Sermayenin en azgın iktidar biçiminin sermayeyi eleştiriyormuş gibi yapmasının içerdiği derin ikiyüzlülüğünü sergilemek ilk başlangıç noktasını oluşturuyor.

'Sisteme meydan okumak'

Tersinden başlayalım: Sisteme kim meydan okuyamaz? O sistemin bir parçası olanlar; varlık nedeni o sisteme bağlı olanlar.

Somutlayalım: Bir merkez bankası başkanı, para politikasını yönettiği kapitalist bir ülkenin kapitalizme özgü işleyiş mekanizmalarına meydan okuyamaz. O, bu mekanizmalara uyumlu adımlar atmakla mükelleftir. Uyumsuz kalırsa, görevini sürdürmesine imkân verilmez.

Türkiye somutuna gelince, aldığı akıldışı talimatlara bağlı kaldığı için sistemin para politikasını bile yönetemeyen bir merkez bankası başkanı, Saray ekonomistlerinin ve kendisinin başarısızlığını sistemin fırsatlara ve kâra odaklı mantığına fatura edemez.

TCMB Başkanının sermaye kesimine yönelttiği "şikayetnâmesinde" ticari kredilerin dövize yatırıldığını ve/veya mal stoklanmasına harcandığını dillendirmesi bir çaresizliğin ifadesinden başka bir anlama gelmez. Gelmez çünkü kapitalist girişimci fırsatları kovalar; bu fırsatlar da her zaman kârını ençoklaştırmaya odaklıdır. Üstelik bu “kötü yola” sapmalar, bazen iktidarın politika tercihlerinin uzantısındadır. 

Enflasyon körüklenmişse, hanehalkının erzak stoklamasına benzer davranış kodları kapitalist şirketler için de geçerli olur: Normal koşullarda stok maliyetlerinden kaçınmak için sermaye düşük stoklarla çalışmayı tercih eder; ama yüksek enflasyonist koşullarda nakitte kalmanın getirisi stoklama süresini uzatmanın sağlayacağı faydanın altında kalacağı için daha yüksek stoklarla çalışmak tercih edilir. Buna bir de yerli paranın hzlı değer kaybı ve oynaklığı ile ülkenin yüksek oranda ithalata bağımlılığı eşlik ediyor ve üstelik küresel tedarik koşullarında tıkanmalar başgösteriyorsa, artık stoklama politikaları değişecek demektir. Eğer spekülatif amaçlı değilse, stoklama miktar ve sürelerinin artışı değişen ekonomik koşullara uyum anlamına gelir. Ama yanlış anlaşılmasın, kendi faaliyet alanında kalıyorsa, spekülatif stoklama dahi sistemin mantığına aykırı sayılamaz.

Benzer şekilde, iktidarın sunduğu uygun koşullarla alınan ticari kredilerin gene iktidarın sebep olduğu oynak TL’nin riskinden kaçınmak için dövize çevrilmesinde hangi sistemik sorun vardır ki? Üstelik, KKM üzerinden, dövize endeksli iç borçlanma üzerinden, döviz garantili geçiş vs. ücretleri üzerinden ekonomideki dolarizasyonu kışkırtan bizzat iktidarın kendisi olunca! Rezervleri tükettikten sonra dövize sıkışınca, ihracat ve turizm gelirlerinin %40’ının TL’ye çevrilmesini (TCMB’den sağlanan reskont kredilerinde bu oran %70’e çıkıyor) şart koşan; 15 milyon TL’nin karşılığına denk gelen dövizden (850 bin dolardan!) fazlasını bulunduranlara TL kredi açılmaması emrini veren bir iktidar, sermayenin buna karşı alacağı önlemleri de hesaba katmak zorundadır. Bu önlemler öncelikle dövize ve stoğa yatırım yapmaktır! Yani iktidar, kısmi kambiyo kontrolleri ile gidecek fazla bir yolunun olmadığını bilecektir, bilmek zorundadır.

Çıkış yolu var, ama...

Tartışmayı dışardan izleyenler bu arada bizim gibi soldan bakanlar açısından sermaye-siyaset veya sanayici-ekonomi yönetimi atışmalarının, bazen pozisyonlarından kolayca çark etmelerinin her zaman hayli eğlenceli ve öğretici olduğunu kabul etmeliyiz. Böyle anlar, ekonomik sistemin ve onun ana temsilcilerinin ahlaktan yoksun doğasının ortaya saçılması açısından da bulunmaz fırsatlar sunar. Örneğin şimdi TCMB Başkanının ellerinde bulunduğunu iddia ettiği listeleri (“Kredilerle gidip döviz aldınız, hepsinin listesi var”) açıklaması için bastırmanın tam sırasıdır. 

Sistemin ekonomi yönetiminde olup da sisteme karşı olamayacaklar onun doğasına karşıymış gibi yapıyorlarsa, bu bir ideolojk çarpıtmadır öncelikle; ama Türkiye’nin geldiği noktada, aynı zamanda da, bir yönetememe sorununun itirafıdır. Döviz rezervlerini tüketmekle yetinmeyip hâlâ daha emanet dövizle piyasaya müdahale etmeye, cari açıkları kapatmaya çalışmak, ondan sonra da “yurtdışında kayıtsız olduğu söylenen 500 milyar doların %10’u doğru olsa 50 milyar dolar eder, bunu bozdurun” diye adeta yalvarmak, bir acze düşme durumunun hazin finalidir. (Kaldı ki 10 kez vergi ve varlık barışı getirip yurtdışındaki sermayeyi kayda almayı bile başaramamış olmak; bu arada zenginleşen burjuva-siyasetçilerin vergi cennetlerini komşu kapısı yapmalarını adeta teşvik etmek, nasıl bir düzende yaşadığımızı gösterir).

O halde, dışa açık ekonomiden (sermaye hareketlerinin serbestliğinden) vazgeçmeyi göze alın, o zaman kura ve faizlere birlikte müdahale imkanı doğar. Bugünkü açmazlardan kurtulunur. O zaman yurdışına sermaye transferinin önü tıkanır; yolsuzluk paralarının vergi cennetlerine park etmeleri önlenir. Bunu göze alamıyorsanız –ki alamazsınız– kıytırık kambiyo kontrolleri dönüp sizin ekonomik kararlarınızı vurur. Başlangıçtan daha kötü duruma düşersiniz.

Sonuç

TCMB Başkanının “yurtdışındaki kayıtsız sermayeye” dair açıklanmasına ilişkin bir sıkıştırmayı da düzen muhalefetinin yapmasını bekleyemeyiz; çünkü onlar bu tartışmada sermayeden yana olduklarını göstermek için yarışıp durdular. O halde bu iş de sosyalist solun sorumluluğuna düşüyor. Sermayenin en azgın iktidar biçiminin sermayeyi eleştiriyormuş gibi yapmasının içerdiği derin ikiyüzlülüğünü sergilemek ilk başlangıç noktasını oluşturuyor. İkinci nokta ise, sosyalist solun artık sermaye hareketlerinin kontrolü rejimini talep etmesinin açık bir siyasi hedefe dönüştürülmesi zamanının geldiğidir.