler, kendilerine TKP tarafından yapılan tarihi çağrıya icabet edip SGB partileriyle ortak bir ittifak altında buluşmuş olsalardı hem HDP sultasından kurtulmuş olurlardı hem hep birlikte yüzde yedi barajını zorlamak daha kolay olurdu hem de HDP’nin iflah olmaz vitrin liberalleri tarafından aşağılanmamış olurlardı. İttifak şemsiyesi olan Yeşil Sol Parti’nin ana ağırlığını oluşturan HDP’nin bir sol parti olarak kodlanması zaten mümkün olmadığı gibi bu Parti yöneticilerinin de böyle bir iddiası yoktur. Bunu fark edebilmek için aday listelerinin açıklanmasını beklemek gerekmezdi. HDP’nin kimlikçi/milliyetçi duruşu onun sola (hatta net bir aydınlanmacı) çizgiye yönelmesini engeller ama, daha önemlisi, onun kanatları altında parlamentarizm yapan sol partilerin bağımsız bir sosyalist çizgiyi korumalarını da güçleştirir.

SGB partileri ise, önümüzdeki milletvekili seçimlerinde Marksist solun temsilcileri olarak yer alacaklardır ve bu bakımdan da bu seçimlerin gerçek sol kutbunu oluşturacaklardır. Bunun önemi bu seçimlerle sınırlı olmayacaktır; seçimler sonrasında da kritik bir öneme sahip olacaktır.

Seçimler sonrasının dengeleri

Erdoğan/AKP rejimine bu seçimlerde son vermenin simgesel ve siyasi değeri kuşkusuz çok güçlü olacaktır. Ancak bu rejimin birtakım görünür tezahürlerinin (Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin güçleri aşırı yoğunlaştıran özelliklerinin) fiilen ve anayasal çoğunluk bulunduğunda hukuken tasfiyesinin yeterli sayılabilmesi çok güçtür. İki nedenle: 

Birincisi, AKP zihniyeti 21 yıla yakındır çeşitli ittifaklarla bu ülkeyi yönetmektedir ve yol açtığı tahribatın öyle birtakım simgesel değişikliklerle giderilmesi olanağı yoktur. AKP’nin 2023 seçimleri öncesinde ittifaklar zincirini toplumun en geri unsurlarına kadar genişletebilmesindeki fütursuzluğu bile bunun bir işaretidir. Dolayısıyla dinci siyasetin kamu yönetimine, yargıya, askeriyeye kök salmış uzantılarının tasfiye edilmesinin bir seçimle hemen halledilebilmesi kolay değildir.

İkincisi ve belki de daha önemlisi, AKP döneminin tahribatını tasfiye etmeye hazır bir siyasi alternatifin ortada olmayışıdır. Millet İttifakı’nın zaten sağ ağırlıklı yapısının iki AKP türevi partiye de açılmış olması nedeniyle, geçmişin hesabının sorulmasına dair bir niyet ve iradenin ortaya çıkması hayli müşküldür. Nitekim seçim listelerine bakmak bile yeterlidir. (Bk. O. Oyan, “Siyaset ve Seçim Listeleri Üzerine”, Birgün Pazar, 16 Nisan 2023)

Ama daha da önemlisi var: Millet İttifakı’nın ana omurgasını oluşturan Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin de böyle bir hesap sorma/dinci tahribatı tasfiye/laikliği/Cumhuriyet aydınlanmasını savunma çizgisinde olmayacağı uzunca süredir bellidir. Başka açıdan bakılırsa, Millet İttifakı’nı Deva ve Gelecek Partilerine açan ve şimdi de AKP döneminin sicili kabarık bazı Cumhuriyet düşmanlarına CHP seçim listelerinde yer verilmesinde sakınca görmeyen CHP liderliğinin, sadece seçimlere dönük bazı taktik hesaplar içinde olduğunu varsaymak saflık olacaktır. Ortada daha derin bir stratejik hedef vardır: Cumhuriyet karşıtı akımlarla Cumhuriyetin sulandırılmış değerleri arasında kalıcı bir sentez oluşturmak. Sulandırılmış derken, özellikle laiklik ve bağımsızlık çizgisi başta olmak üzere kendi altı okunu artık savunmayan bir anlayıştan söz ediyoruz. Cumhuriyet öncesinin 1921 Anayasasına geri dönüş yapmak öyle kolay kat edilebilecek bir mesafe değildir. Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’in yeni yüzyılının yeni paradigmasını inşa etmek gibi bir misyonu yürütmek istiyor.

Seçimlerden sonra Meclis’te yer bulacak ve büyük olasılıkla “karşıt” ittifaklar arasında anahtar rolü oynayabilecek (dolayısıyla pazarlık fırsatı da bulabilecek) HDP çizgisinin bu siyasi-ideolojik savrulmada olumlu bir rol oynaması siyasi yapısı nedeniyle mümkün değildir. Şunu unutmamak gerekiyor: Anti-Kemalist (anti-Cumhuriyetçi) ve pro-emperyalist çizgide İslamcı ve Kürtçü hareketler ile liberallerin ortaklaşması yeni değildir. Bu, bugün de sürüyor. Seçimlerde olduğu kadar seçimler sonrasında da karşımıza çıkacaktır. Sorun, CHP üzerinden de buna bir denge getirilmesinin bugünkü koşullarda mümkün gözükmemesidir.

Sonuç

Cumhuriyet’in aydınlanmacı değerlerini ileriye taşıma mücadelesi uzunca süredir düzen partilerine bırakılamayacak durumdaydı esasen. Bunun önemi seçimlerden sonraki yeni siyasi dengelerde daha da artacaktır. AKP’nin İkinci Cumhuriyetçi tasarımının Millet İttifakı eliyle tüm topluma mal edilmesi istenecekse eğer, buna ancak SGB cepheden karşı durabilecektir.

Hem siyasi hem de ekonomik düzlemlerde emek ve sosyalizm mücadelesinin önemi de katlanarak artacaktır. Üstelik, tüm sağ ittifakların iç ve dış sermayenin neoliberal programında birleştiğinin daha net görüleceği seçimlerden sonra bu mücadelenin değeri de daha iyi fark edilebilecektir. Hem sermayeye hem de sermayenin programını savunan siyaset alanına karşı çifte mücadele yürütülmesi gerekecektir. Kuşkusuz bunun emperyalizme karşı tavır almadan sürdürülmesi de mümkün olmayacaktır.

Bütün bu nedenlerle SGB bu seçimlerden güçlenerek çıkmalıdır. Çünkü üzerine düşecek sorumluluk bugünkünden çok daha fazla olacaktır.