Bizimkisi, tüm bunların yanında, bir delilik miydi? Bir delilik miydi bizleri buluşturan fırtına… Öyleyse bile çok güzeldi. Hep! Hoşça kal canım yoldaşım.

Sevdaya dair…

Hatırlıyorum…

Neyi?

Ritsos’u severdin… Bize hep Kavafis yalnızlığı düşse de… Bir şiir okusan “ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip” derdi ellerindeki dizeler.  
Hep gülerdin; mutsuzken, elem ve hatta keder içindeyken. Yüzünle, gözlerinle, kocaman yüreğinle…

Hatırlıyorum.

Kitap Kulübü, Hacettepe, hemşireliğin önü.
Ya da bir akşam üstü, okuldan sonra, 45. Selanik. Mithatpaşa Caddesi ve Ankara.

Sene ‘99, 2000. Belki de 2001.
*
Hastalıklar, ayrılıklar, karmaşa düşmemiş daha hayatımıza.

Genciz. Vaktimiz var, bol: okumaya, bildiri dağıtmaya, koşturmaya, hep beraber eğlenip hep beraber ağlamaya…

Sonra…

Zamanın acımasız bir yanı var: İnsanın bedeni dinçken zihni toy oluyor; zihni kendini bulduğunda ise bedeni tökezliyor.

Koca bir haksızlık bu!

Geçiverdi yıllar.

Ama bilinç de yaşamak da maddenin geçici bir hali işte. İnsan arkasını dönmeye vakit bile bulamadan geçiveriyor zaman. Ne yazık ki!

*

Hacettepe, Ankara dedim ya…

Hangi ara yol aldık demeye dilimin bile varmayacağı kadar yakın o günler. Hani uzansam, sabah kalkıp çıksam şu evden, sanki çaldığım ilk kapıyı gençliğimiz açacak, sen açacaksın. Bugün bile… O kadar yakın.
Ama… Sonra… Geçiverdi yıllar.

Dostluklar seyreldi, arkadaşlıklar bitti; araya yollar ve şehirler girdi.

Yoldaşlıklar…

Baki kaldı.

Haksızlık, bu!

*

Doğa böyle. Onca gürültü patırtıya rağmen, önüne geçilemiyor işte… Zaman, en çok, güzel zamanlara haksızlık ediyor. Ve insan bunu ancak yıllar geçince anlıyor. Bunu sen bilirsin… Ben bilirim… Biz biliriz…
İlk önce de kendi hayatlarımızdan… Başlıyor ve bitiyor bazı şeyler. Hayat böyle. Bazen çok da erken.
Annemi hatırlıyorum böyle zamanlarda. Eksik yaşanan her yaşamın adına.

Ve başında beklediğini, annemin. Hacettepe’de, hastanede… Ne iyi anlaşmıştınız. Hayatın onca kazığına rağmen sevecenliği elden hiç bırakmamış iki kadın. Ağız dolusu gülerek, sohbetin en koyusunda konuşuyordunuz ben odaya girdiğimde.

Siz kadınların farklı bir yanı var, biz erkeklerde olmayan: yumuşak, hayat dolu, akıp giden bir mutluluk. Yalın, içten ve açık. Hem de her şeye rağmen… Biz erkeklerin arasak da bulamayacağı istesek de dahil olmayacağı bir güzellik…

Şimdi yarım kaldı.

Dedim ya, ben böyle zamanlarda, neredeyse onun yaşına varacak olsam da artık, hep annemi anıyorum, eksik kalan her yaşam adına.

Artık… Ne yazık ki senin de adına…

*

Ayhan, Ayça, Deniz, Sernur, Ulaş, Kerim…

Ne çok isim var, bizden, bize kalan.

İyi, güzel ve umut dolu çocuklar, gençler... Pırıl pırıl… İnanmış, anlamış ve adanmış. Başka yerde, başka bir zamanda bulunmaz öyle bir toplam. Belki Komsomol zamanında. Beklentisiz adanmışlıklar zamanında…

Roman gibi.

Ne güzeldi…

Kitaplar ve yoldaşlar arasında.

Hatırlıyorum dedim ya… Neyi hatırladım biliyor musun?

Sene 2001, aylardan Kasım. Tire’deyim. Yine bir cenazedeyim, elimde kırık bir kürek, toprağa toprak atıyorum. Uzak kalmışım bir büyük heyecandan, görkemli bir bekleyişten. Buluşmuşsunuz Ankara’da…Sonra harfler dönmüş sahnede ve bir isim belirmiş karşınızda: TKP!

Heyecanla aradığını hatırlıyorum şimdi, telefondaki sesini… Hemen sonra, oradan, anında…
Hatırlıyorum sesini. Hâlâ… Yıllar ve de yıllar sonra.

*

En son Mart gibi haberleşmişiz. Bir kahve eşliğinde Ruhlar Mezbahası üzerine konuşarak. Sen bir anne olarak uyuyakaldığından yakınmışsın, yorgun. Ben bir baba olarak erkenden uyandırıldığımı yazmışım, mecbur.

Geçivermiş yıllar ama daha dün konuşmuşuz gibi…

Şimdi…

Tüm bunlar, şaka olsa gerek diye düşünüyorum, haftalardır.

Şaka! Bu ülke gibi, tarih gibi…

Onca umuda, onca öfkeye, onca bekleyişe rağmen…

Ne dersin? Hakikaten, dedikleri gibi Geçcek mi?

*

Geçmeyecek di mi Sevda! Benim canım arkadaşım, güzel kardeşim…

Bizden daha iyi kim bilebilir ki şu çıkan onca gürültüye rağmen… geçmesi gereken günlerin böyle geçmeyeceğini… Ancak ve ancak başka türlü geçeceğini…

Bizimkisi, tüm bunların yanında, bir delilik miydi? Bir delilik miydi bizleri buluşturan fırtına…

Öyleyse bile çok güzeldi.

Hep!

*

Hoşça kal canım yoldaşım.