Laik Cumhuriyet yıkılınca Meclis de yıkıldı. Enkaz kaldırma çalışması yapıyorlar şimdi, alan temizliyorlar. Bitince ortalıkta sadece Beştepe’deki saray kalacak. Uzun, ikinci istibdat dönemindeyiz…

Şehit Meclis!

Seçilmesinin ardından Leyla Zana'nın Kürtçe yemin etmesini vesile yapmışlardı. Dava açtılar, gözaltı kararı verdiler. Zana, Dicle ve Doğan, "milletvekili dokunulmazlığı" nedeniyle haklarında işlem yapılamayacağını savunarak TBMM'de ayrılmamaya karar verdi. Polis, 4 Mart 1994'da Meclise girip DEP'lileri zor kullanarak gözaltına aldı. Nokta’da “4 Mart Darbesi” tabir etmiştik. Galiba dergideki ilk haberimdi. O vesileyle hatırlıyorum.

Mecliste yaka paça gözaltına alınan DEP'liler bir süre sonra tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'ne konuldu. Anayasa Mahkemesi de bu olayın ardından, DEP'i kapattı. Tabii o zamanlar “askeri vesayet” vardı, partiler kapatılabiliyordu.

Çok şükür AKP ile askeri vesayet yıkıldı, parti kapatma yasaklandı. Şimdi kapatmıyorlar ama kapatmaktan beter ediyorlar. Sadece son üç yılda 14 vekil düşürülmüş. Ortalıkta kayyum atanmamış, derdest edilip içeri tıkılmamış belediye başkanı bırakmadılar. Binlerce partili tutuklu. Parti örgütleri hemen her gün saldırıya uğruyor. Ama kapatmak yasak!

Gerçi “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nden sonra bir önemi kalmadı, meclis bütünüyle işlevsizleştirildi ama olsun. Demokrasi mücadelesinden vazgeçmemek gerek... Aksi taktirde Mecliste ne mücadelesi verilebilir ki?

Laik Cumhuriyet yıkılınca Meclis de yıkıldı. Enkaz kaldırma çalışması yapıyorlar şimdi, alan temizliyorlar. Bitince ortalıkta sadece Beştepe’deki saray kalacak. Uzun, ikinci istibdat dönemindeyiz…

***

İstibdatlardan birincisinin de bir “anayasa” ve “meclis” tartışması ile başlaması tarihin cilvelerindendir. Kurulması ile kaldırılması bir oldu. Özgürlük umanlar kendisini tuhaf bir esaretin içinde buldu.     

1876 Kanun-u Esasi’si monarşiyi ortadan kaldırmıyordu ama buna karşılık kişi hak ve hürriyetlerini de güvence altına almaya çalışıyordu. Anayasa ile birincisi üyeleri halk tarafından seçilen Heyet-i Mebusan, ikincisi de üyeleri padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan olmak üzere iki meclisli bir parlamento oluşturulacaktı. Her iki meclisçe kabul edilen kanunların padişah tarafından onaylanması gerekiyordu. Ayrıca padişahın kanunları veto etme ve parlamentoyu feshetme yetkisi vardı. Yürütmenin başı oydu, sadrazamı ve bakanları bizzat seçecekti, ordu ona bağlıydı. Özetle, tıpkı bugün olduğu gibi görünüşte bir meclis ve bir anayasa var olmasına rağmen padişah kendi çalıp kendi oynamayı sürdürecekti.

Kanun-u Esasi, anayasal düzenden taraf olduğuna inanıldığı için tahta çıkarılan II. Abdülhamit tarafından ilân edildi. Ortalıkta bir anayasa vardı var olmasına ama ferman hala padişahındı. Anayasa ile geniş yetkilerle donatılan ve halifelik sıfatı bulunan padişah, tıpkı bugün olduğu gibi mutlak bir sorumsuzluğa sahipti.

Bu gelişmeler sırasında Osmanlı-Rus harbi çıktı. Abdülhamit harbi bahane ederek Meclisi feshetti. Anayasayı rafa kaldırdı. Ayak sürüyerek kabul ettirdiği maddeye dayanarak anayasanın mimarı Mithat Paşayı sürgüne gönderdi ve orada öldürttü. Ardından 30 yıl süren bir baskı rejimi kurdu. Anayasayı kaldırdığı raftan indirmeye hiç yanaşmadı ama vekillere maaşlarını ödemeye devam etti. Kurduğu hafiye örgütüyle ses çıkaranı ezdi. 1908’de alaşağı edilene kadar böyle sürdü her şey.

Resneli Niyazi adındaki genç bir subay canına tak edince yanında dört yüz kişiyle dağa çıktı. Bunu duyan Hamit’in dizlerinin bağı çözüldü. Abdülhamit alaşağı edildi, 1876 Anayasası raftan indirildi. Ekler yapıldı, padişahın yetkileri sınırlandırıldı, Meclisin gücü arttırıldı. Meclis ve Anayasa geri gelmişti.

Fakat İttihatçılar, padişahsız bir rejim kurmayı hayal etmemişlerdi. Abdülhamit’i indirdiler, Mehmet Reşat’ı bindirdiler. Binenin bir kukla olduğundan emin olunca aldıkları yetkileri geri verdiler. İkinci Anayasa ve Meclis de o hayhuy içinde kaybolup gitti.

Kurtuluş Savaşı’nın gölgesinde kurulan Yeni Meclis Laik Cumhuriyet ilan etti. Anayasalı ve Meclisli yeni bir dönemin başlangıcıdır.

Sonra 12 Eylül’de generaller gelip kısmi bir yıkım gerçekleştirdi. AKP son darbeyi vurup arta kalanları tamamen ortadan kaldırdı.

1923, 1908, 1876…12 Eylül 1980’den beri zamanda geriye doğru yolculuk yapıp duruyor ülke. Her adımında biraz daha geriye gidip, oradan kahramanlar, kurtarıcılar devşirmeye çalışıyor. Abdülmecit aziz, Abdülhamit mehdi, Sultan Selim ahir zaman peygamberi…

Şimdi cumhuriyetin ve meşrutiyetin gerisindeyiz. Meclis feshedildi. Anayasa rafta. Yetkileri Abdülhamit’ten fazla olan bir nev-zuhur sultanımız var. Üstelik her adımda daha fazlasını istiyor.

***

Bunlarla birlikte Meclis’in “milli iradeyi temsil ettiği” efsanesi çok trajik bir biçimde sona eriyor. Parti başkanları atamayla geliyor, seçimler hileli, oy hesabıyla alındığı iddia edilen kararlar şike kokuyor. Yargısı, yasaması yürütmenin emrinde. Büyü bozuldu. Lenin’in öngördüğü gibi burjuvazinin kocaman bir ahırı var artık. Ara sıra birini kulağından tutup ahırdan dışarı atıyorlar. Ahırdakiler atılmadıkları için kendilerini şanslı sayıyor. “Demokrasi mücadelesi” için imkân buluyor. Kısaca parlamenter sistemdir, çürüyor ve parçalanıyor.

Eskiden “kuvvetler ayrılığı” deniyordu, denetimi öngörüyordu. Sosyalizm çözülüp, sınıf güçsüzleşince ihtiyaçları kalmadı. Ayrıca ayrı olsa ne olmasa ne? Meclis gibi mahkemeler de sonuçta bir iktidar organı. Mahkemeler vekilleri tutup içeri atabiliyorsa bunu iktidarın bir parçası olmasına borçludur, demek istiyoruz. Bunu asla unutmuyoruz.

***

İşçi hareketi, bu sistemin çürüdüğünü çok erken fark etmişti, yerine Komünü ve Sovyetleri koydu. Marx, “Komün, parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir gövde olmak zorundaydı” diye tarif ediyor bunu. Sovyetler de esinini Komünden almıştı. İkisi de sonuçta birer “diktatörlük”tü ama proletaryanın diktatörlüğüydü. Bugün daha net görüyoruz, parlamenter sistem de bir diktatörlüktür ama burjuvazinin diktatörlüğüdür. Demek ki her sınıf “seçimini” kendi usulünce yapar. Demek ki seçimimiz açık diktatörlükler arasındadır!

***

Hatırlayacaksınız, 15 Temmuz şeyinde darbeye kalkışanlar Meclisi de bombaladı arada. İlginç olan şu ki poliste, askerde, her yerde örgütlenen bu çete bir tek mecliste örgütlenmeyi akıl edememişti! Belki işlevini tamamladığını fark etmişlerdi, kim bilebilir? O eylemden dolayı “gazi” ilan ettiler meclisi. Halbuki tarihi ortada, Laik Cumhuriyeti ilan etmiş bir meclisi gazi ilan ettiniz mi onu “şehit” etmiş olursunuz. Şehit ettiler elbirliğiyle. Şehit ederken üye sayısını ve maaşlarını arttırdılar. Vekillik en boş beleş işlerden biri artık. Abdülhamit’ten Abdülrecep’e Meclisin kısa tarihidir.

1923, 1908, 1876…12 Eylül 1980’den beri zamanda geriye doğru yolculuk yapıp duruyor ülke. Yalnız unutulmamalı, geriye gitmek mümkünse, ileriye gitmek, geleceğe sıçramak ta mümkündür. Çürüyen, eskiyen, düşen her şeyi kaldırıp atmanın tek yoludur bu. Devrimdir, halktan başka dayanacak hiçbir kuvvetin kalmadığı şartların getirisidir.