İskilipli için idam kararı veriyor.

Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi mi?

O da şapka kanunu mucibince halkı kışkırtmaktan yanına ilave ediliyor!

Şapka ve İskilipli Atıf'ın idamı

Şapka mühim.

Önce fes vardı. Yazılanlara göre Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa Fas seferi dönüşünde beraberinde getirdi fes adı verilen serpuşu. Sultan Mahmut’un da gönlünü çelen fes kısa bir süre sonra resmi serpuş olarak ilan edildi. Bundan böyle fes giyilecekti. Sipersiz olması nedeniyle namazda secdeye varılırken sorun çıkarmadığından ahali tarafından fazlaca bir tepki görmedi. Çabucak benimsenerek başlarda taht kurdu. Böylece sarık alimlere ve din adamlarına kaldı. Taşraya ise takke, külah…

1829’dan 1925’e kadar böyle sürüp gitti.

Fes, sarık, takke ve külahın ilgasını 1925’in Ağustos ayında Mustafa Kemal Paşa’nın ünlü Kastamonu nutkuyla başlatıyoruz:

"Bu serpuşun ismine şapka denir… Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim, Yunan serpuş olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz..."

Bu, şapka "inkılabının" işaretidir.

Yakın bir zamana kadar yalnızca Maraşlı dondurmacıların ve "her canlı bir gün mutlak ölümü tadacaktır" emri mucibince bu dünyadan göçen Kadir Mısıroğlu’nun bir "huni" gibi kafasında taşıdığı fes denilen serpuş, verilen bu işaretle hayatımızdan çıkacaktır.

Mustafa Kemal’in bu işaretinin gereğinin yapılması tabiidir. Öyle de olur. Kasım 1925’te Mustafa Kemal Paşa’nın dileği kanun metnine dönüşür. Bundan böyle bilumum memur takımı mebuslar dahil, kafaya şapka giyecektir. Kanuna göre şapkanın dışında başka bir serpuş giymeye kalkanlara verilen ceza İhtilal Mahkemelerinden beklenmeyecek kertede hukuki, adil ve yumuşaktır. Yani bence öyledir. Bakar mısınız yanlıca üç aya kadar hafif hapis cezası! Ancak şapka kanunu bahanesiyle yapılan gösterilerde cumhuriyet’in sorgulanmaya başlanması, halifeliğin ve şeri’ye mahkemelerinin kaldırılmasının protesto edilmesi, meclisin almış olduğu bu kararların meşruiyetinin tartışma konusu yapılması Ankara’yı harekete geçirir. Meclis adına hareket etmekle memur edilmiş İstiklal Mahkemeleri olağanüstü koşulların gerektirdiği şekilde hüküm icra etmeye başlar.
Peki Atıf Efendi şapkanın neresinde?

İskilipli Atıf 12 Temmuz 1924 tarihinde "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalesini yayımlamıştır. "Gavur taklitçiliği ve şapka…" Yani Mustafa Kemal’in, medeni kıyafetin "mütemmim cüzü olarak tanımladığı şapka ile ilgili konuşmasını yapmasından ve kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazılmıştır bu risale. 32 sayfalık bu kitapçık esasında bir nevi fetvadır ve özeti şudur:

Müslüman kişinin kılık kıyafette ve davranışlarında Gayr-i Müslimleri taklit etmesi şeran günah ve yasaktır… Müslümanlar dinlerine, kalpleriyle ve dilleriyle olduğu kadar, feslerinin sarığı ve püskülü ile de bağlı olmalıdırlar. Bu bağı bozmak, düpedüz dinsizliktir, küfürdür…

Şimdi ben bunları sadeleştirerek yazıyorum. İskilipli bu yazdıklarının şeriata uygunluğunu kanıtlamak için Muhammed’i de tanık olarak çağırır. Hadis diyoruz:

"Kim başka bir kavme benzemeye çalışırsa onlardandır."

Fesin sarığı, püskülü derken oldunuz mu gâvur!

İsyan ilkin Erzurum’da patlar. 25 Kasım’da şapka kanunu bahanesiyle kışkırtılan halk sokağa dökülür. Şeyh Sait isyanı daha dün gibidir. Henüz bastırılmış isyanın külleri halen sıcaktır. Dinci gerici kışkırtmalara karşı son derece duyarlı olan Meclis ikirciksiz olarak sert önlemlere başvurur. Derhal sıkıyönetim ilan edilir. İstiklal Mahkemeleri, devrim mahkemeleridir, hızla girişir işe. Erzurum, Maraş, Kayseri, Sivas, Giresun, Rize… Sehpalar kurulur meydanlara. İdamlar var. Sayılar oynak, 28’le 78 arasında değişkenlik gösteriyor. Tabii ölünceye kadar fesini bir "huni" gibi kafasında taşımış olan "tarihçi"yi ayrı tutmak gerekiyor. Hızına yetişilemiyor. Yüzlerce rakamını veriyor.

İskilipli Atıf’ın risalesinden söz etmiştim. Risalenin isyan bölgelerinde yapılan aramalarda ele geçirilmesi üzerine İskilipli İstanbul’da tutuklanıyor ve yargılanmak üzere suç mahalli olarak belirlenen Giresun’a getiriliyor. Güzel. Güzel de onu orada karşılayan İstiklal Mahkemesi oluyor. 16 Aralık’ta başlayan mahkeme iki gün sürüyor ve gayet makul bir gerekçeyle, risalenin şapka kanunundan çok önce yazıldığı ve buna dayanılarak suçlama yapılamayacağı ileri sürülerek beraat ettiriliyor ve yazılanlara göre mahkeme heyetinin üyeleriyle aynı vapurla İstanbul’a dönüyor.

Ne ki Ankara’da Ali’ler var:

Afyon Milletvekili Ali Çetinkaya, Denizli Milletvekili Necip Ali, Antep Milletvekili Kılıç Ali…

Soruşturmalar soncunda risalenin isyan şehirlerinde bir bildiri olarak dağıtıldığı bilgisine ulaşan ve yapılan soruşturmalarda bunda İskilipli'nin parmağı olduğu hükmüne varan "Aliler Divanı" İskilipli'nin tutuklanarak vakit geçirilmeden Ankara’ya sevkini istiyor. Yalnız İskilipli değil, yanına kışkırtıcılardan Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi’nin de katılmasını istiyor.

Ankara İstiklal Mahkemesi İskilipliye iki suçlama yöneltiyor:

Birincisi Kitapların dağıtılmasını sağlayarak isyana neden olmak. İkincisi ise Milli Mücadele sırasında halkı isyana teşvik etmek.

İlkini eksik- gedik özetledim. Şimdi ikincisine geçebilirim:

Elimin altında Tarık Zafer Tunaya’nın "Türkiye’de Siyasal Partiler" kitabının ikinci cildi var. "Mütareke Dönemi" alt başlığıyla yayımlanmış olan bu kitapta 19 Şubat 1919 tarihinde kurulan ve 1920 sonlarında kendisini feshederek halifeci, İngilizci çizgideki Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne katılan gerici Teali-i İslam Cemiyeti hakkında bilgiler var. Önce kurucularıyla tanışıyoruz. İki adet Atıf var. Biri Konyalı… Geçiyoruz. Diğeri Mehmet Atıf… Bu bizimki oluyor! Reisievvel, birinci reis İskilipli Atıf…

Büyük boy arkalı önlü dört sayfalık bir bildirinin tamamını almış Tarık Zafer Tunaya. Ben İskilipli'nin zihniyeti hakkında bir fikir verebilmek için bildirinin yalnızca son sayfasından bir bölüm aktarıp geçmek istiyorum ama şiirsel başlangıcına da kıyamıyorum. Şöyle:

"Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahalisi! Bir zamanlar ne kadar şen ve bahtiyar idiniz. Hemen hepiniz çoluğunuz ve çocuğunuzun yanında, tarlalarınızın, bağlarınızın başı ucunda, çiftinizle,çubuğunuzla uğraşıp vaktinizi hoş geçirmeye çalışır idiniz. Bir müddetten beri size ne oldu? Niçin böyle boynunuz bükük tıpkı bir yetim gibi mazlum duruyorsunuz?"

Bildirinin sonunda ise bu harika hayatın canına okuyup şiirsel tabloyu bozanlar anlatılıyor:

"Ey kahraman askerler!

Harp senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşerilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi!

İşte bu hainlerin harp cephesi haricinde kalmış olan efradı ailenize kanlı elleriyle ne kadar fecayii irtikâb etmiş olduklarını harpten döndükten sonra gördünüz!(...) Siz Allah’ın emrine halifenin fermanına ittibaen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor. Bunların vücutlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur…"

Bu bildiri o günün ünlü gazetelerinde yayımlandığı gibi Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılıyor…

Şimdi ne yapsın üç Ali…

İskilipli için idam kararı veriyor.

Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi mi?

O da şapka kanunu mucibince halkı kışkırtmaktan yanına ilave ediliyor!

Yani İskilipli'yi idama götüren şapkadan ziyade, açılan eski defterler oluyor!