Saygınlığa eşitlik ve adalet duygusuyla bağdaşmayan ayrımcılıkla bakılamaz. Saygınlığın korunması, zedelenmemesi suç ve ceza yönünden de meşruluk yönünden de statü ve unvanla ayrıma tabi tutulamaz.

Sömürünün saygınlığı (!?)

Arapçası kullanılınca daha yüksek anlam mı yükleniyor nedir, “itibar” diyorlar torba kanun teklifinde. Özel hükümle kimi şirketlerin itibarının korunmasını, zedelenmemesini güvence altına alıyorlar yasak ve ceza yöntemiyle.

Ceza kanununda suç ve cezalar yer alıyor ve bu konuda eşitlik ve adalet ilkesinin vurgusu yapılıyor. Ceza hukukunun uygulamasında “kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz” ilkesi özel hükümler yürürlüğe girdikçe bozuluyor. Ticari itibar da genel hukuk ilkesiyken özel hükümlerle ayrımcılık yapılıyor.

Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak suç ve cezası belli. Ama bu kuralı, “cumhurbaşkanına hakaret suçu ve cezası”nı ayırarak önce ceza kanununun kendisi bozuyor,

Bankacılık kanununda da görüyoruz: Bir bankanın itibarının korunması ve zedelenmesi, basın ve yayın organları aracılığıyla bir bankanın itibarını kırabilecek veya şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir hususa kasten sebep olunması ya da bu yolla asılsız haber yayılması özel suç ve ceza kapsamında.

Şimdi de Türkiye’de kurulu finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri ve tasarruf finansman şirketlerinin itibarı için getirilmek isteniyor özel suç ve ceza.

Kanun teklifiyle, “bankalarla benzer iş modeliyle çalışan şirketlerin güven ve itibarının korunması” amaçlanıyormuş. “Aksi takdirde bu şirketler hakkındaki itibarı zedeleyici haberler, bu kuruluşlardan fon çekilişine veya bu kuruluşların malî durumlarının bozulmasına ve hatta kuruluşun sektördeki yerine bağlı olarak sektöre ve genel ekonomiye sirayet edebilecek zararların meydana gelmesine” neden olabilecekmiş. “Bu tür mesnetsiz ve asılsız haberleri yapacakların caydırılması” için basın ve yayın araçlarından biri vasıtasıyla, “bir tasarruf finansman şirketi hakkında asılsız veya bu kuruluşların itibarını kırabilecek, güvenilirliğini sarsabilecek, şöhretine veya servetine zarar verebilecek nitelikte bir haberin yayılması yasaklanmış olacak ve bu yasağa aykırılığın suç teşkil edeceği hüküm altına alınarak”, söz konusu suça adli yaptırım uygulanması gerekecekmiş.

Sevgili Kadir (Sev), teklifin “İslami finans sektörünün gelişmesine zarar verecek her türlü bilginin yayılmasını önleme” amacına da değindi. Bu sermaye-dinsellik sıkı bağı vurgulamasından genele geçersek, şirketleşme ve holdingleşme kurumsallaşması açıkça gösteriyor ki hem bankalar hem de finansman şirketleri ile üretim ve dağıtım şirketleri iç içeler.

Özel kurallarla korunan aslında sermaye sınıfı. Bütünüyle sermayenin koruyucu zırh altına alınması, yalnızca karşıtların değil eleştirenlerin de düşman/suçlu ilan edilmesi söz konusu. Burada tam olarak kapitalizmin ekonomi politiğini görüyoruz. Korudukları saygınlık, kapitalizmin saygınlığı.

Öte yandan, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüyle basın ve yayın özgürlüğü birbirinin tamamlayıcısı. Her ikisi de toplumsal denetimin en önemli ve etkin aracı. Aynı zamanda da emekçi halkın, aydınların, sanatçıların, bilim insanlarının sesi. Korunan sermaye sınıfı olunca kesilen ses işçi sınıfının sesi oluyor. Emekçiler korkutulmak, sindirilmek istenirken sömürücü düzenin parlamentosu ve hukuku aracı kılınıyor.

Fatura soygunlarına, yoksulluğa, pahalılığa, çocuk istismarlarına, kadın cinayetlerine, işçi cinayetlerine, kamusal alanların ve kaynakların yağmasına, dinsel gericiliğe ve laikliğin yok edilmesine, işçilerin “kod”lanarak işten çıkarılmasına ve sömürüyü yaşatacak her şeye bulunan kılıf sömürünün kılıfı.

Anayasa hak ve özgürlüklerden söz ederken “herkes” diyor ama sınıflı toplumu unutturarak. “Herkes” denilen uzlaşmaz sınıflardan oluşuyor. Bir hakka sahip olmayla o hakkı kullanma aynı değil. Anayasaya göre “herkes mülkiyet hakkına sahip” ama herkesin mülkü yok; toplumdaki eşitsizliklerin asıl kaynağı olan üretim araçlarındaki özel mülkiyet ağırlıklı olarak büyük sermayenin elinde. Anayasaya göre “herkes düşünce, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne sahip” ama kimileri istediği gibi kullanıyor, halk kullanamıyor, susturuluyor.

Saygınlık statünün, unvanın değil insan olmanın, insanlığın kavramı. Saygınlığa eşitlik ve adalet duygusuyla bağdaşmayan ayrımcılıkla bakılamaz. Saygınlığın korunması, zedelenmemesi suç ve ceza yönünden de meşruluk yönünden de statü ve unvanla ayrıma tabi tutulamaz.

Hukuk, sermaye sınıfının ve burjuva devletinin amacına hizmette işlevini yerine getirirken ne kadar hak ve özgürlükten, ne kadar eşitlik ve adaletten söz etse de, aynı amacın aracı. 2022 Martı'ndaki torba kanun teklifi de her seferinde bir kez daha gördüğümüz bu amacı taşıyor. Hem de öyle “tek adam rejimi”ne sığınmadan, parlamento katkısı ve desteğiyle.

Kanun teklifindeki, hazineye ait taşınmazların daha kısa sürede ekonomiye yani özel mülkiyete kazandırılmasından (bu maddeler de çok önemli) şirketlerin itibarının korunmasına kadar, birçok madde teknik gerekçelerle ne kadar tartışılırsa tartışılsın, maddeler üzerinde ne kadar oynanırsa oynansın sonuçta yasa çıkacak. Diyanet Akademisi kuruluşunda olduğu gibi bir ret oyu dahi olmaksızın mı, yoksa ret oylarıyla mı çıkması durumu değiştirmeyecek, uzlaşma olsa da olmasa da demokrasi olarak adlandırılacak.

Aynı demokrasi şimdi mevcut iktidarın seçimle değiştirilebileceği, karanlıktan çıkılabileceği, işsizliğin ve yoksulluğun sebebi olan keyfiliğin kaldırılabileceği iddiasıyla heyecanlı. Aynı demokrasi sınıfsallığı unutturduğunu sandığı için keyifli.

“Yok birbirimizden farkımız ama biz cumhur ittifakı değiliz” diyorlar tam bir düzen uzlaşmacılığıyla; emeğe ve emekçilere, meta olmaları dışında saygınlığı olmayanların, sermayenin saygınlığını korumak için seferber olanların ortaklığıyla. Aynı siyaset farklı iktidarla sürdürülecek, kapitalizm “seçeneksiz” nitelendirmesiyle yaşatılacak, emperyalizmle işbirliği sürecek, emekçi halk sömürülmeye devam edecek. Sömürünün saygınlığı korunacak.

Savaşım ideolojik, siyasal ve toplumsal zemine sınıfsallıkla yerleştirilmedikçe bu döngü sürüp gidecek.

Ne kısa ve özlüdür söz: “Yağma yok sosyalizm var”.

Saygınlık, tarihin öznesi olarak ayağa kalkan emekçilerindir. Saygınlık, sınıfsız ve sömürüsüz toplum için yaşamının her anı savaşım verenlerindir. Saygınlık işçi sınıfınındır.