"Bizim gülüşümüzü çalmaya çalışanların laneti aslında gülememekten korkmaları değil mi? O hâlde gülüşümüzü bu şeytanlardan geri almanın vakti gelmiş de geçiyordur bile."

Satılan Gülüş

Okumak iyidir. Okumak bizi diri tutar. Okumak, deli gibi koşuşturulan ve gündemi kaçırmamak için neredeyse telefonlara yapışık yaşanan günümüz insanına biraz yavaşlama ve derinleşme olanağı sağlar. Anlamak, anlamlandırmak ve dönüştürmek tutkusuna en iyi yoldaş ve yol göstericilerden biri okumak eylemidir. Gideni ve gelmekte olanı anlamak için şenlikli bir aydınlıktır okumak. Hız çağına es vermek ve oyunbozanlık yaparak nanik yapmaktır yalancı spikerlere; müthiş bahtiyarlıktır okumak, telaşa karşı dingince yaşamı savunmaktır.

Size de öyle gelmiyor mu? Her gün sanki biraz daha kısalıyor. Her gün sanki biraz daha hızlanıyor ve her gün biraz daha kesif kekre bir tat bırakarak bir sonraki güne yuvarlanıyor. O hâlde durup zaman konusunda, zamana yığdığımız yapıp etmelerimiz konusunda azıcık daha düşünmeli ve konuşmalıyız. Değil mi ki zaman nasılsa öyle ya da böyle akacak? Hızlı ya da yavaş… Sığ ya da derin… Dingin ya da telaşlı… Zamanı derin ve yoğun şekilde idrak edebilmek için belki de onu yeniden ve başka türlü örgütlemek ve üzerine düşünmek gerek. 

Bir de sadeleşmek gerek sanki. Süslerinden, gösterişinden, laf kalabalığından bir bir sıyırıp üzerimize gelen çıfıt çarşısını derleyip toplayıp tasnif etmek gerek. 

Peki, neden okumakla başlayıp zamanın akışı ve hız çağı ile devam ediyorum acaba? Dilimin altındaki bakla ne? Beni bu yazıyı yazmaya iten o duygu ne? Söylüyorum, elimde bir kitap var, kızımın kitapları arasında tesadüfen gördüğüm ve nasılmış diye merak ettiğim. Bu aralar serbest okumalar yapmayı, minik keşiflerin peşinden gitmeyi seviyorum sevmesine ama lanet gibi hep aynı imge eşlik ediyor bir gölge gibi gündelik yaşantıma.  

Nazi Almanyası. Siyah beyaz filmler. Yük vagonları hınca hınç insan dolu… Yük vagonları çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı, ihtiyarlarla dolup dolup boşalıyor. İnsanlık utanıyor. Vicdanlara kör kilit takılmış sanki. Sonra şimdilerde müze olan ve ziyaret ettiğim Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı’ndan kareler. Kampın detayları. Bir kâbus mekânı… Zaman-mekân bükülmesine uğramış gibi asılı kalmış taş binalara eşlik eden tahta barakalar. Kampın dehlizleri, tabutlukları, fırınları ve taş koridorlara asılmış vesikalıklar… Binlerce fotoğraf. Kadın, çocuk, taş işçisi, komünist, direnişçi, doktor, öğretmen, müzisyen, çiftçi yüzleri size bakıyor. 

Hatırlıyorum, eskiden, daha çocukken II. Dünya Savaşı filmlerindeki toplama kampı sahnelerinde ya da gettolardaki başta Yahudiler olmak üzere sivil halka yönelik sistematik eziyetlerde hep şu soruyu sorardım “Bütün bunlar olurken dünyanın geri kalanı ne yapıyormuş?” Olan bitenin korkunçluğu karşısında hem korkunç bir dehşete kapılır hem de yaşadığımız dünyanın tekinsizliği nedeniyle ölümüne yalnız ve kırılmış hissederdim. Bugün ise Gazze’ye, Lübnan’a ve Filistin halkına yapılanlar karşısında bu duygu beni yalnız bırakmıyor. Ezilmiş ve örselenmiş bir vicdanla olup bitenler karşısında kendimi parçalarcasına bağırdığım hâlde sesimin bir türlü çıkamadığı bir karabasanın içindeyim sanki. Sözünü ettiğim bu lanet imge ile sakatlanmışken ve bir nevi yas tutarken kaybettiğimiz neşeden söz etmek çok mu bencilce olur ki? 

Ne kadar uzakta Gazze? 800 küsur kilometre mi?

Ne diyorduk? Okumak; zamanı, kendimizi (zaman-mekân-insan), vicdanımızı örgütlemek ve kayıplarımızın peşine düşmek anlamları da taşır mı? Şimdi okuduğum, henüz bitiremediğim, James Krüss’ün “Satılan Gülüş” adlı romanına geliyorum. Bir gençlik romanı… “Her şeyin satılık olabildiği bir dünyada değerlerin önemine dikkat çekiyor. Şeytan’la anlaşma yapan insanın çıkmazını sorgularken dostların, dayanışmanın gücünü sergiliyor” diyor arka kapakta. Roman, yoksul küçük bir oğlanın yani Timm’in gülüşünü Baron Silbi’ye satmasının ardından yaşananları anlatıyor. Umudu ve gülüşü arayışın öyküsü bu. 

Bir gülüş nedir? 

Kaybedildiğinde ne olur?

Gülüşü kaybetmek umudu da kaybetmek değil midir? 

Bir kukla tiyatrosunda gülmeyi başaramayan bir prensesle evlenmek üzere yola düşen bir gezgin ve bir kralın konuşması ne tatlı veriliyor kitapta. Bir bölümü şöyle:

Kral: Ah gezgin, boşuna yorulacaksınız, bana inanınız. O gülmek istemiyor! Nedenleri bunu iyi açıklıyor. Günün birinde her şeyin yok olacağını bilen kişi, er geç şu acı sonuca varır çünkü: Dünya ışıldayan bir küre olsa da, sonunda sabun köpüğü gibi patlar. İnsanın bunları düşünmesi ve güleceği yerde, ciddi ve vakur kalması gerekmez mi?

Gezgin: Doğrusu majesteleri, akıllı birine benziyorsunuz. Ama meseleye yanlış yönden yaklaşıyorsunuz. Ölümü düşünüp yaşayan, kaybetmiştir en baştan çünkü majesteleri, yaşam, şimdi ve buradadır her zaman. Cam kadeh kırılmak için yapılmamıştır. Onun varlığı, şarapla ışıldadığında anlam kazanır. Günün birinde kırılacağını elbet bilir. Ama henüz kadehtir. Ve dolması gerekir! 

Kral: Bir kadeh kırılacağını bile bile, ışıldadığı için nasıl sevinebilir ve niye? 

Gezgin: Çünkü gerçek şu ki, onun sevinci, sonsuza dek ışıldamayacağı bilincinde gizli. 

Der Gezgin ve devam eder. “İnsanı hayvandan ayıran, gülmektir sayın kralım, Tanımak için gerçek insanı, doğru anda gülebiliyor mu, ona bakmalı.” 

Timm Metelik’in gülüşünü geri almak için neler yaptığı bu çok güzel romanda öyle tatlı anlatılmış ki daha pek çok paylaşılası bölüm var. Hemen romanın başında, Hamburg’tan kalkan tıkış tıkış bir tren yolculuğundaki karşılaşmada yaşını belli etmeyen yuvarlakça bir adam anlatıcıya şöyle der: 

“Demek kitap yazıyorsunuz. İlginç. Daha geçenlerde, aslında yazmak istedikleri kimi kitapları yazmamakla hayatını geçiren insanlar olduğunu duydum.”

“Bunlar ne biçim insanlar?” diye sordum. 

“Dünyanın ve insanoğlunun içyüzünü görebilen arif kişiler, bilgeler.”dedi. “Onlar suskunluklarını, bilginin herkese ulaşıp yayılmasını istemeyen güç sahiplerine satıyorlar.”

Peki, böyle bilgelik olabilir mi? 

Sonra Hamburg’taki tren 1940’a doğru gitti. Tıklım tıklım insan Auschwitz-BirkenauToplama Kampı’na doğru giderken başka bir zamanda 2024’de Kathrin gemisinin yolculuğunu anlatıyor gazeteci Metin Cihan: 

“Bu gemi İsrail’e patlayıcı teslim etmek üzere yola çıkmıştır İsrail'e patlayıcı teslim etmek üzere yola çıkan ve şu an ülkemizde olan Kathrin gemisinin yolculuğunu anlatmak istiyorum. Gemi Vietnam'dan yola çıktı. İlk durak Namibya olacaktı. Namibya bir açıklama yaptı ve taşıdığı patlayıcının insanlık suçlarında ve soykırımda kullanılacağı gerekçesiyle geminin limanlara giriş iznini iptal ettiğini açıkladı. Birleşmiş Milletler raportörü, geminin 8 konteynerinde taşınan yükün İsrail'in Gazze'de kullandığı savaş uçakları ve füzeler için temel bileşen olduğunu duyurdu. Bu duyuru üzerine Angola geminin yanaşma talebini reddetti. Gemi diğer Afrika ülkelerinden de olumlu yanıt alamayınca tim kıtayı dolaşarak Akdeniz'e doğru yöneldi.Uluslararası Af Örgütü, gemide RDX Hexogen adlı patlayıcının olduğunu ve İsrail ordusuna teslim edileceğini açıkladı. Güzergâhtaki tüm ülkelerin bu gemiyi reddetmesi çağrısı yaptı. Geminin resmi varış ülkesi olan Slovenya, insanlık suçuna ortak olmamak gerekçesiyle bu gemiye liman giriş iznini iptal ettiğini duyurdu…” 

Dedim ya, lanetli bir imge gibi üzerimize çöken yılgınlık, bunalmışlık, çaresizlik ve kıstırılmışlık içinde kefaret ödemek öyle kolay değil. Neyi kaybetmeye doğru gidiyoruz?

Gülüşümüzü kaybediyoruz, herhalde onu bulmak en zor olanı... Öte yandan gülemeyen Şeytan’ın çaresizliği sonucunda minik bir oğlandan gülüşünü çalması ise Şeytan’ın trajedisi olsa gerek çünkü dünyanın mülkü, zenginliği ve tüm savaşlarına sahip olması bir şeyi değiştirmiyor, gülememek laneti katlanılır değilmiş, bunu düşündürüyor “Satılan Gülüş”. Tersinden okursak, sormadan edemiyorum: Bizim gülüşümüzü çalmaya çalışanların laneti aslında gülememekten korkmaları değil mi? 
O hâlde gülüşümüzü bu şeytanlardan geri almanın vakti gelmiş de geçiyordur bile.

James Krüss, Satılan Gülüş, Günışığı Kitaplığı

*Kapak Fotoğrafı: İsrail’in saldırılarını ve ambargosunu sürdürdüğü Gazze kentinin orta kesiminde yer alan Bureyc Mülteci Kampı'nda yaşayan Filistinliler, soğuk hava ve zor koşullar altında yaşam mücadelesi veriyor. Filistinli çocuklar, ısınmak için evlerinin enkazı üzerinde ateş yakıyor. (Foto Muhabir: Moiz Salhi / AA)