Bütün düğümlerin kötürümleşmesinin nedeni sınıfsal dinamiklere bakılmayınca Erdoğan gibi gözüküyor. Batı emperyalizmi ve Türkiye sermayesi bir halk hareketinden rüyasında bile korkuyor.

Soçi’de kötürüm olmuş düğümler!

BM oturumuna katılmak için New York’a giden Erdoğan, Biden ve ABD’den herhangi bir sempati kanalı bulamayınca o kızgınlıkla Soçi kapısına dayandı. Ancak Türkiye tarafından yük bindirilen toplantı sonrası ne bir ortak basın açıklaması yapıldı ne de öncekilerde olduğu gibi bir mutabakat metni ortaya çıktı.

Sanki düğümler biraz daha kitlendi ve kötürümleşti. Şu düğümlere bir kez göz atalım:

S-400 düğümü

S-400 bataryasının Rusya’dan alınmasının ve her şeye rağmen ısrar edilmesinin muhtemel nedeni ABD tarafından örgütlenen 15 Temmuz darbesinin yarattığı travmaydı. Yoksa bir tane S-400 bataryası Türkiye gibi büyükçe bir ülkenin hava sahasını koruyamaz, ama AKP iktidarını muhtemel başka bir NATO saldırısından koruyabilir, diye düşünülmüş olmalı. Öte yandan ABD bir Rus silahının alınmasından o kadar rahatsız oldu ki, parası ödenmiş, teslim edilmiş bataryayı çalışır duruma bile getirmeye cesaret edemediler, nerede ikincisi almak!

Türkiye sermayesinin yine kendi sınırlarını korumak için değil ama yayılmacı siyasetini sürdürebilmesi için yeni nesil savaş uçaklarına gereksinimi var. S-400’ler meselesi yüzünden parasını verdiği ve alamadığı F-35’lerin yerine Rus uçağı alabilir mi? S-400’leri işler hale getiremeyen Türkiye’nin Rus uçağı alması veya ortak üretime girmeye çalışması lafta kalmaya mahkûm gözüküyor. Ayrıca elindeki silah teknolojisini Ukrayna ve Polonya gibi hasımlarına pazarlayan bir Türkiye’ye Rusya’nın askeri teknoloji transferine sıcak bakacağı da şüpheli.

İdlib düğümü

Soçi’de eğer basına açıklanmayan gizli bir anlaşma olmadıysa İdlib düğümü de öylece kalmışa benziyor.

Burada süreci düğümleyen başlıca faktörün Türkiye sermayesinin açıklanmayan ajandası olduğunu görmek gerekiyor. Bu doğrudan ortaya konmayan hedefi Erdoğan geçenlerde bir konuşmasında hafifçe açık etti: “Bizim fiziki sınırlarımız başkadır, gönül sınırlarımız bambaşkadır.”

Eğer Türkiye sermaye sınıfının Suriye’de bir hegemonya alanı yaratmak ve orayı yönetmek gibi bir emeli olmasaydı, İdlib meselesi hızlıca çözülürdü. Göçmen sorunu mu? Eğer İdlib çözülse Suriye’nin bütünlüğünün korunmasına ve savaşın sonlanmasına çok yaklaşılacaktır. Göçmen sorunu için bundan iyi bir çözüm olabilir mi?

Ama bir sürü bahane ile Türkiye İdlib’e çöreklenmiş gerici çetelerin hamiliğine devam ediyor ve önceki mutabakatlar işe yaramaz hale getiriliyor.

Ayrıca 20 yıl önce, reel sosyalizmdeki çözülüş sonrasında adalet için arayışta olan kitleler radikal İslamcı siyasetlere yönelebilmişti. Batı emperyalizminin suç aracı olmak bir yana kafa kesmeler, canlı bombalar, insan kaçırmalar, kadınlara dönük suçlarla öylesine bir korku filmi haline geldiler ki, ne Afganistan’da ne İdlib’de bu siyasetlerin doğrudan savunuculuğunu yapmak imkânsızlaştı. Ancak dolayımlarla hamilik yapılabiliyor.

Rusya’nın denediği ise NATO’da uyumsuz bir faktörü kaşıyarak İdlib sürecini zamana yaymaktı. Ama zaman daralıyor İdlib için.

Suriye’nin bütünlüğü düğümü

Suriye’nin bütünlüğü düğümü ise İdlib’e indirgenemez muhakkak.

Bir kere ABD’nin haydutça uyguladığı ve yurtseverce direnmekten başka suçu olmayan Suriye halkını boğmaya çalışan Sezar Yasaları hemen hiçbir devletin gündeminde değil. Aslında devletlerin ABD’nin işlediği bu suça karşı örgütlenmesi gerekirdi. Bu yüzden sadece Soçi’de gündem olana değil, gündem olmayana da bakmak gerekiyor.

Ama diğer yandan Sezar Yasaları Suriye halkına acı çektirirken, Suriye ile ekonomisi büyük ölçüde bütün olan Lübnan halkının mahvına yol açmak üzere. Başka bir deyiş ile Lübnan’da kapitalizm çökmüş gözüküyor, ne bankalar, ne işyerleri, ne altyapı tesisleri çalışabiliyor. Büyük bir toplumsal patlamadan korkuluyor ve ABD’nin oluruyla Mısır doğalgazı Ürdün ve Suriye üzerinden Lübnan’a aktarılacak. Suriye Ürdün’e komşu bölgelerdeki cihatçıları temizleyerek yolu açtı, Ürdün sınırı açıldı.

Bu gelişme Suriye’nin olağan koşullara dönmesinin başlangıcı olarak görüldü. 

Ama bir de ABD korumasında Kürt bölgesi var. Burada da ABD’nin bir an evvel bütün pürüzleri temizleyip Pasifik’e yoğunlaşma çabası bir anlaşma zemini yaratmış gözüküyor. ABD’nin Rusya ile anlaşma içinde Suriye’den çekildiği, Kürtlerin bazı otonomi hakları karşılığında Suriye Devleti’nin egemenliğini tanıması bir olasılık olarak yükseliyor. ABD de onca kan döktükten sonra hiç olmazsa ABD ve İsrail ile dost olan bir yarı otonom bölgeyi gerisinde bırakabilir bu şekilde.
Türkiye sermayesi aslında bazı tavizler karşılığında bu çözüme yatabilir, ama şu ana kadar milliyetçiliğe yapılan siyasi yatırım manevrayı zorlaştırıyor. Bir düğüm de burada bağlanıyor.

Bütün düğümlerin kötürümleşmesinin nedeni sınıfsal dinamiklere bakılmayınca Erdoğan gibi gözüküyor. Batı emperyalizmi ve Türkiye sermayesi bir halk hareketinden rüyasında bile korkuyor. Türkiye’yi ekonomik bir batağa sürüklemek ise kimsenin işine gelmiyor, çünkü emperyalist düzen zaten bir pamuk ipliği ile “istikrar”a tutunmuş durumda. Türkiye gibi büyükçe bir ekonomiyi uçurumdan aşağı itmek domino taşı etkisi yaratabilir.

Bu durumda herkes sandığa ve el altından düzen içi el değiştirmeye, bir Erdoğan’sız rejime bakıyor ve buna yatırım yapıyor.

Türkiye’de emekçi sınıflar ve siyaseti ise ne emperyalist savaştan, ne emperyalist barıştan, ne emperyalizmin yarattığı düğümlerden ne düzen için çözümlerden yana. Kendi eşitlik ve özgürlük programı için ve bütün kardeş halklarla dayanışma içinde örgütleniyor.

Sonuçta Soçi’den hiçbir şey çıkmadı mı emekçi sınıfları sevindirecek?

Evet, Soçi ile Türkiye arasında feribot seferleri başlayacakmış. Buna itiraz etmeyiz doğrusu.