Sirk Dünyası, bizde 10 yıl gecikmeyle gösterilmişti. Sirk Dünyası o dönem gösterilen beyin yıkayıcı Amerikan dizileri arasında nispeten en zararsız ve masum olanıydı. 

Sirk Dünyası

Televizyonun ekranı tel örgüden yapılmış uzun ince bir kafesin tüneline bakıyordu. Önce bir erkek aslan üzerimize doğru koşuyor, son anda kameranın üzerinden atlıyordu. Ardından dizinin adı yazıyordu: The Greatest Show on Earth. Türkçe’ye aynı isimle çevirmemişlerdi, ama yine de içeriğini fena yansıtmıyordu: Sirk Dünyası. 

Aslanın ardından bu kervana kaplanlar katılıyor, her sıçrama arasında oyuncuların isimleri yazıyordu. Bu heyecanlı jeneriğe big band tarafından çalınmış nefis bir gösteri müziği eşlik ederken, ben de boş durmuyor; her bölümde değişen konuk oyuncuların isimlerini elimdeki deftere not alıyordum. Bu dizi filmler sayesinde Amerikan oyuncularını epey tanır hale gelmiş, Sirk Dünyası sayesinde de Jack Palance’ı öğrenmiş, satır başına yazarak oynadığı diğer filmlere de özel ilgi duymaya başlamıştım. Hatta daha önce okuduğum bir Red Kit kitabındaki kötü karakterinin kendisinden modellendiğini fark etmiştim. 

İçinde yüzlerce oyuncu isminin not edildiği o defteri kaybettim mi yoksa sonradan yaptığım işin anlamsız olduğuna hükmedip yırtıp attım mı, hatırlamıyorum. Ancak iyi hatırladığım bir şey vardı ki, Sirk Dünyası dokuzu beş geçe başlıyordu. Sigara sarısı bıyıklı, kalın renkli gözlüklü bir komşu amca saat tam dokuzda bize damlar, dedemin ikili koltuğunun yanındaki yerini alırdı. Sadece perşembeden perşembeye -Sirk Dünyası gibi- evimize konuk olan bu amca, başka hiçbir şey seyretmezdi. 

***

Sirk Dünyası, Uzay Yolu, Kaçak, Kaygısızlar ve Columbo gibi dönemin en sevilen dizilerinden biriydi. Dizinin diğerlerinden daha fazla ilgi görmesinin nedeni bizim ülkeye has bir durumdu. İp cambazlığından at binmeye, bizdeki ayı oynatıcılığının oradaki yansıması olan aslan terbiyeciliğinden palyaçoluk ve sihirbazlığa kadar bir dizi kültürel etkileşim vardı. Bu güdüler bir çeşit insan-hayvan-doğa ilişkisinin yansımasıydı. Bir de bizim mahalle folklorumuza çok uygun şeylerdi. 

Dizinin sevilmesindeki ikinci faktör ise, arkaya taranmış gür saçları, geniş alnı, çıkık elmacık kemikleri, çizgi halindeki gözleri, basık burnu ve tüm unsurları kendinde toplayan çenesiyle Jack Palance’ın kusursuzca canlandırdığı Johnny Slate karakteri idi. Slate bir dönemin büyük Amerikan sirklerinden bir olan Barnum & Bailey’nin patronuydu. Bir çocuğun gözünden bakıldığında akıllı, yetenekli, adaletli ve gerektiğinde sorunları yumrukla da çözmeyi bilen kuvvetli bir adamdı. Hatırlıyorum, çok da güzel içki içerdi. Bir hususu daha belirtmekte fayda var ki, o yıllarda TRT dublaj konusunda harikalar yaratıyordu, Slate’i Zafer Ergin seslendiriyordu. 

***

Görevimiz Tehlike bitince yerine konan Sirk Dünyası, bizde 10 yıl gecikmeyle gösterilmişti. Amerika’da 1963-64 yılları arasında yayınlanan dizi bizde 22 Şubat 1973 Perşembe akşamı başlamıştı. Bu dizi aslında 1952 yılında Cecil B. DeMille tarafından çekilen, Charlton Heston’ın oynadığı Oscar ödüllü filme dayanıyordu. Amerika’da CBS’in iki komedi programının rekabete karşı karşıya geldiği bir gün ve saate konmuştu: Salı saat 9’a. Bizdeki kadar tutulmamış ve sadece 30 bölüm çekilmiş ve bir sezon sürmüştü. 

Haliyle her oyuncu için çok zor bir diziydi bu. Ortam bir yana önceden çalışılması gereken çok konu vardı, hayvanlar arasında geçen zamanlar, oyuncuları zorluyordu. İlk bölümün çekimlerinde Jack Palance dizinin yapımcısı Stanley Colbert’in yanına giderek fısıltılı sesiyle sormuştu: 

- “Beni motive edecek bir şey söyle Stan”

- “Para”

- “Çok haklısın” dedikten sonra kameraların karşısına dönmüştü. 

Her şey zordu, ancak Jack Palance daha zordu; öfke kontrolü sorunu vardı. Örneğin Meksika’da çekilen bir filmde Meksikalı bir general ile kapışmış; filmin salahiyeti açısından aralarını zar zor yapmışlardı. Yine bir sette yönetmenin koltuğunu parçalayıp, kocaman elleriyle bacaklarını ayırmıştı. Birkaç tatsız hadisenin ardından Palance, İsviçre ve İtalya’da yaşamış, bu konuda psikolojik destek almıştı. Avrupa ona farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. 

***

Bizdeki Erol Taş’ın muadili olarak tanımlasak yanlış olmaz; Jack Palance sinemada hep kötü adam olmuştu ama televizyon karşısında oturanlar için iyi ve güçlü biriydi. Slate sert adamdı ama kesinlikle kötü değildi. Her bölümde bir drama yaşanır, ama Slate’in elinin değmesiyle mutlaka çözülürdü. Gerektiğinde en alt kademedeki çalışanın işini üstlenir, yeri geldiğinde psikolog gibi davranırdı. Bu gezici sirk şehirden şehre seyahat eder, her bölümde yeni insanlar görünür, yeni maceralar yaşanırdı. Muhasebecisi Otto King (Stu Erwin) ise Slate’in sağ koluydu. 

James Coburn, Bruce Dern, Dennis Hopper, Buster Keaton, Ricardo Montalban bu dizide izlediğim, sonra daha yakından tanımaya çalıştığım oyunculardı. Ayrıca başka dizilerde oynayan oyuncuların karşıma çıkmaları çok heyecan vericiydi. Örneğin Görevimiz Tehlike ve Uzay 1999 dizilerinin karı-koca ikilisi Barbara Bain ile Martin Landau, Tatlı Cadı dizisinde Samantha’nın sevimsiz annesi Endora’yı oynayan Agnes Moorehead hatırladıklarım arasında. Ancak dizinin en ünlü bölümü, Lucille Ball’ın konuk olduğu “Limbo’daki Kadın” idi.   

***

Televizyonun tek kanal ve siyah-beyaz olduğu dönemdeki dizi filmler, bir kuşağı tesiri altına almıştı. Şimdi geriye dönüp baktığımda daha net görülüyor ki, Sirk Dünyası o dönem gösterilen beyin yıkayıcı Amerikan dizileri arasında nispeten en zararsız ve masum olanıydı. 

Murat Beşer ([email protected])