'Ezilenin, sömürülenin, zulmedilenin son sığınağıdır sokak. Yürüye yürüye çoğalan ayakların ve o ayakların izinden giden seslerin buluşma noktasıdır. Bir türküdür bu ta 1789’dan beri söylediğimiz.'

Sokak türküsü

555K, “5. ayın 5. günü saat 5'te Kızılay'da” cümlesinin şifrelenmiş halidir. Halk Menderes rejiminin soluk aldırmayan baskılarına karşı sokağa dökülmeye hazırlanmaktadır. Menderes tıpkı Abdülhamit gibi bir hafiye düzeni kurmuş, muhalefeti baskı altına alarak, öğrencilere sistematik olarak saldırarak, öldürerek susturmaya çalışmaktadır. Şifreli toplanma çağrısı işte bunun içindir. 

Çok bildik bir hikâyesi var gerisinin. Demokrat Parti mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, şifreli çağrıya uyup meydanı dolduran protestocuların arasında kalmıştır. Yuhalanınca çok öfkelenir, göstericilere “ne istiyorsunuz?” diye sorar. Göstericilerden biri yakasına yapışıp “hürriyet istiyoruz!” diye cevaplar başbakanı. Menderes yakasına yapışan göstericiye “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?” demiştir.

Tabii bir rivayettir bu. Rivayet olmayan ise ite kaka bir gazetecinin otomobiline bindirip göstericilerin gazabından kaçırmaya çalışırlarken bile Menderes’in kafasını uzatıp göstericilere “Avradını s..tiğimin piçleri” diye bağırmasıdır. 
Üniversite öğrencileri ise Kızılay’dan kaçıp giden demokrasi şampiyonunun ardından bir türkü tutturmuştur: 

“Olur mu böyle olur mu?
Kardeş kardeşi vurur mu?
Kahrolası diktatörler.
Bu dünya size kalır mı?”

Kalmaz, kalmamıştır. 555K eyleminden kısa bir süre sonra 27 Mayıs askeri müdahalesi yapıldı. Muktedirin hiç yıkılmayacakmış sanılan iktidarı bir anda yerle yeksan oldu. 

“…Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” 

Şair Cemal Süreya, bütün bunlar olurken yedek subay olarak alanlardadır. “555K” adlı şiiri o tanıklığına dayanmaktadır. “Küçük bir olayın, toplumsal planda kökü varsa, birden nasıl büyüyebileceğini gördüm o gün” diye not düşmüştür günlüğüne. Cumhuriyetten sonra sokağa ilk çıkışımız, sokağı ilk tutuşumuzdur. 

***

İkincisi sekiz yıl sonra, 1968’de. 555K ile başlayan ve 1961 Anayasası ile taçlanan aydınlanmanın halesindedir ülke. O yıl Fransa’dan yola çıkan bir devrimci dalga Türkiye’nin sınırlarında patlamıştır. Sokaklar tekrar şenlenmektedir.

Gençlik hareketlerine işçi eylemleri eşlik etti 68’de. Gençler Amerikan 6. Filosuna karşı ayaktaydı. Emperyalizme karşı dikilmeye karar vermişti halk. Ankara’da yapılan mitingde “Tam bağımsız gerçekten demokratik Türkiye” sloganı on binler tarafından haykırılacaktı. Yasaklanmış sol düşünce sokakla birlikte filizlenip boy atıyordu haliyle. 

15-16 Haziran büyük işçi isyanı o dalganın artıcı bir sarsıntısıydı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” diyerek belli etmişti endişesini. Düzen sokakları kontrol etmekte zorlanıyordu. 12 Mart 1971’de darbe yaptılar, sıkıyönetim ilan ettiler. Sokağı halka yasakladılar.

“İkindiyin saat beşte
Başgardiyan Rıza başta
Karalar bastı koğuşa
İkindiyin saat beşte…”

1974’de kırıldı sıkı yönetimlerinin mührü. Halk yeniden sokağa çıktı. Düzen de eğitip, silahlandırıp bugünler için hazırladığı halk düşmanı “komandoları” saldı halkın üstüne. Sokağı tutmak için terör estirmekten başka çıkar yolları kalmamıştı. Sonra Çorum’da, Maraş’ta katliamlar yaptılar. Son çare 12 Eylül oldu. Sıkıyönetim ilan ettiler, sokağı halka yasakladılar. 

***

Tabii “yerli ve milli hasletimiz” değildir bu. Sokağın halkla buluştuğu hemen her yerde devrimci bir rüzgâr eser. Evrenseldir.

Bir Orta Çağ kalesi olan Bastille, sadece bir hapishane değil monarşinin iktidarının bir sembolüydü. Düzene karşı çıkan kim varsa Bastille’in zindanlarına tıkıyorlardı. 14 Temmuz 1789′da monarşinin baskısından bıkan halk ayaklandı, ellerinde tüfek, tırpan ve küreklerle Bastille Hapishanesi’ni bastı. Devrim halkın sokağı fethettiği o baskınla başladı. Fransız halkının sokak savunması ezilen herkese ilham kaynağı oldu, yeni bir çağın fitilini ateşledi. Artık sokaklar ezilenlerin mevziisiydi.

Rus İmparatorluğu ise baştan başa bir uluslar hapishanesiydi. 23 Şubat’ta Petrograd işçileri döküldü sokağa ilk. Kadınların çoğunlukta olduğu göstericiler “kahrolsun istibdat, ekmek ve adalet istiyoruz” diye haykırıyordu. Ordu acımasızca saldırdı sokağa çıkanlara. Saldırı hiç ummadıkları bir isyana yol açtı fakat. Sokaklar artık bütünüyle halkındı.

“Derin bir uğultuyla geçti 1905 yılı
En aydın işareti ilerdeki günlerin
Sonra savaş, kin geldi, bir kıyım geldi kanlı
Ve Şubat, sonra Ekim ihtilali ardından

İşin sonucunu görmeyeceğim herhalde
Yeni doğan bir yıldız gibi uzakta parlayan sonucu 
Ama gene de mutluyum
Çünkü tarihin yazdığı en büyük günü gördüm.”

Bu da devrimin tanığı şair Valeri Briussov’un tarihe notudur. Hapishanenizin duvarlarını ancak sokağa çıkarak yıkabilirsiniz. Devrim sokakta olur.

***

“Ansızın bir kalabalık sokaklarda, ansızın bir kalabalık meydana doğru, korkusuz, kararlı ve öfkeli. Zalimin adamları kesmiş yolları telaş içinde; ürkek, şaşkın, ricata hazır. O anda meydanda ne geçmişin paslı tortusu ne kaderin her birimizi oradan oraya savuran arsız rüzgârı. Sadece öfke, sadece ezilenlerin çığlığı… 

Yürüye yürüye çoğalan ayakların ve ayakların izinden giden seslerin buluşması bu. 

O öfkedir işte tarih, o volkan gibi patlayan çığlıktır; yürüye yürüye çoğalan ayaklardır, o ayaklara eşlik eden eşsiz seslerdir.

Diyelim ki bütün meydanlar sessiz, diyelim ki sokaklardan kesilmiş yürüyen ayakların tıkırtısı. Diyelim ki ne bir çığlık ne tencere ne tava. Ama işte ağır bir koku taşınmakta rüzgârla.

O diyor ki bize; Yoksulluğu azaltmadan zenginliği artıran ve suç işleme oranı sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir… Tarihin bize öğreteceği tek şey budur işte!”

Bu da Gezi’de, Haziran Direnişinde sokağı son fethedişimizin tanıklığıdır. Benim “Fena Çocuklar Zamanı”ndan aktardım. 

***

İşte tarih, işte anlattıkları. Ezilenin, sömürülenin, zulmedilenin son sığınağıdır sokak. Yürüye yürüye çoğalan ayakların ve o ayakların izinden giden seslerin buluşma noktasıdır. Bir türküdür bu ta 1789’dan beri söylediğimiz. Sokaktayız çünkü hürriyet istiyoruz birader!