Öyle fotoğraflar girdi ki gündemimize, gözün gördüğünden çok fazlasını anlattılar. Çünkü, Marksistlerin yüz elli yıldır hem anlatıp, hem eyleme çevirdiği, gözlerle baktılar.

Sınıf gözü

Dün, üçyüzbir kere kimbilir kaç acının korunu hissettik, Soma katliamının yedinci yıldönümünü andık.13 Mayıs 2014 günü neler olduğunu hatırladık, içimiz soldu, gözlerimiz yandı. 

Bugün, üçyüzbir kere kimbilir kaç acının hesabını sormak için devam edeceğiz. Gelecek Mayıslar için hazırlanacağız. Ne olmuştu bileceğiz, hesabını soracağız ve ne olacağını ise artık biz söyleyeceğiz.

Kolay değil işimiz. Bilmek için iyi görmek, anlatmak için iyi anlamak gerek. Bu görmek meselesi önemli. Bugün niyetim tam da bundan bahsetmek.

Basmakalıp sözlerimizdendir, bakmakla görmek aynı şey değil denir. Doğru.

Mevlana’dan alıntılanan bir başka söz: “Gözün bir anda gördüğünü, dil yüz sene söylese anlatamaz” der. Yanlış.

Tarihsel ve materyalist bakış açısıyla bakıp görürsek, doğru. Gönül gözü diye tasavvufta körleşirsek, yanlış.

Bir de işin bilmeden gördüğümüz, ya da görmeden bildiğimiz kısmı var. 

Daha fazla kelime oyununa dönüştürmeden işi fotoğraflarla devam edeyim. Öyle fotoğraflar girdi ki gündemimize, gözün gördüğünden çok çok fazlasını anlattılar. Çünkü, Marksistlerin yüz elli yıldır hem anlatıp, hem eyleme çevirdiği, gözlerle baktılar.

İşte birkaç örnek.

Önce Soma. Bundan yedi yıl önce, o karanlık günden bir fotoğraf vardı, kaskatı kesilmiş devlet yetkililerinin önünden yaralı arkadaşlarını taşıyarak geçen madencilerin fotoğrafı, hatırlarsınız. Fotoğrafın sahibini bulamadım, referans veremeyeceğim, kusuruma bakmasın.

Somalı madenciler

O fotoğrafa bakıp gördüğümüz şey sadece kömür karası yüzlerdeki acı ve öfkeyle, gömlek ceket içinde kasılıp kalmış yüzlerdeki derin boşluğun zıtlığı değildi. O fotoğrafta Taner Yıldız ve maiyetinin sanki fotomontaj gibi durduğunu, ocaktan kanter içerisinde çıkmış işçilerin bakışlarının bu lacivertli kuklaları nasıl delip geçtiğini gördük. 

Göstere göstere gelmiş o katliamda kimin gerçek sorumlu olduğunu, çamurlu çizmenin, parlak makosenden, baretin makam şapkasından, emeğin sermayeden, işçinin patrondan üstün olduğunu gördük.

İkinci fotoğraf yine yedi yıl öncesinden yine Soma’dan. Habertürk Gazetesi muhabiri Mehmet İnmez’in Erdoğan’ın basın müşaviri Yusuf Yerkel'in bir madenci yakınını tekmelemesini çektiği fotoğraf. 

Yusuf Yerkel'in bir madenci yakınını tekmelediği o an

O kadar yüklü bir sınıf kini ve o kadar açık bir sınıf tarafı var ki o fotoğrafta. Sırf bakarak anlaşılmaz, bilmeyen görmez. 

Sermayenin iktidarının danışmanı, aynı iktidarın emrindeki kolluk güçlerinin yere devirdiği emekçiye vücudunun, ruhunun, artık akıl namına ne kadarcık neyi varsa hepsinin tüm varlığıyla tekme savuruyor. Burada da yine sınıflar mücadelesinin yıllar yıllar içerisinde bize kazandırdığı aklımızla görüyoruz gerçeği.

Tekmeyi savuran, kabardıkça alçalıyor, yere yıkılan düştükçe yükseliyor. Emekçinin haklılığı, zorbanın aşağılık duygusunu kavuruyor. 

Burada da görüyoruz, emeğin sermayeden güçlü olduğunu. Biz görüyoruz, onlar da görüyor. Biz zaten biliyoruz, onlar da biliyor. İşte buna da sınıf çatışması deniyor.

Son fotoğraf artık bugünden, 2021 Türkiye’sinden. AFP fotoğrafçısı Bülent Kılıç’ın İstanbul’da bir restoran terasında çektiği çok konuşulan fotoğraf.

Bülent Kılıç'ın çektiği fotoğraf

Bu fotoğrafa çeşit çeşit bakan oldu, kimi İstanbul’da keyif çatan Ukraynalı gördü, kimi, kapanma yasaklarındaki tutarsızlığı. Oysa bunlar değil o fotoda anlatılan. Bu ana bakıp da fotoğrafını çeken göz, anlattı işte gördüğünü. Dedi ki, “vicdanı olan herkes buradaki sınıfsal çatışmayı görür… çalışmak zorunda olanların onurunun incindiği bir durum yaşanıyor.”

Bülent Kılıç’a katılıyorum, ama eklerim var. Fotoğrafın tam göbeğindeki emekçi kadında benim gördüğüm, zavallılık, güçsüzlük, kenara itilmişlik değil. Neden olsun, temizlik yaptığı için mi? Ne münasebet. 

O fotoğrafta gördüğümüz, ülkeyi tehdit eden, kasıp kavuran bir salgında, eğitim, sağlık, insana yaraşır çalışma hakları ellerinden alınmış, yaşamları hiçe sayılmış emekçilerdir.

Kılıç’ın dediği doğru, sınıfsal çatışmadır bu, ancak görmek için sadece vicdan yetmez. Sınıfın aklıyla bakmak, o genç kadının yüzündeki öfkeyi anlamak, güç katabileceği kavgayı bilmek de gerekir.

İlla birşeyin gözüyle bakacaksak, aklımızın gözüyle bakalım. Sınıfımızın bakışını ortaklaştıralım ki, birleşip bir anda gördüğümüzü, yüzlerce yıl silemesinler hatıramızdan.