Şimdi Sait Faik’in ayak izlerindeyiz. Sağımız keman, solumuz akordeon ve piyano. Köşede sokak kitapçısı, tentenin altından bakışıyoruz, Cahit Irgat kitabına ulaşıyor elim, şaşırıyorum.

Sait Faik ve Cahit Irgat…

Refik’te buluştuk, yağmur öyle acı çeker gibi yağıyor ki kediler bile üzüntüyü seyre dalmışlar. 

Sokakta şemsiyenin altındaki masada; iki dilim kavun-peynir, taze soğanlı bir çilingir salatası, lakerda ve bir küçük şişe anzarot.

Sonbaharları yazılmamış şiir gibidir İstanbul’un, rüzgâra savurur umutlarınızı, yukarıda mavi bulutlar sevişirken güneş konar ellerinize.

Galatasaray’da kucaklaşmıştık. Yolda mızıka çalan Ali çocukla yürüdük bir süre, sonra kuklacı Selim ile selamlaştık ve gitarıyla “Bugün sen çok gençsin yavrum, hayat ümit neşe dolu” şarkısını inleye inleye söyleyen Berfin ile.

Her geçenle gülen gözlerle bakışıyoruz, ışıl ışıl, merhabalar çoğaldıkça çoğalıyor, iki polis geliyor yanımıza, karşıda bir kız çocuğu elinde bendir hem çalıp hem dans ediyor, başındaki kalabalık sevinçler içindeler ki sormayın, polislerle niyeyse tuhaf tuhaf bakışıyoruz, bu Beyoğlu şenliğe durduğunda Beyoğlu oluyor, yürüyoruz Asmalı Mescid’e doğru.

- Şu Narmanlı Han dile gelse konuşsa, edebiyatımızın bilinmeyenleri dökülür önümüze, demin önünden geçtiğimiz Markiz de öyle. Buralarda kendi öykülerini hayatın öykülerine karıştırıp bir nefes de sokak sokak, insan insan yaşamı çiçekleyen canlarımızın sesi, soluğu var.

- Sait Faik’te okumuştum Markiz buluşmalarını ve oradan Çiçek Pasajı’nda Entelektüel Cavit’te kurulan sofraları. Cahit Irgat üstünde siyah pardösü başında fötr şapkası ile şiir kokan adammış onun için.

- Bence Sait Faik masmavi deniz gibi bir adammış, martılar kadar özgür, sokak kedileri-köpekleri kadar yürekli, ağaçlar ve dalgalar kadar coşkun.

- Haftanın üç günü ada vapuruna bin, Karaköy’de in, vur kendini sokaklara. Yağmur varmış, kar varmış, güneş yakıyormuş umurunda değil.

- İki dosta merhaba demeden söz çoğalmaz ki yürekte, suskunluk hep kaybettirir, hele cebinde kalem kâğıt dolaşan bir sözcük toplayıcısı, hikâye kurucusu isen, taş olur yüreğin.

- Geceleri daha çok seviyor, sabahın ilk alacalarını seviyor, dalgaların kayalara çarpıp söyledikleri şarkıları dinliyor, karabatakların gagalarını seviyor, köpeklerin, kedilerin bal rengi gözlerinin içine bakmayı seviyor. Saklı saklı konuşuyor onlarla.

- Cahit Irgat dedin ya demin, o da öyleydi. Şiirler kadar oyun repliklerini, öyküleri ve bazı romanları ezbere bilirdi. 

Sözün arasına Refik karışıyor, gırtlaktan çıkan hırıltılı sesiyle canı yanar gibi yavaş yavaş.

- Nerede o eski dostluklar, hiçbiriniz gelmez oldunuz. Duvarlarda resimleriniz olmasa yüzlerinizi unutacağız. Geçen hafta Yaşar Kemal uğradı, yanında birkaç genç, saatlerce oturdular, bir bozlak söyledi gençlerden biri. Norveç'te yaşıyormuş, orada doğmuş büyümüş öykücü olmuş ama bozlak söylüyor yanık yanık. Yaşar Kemal gülünce masalar devrilir ya hani onun gibi oldu tüm meyhane.

- Sen Cahit Irgat’a yetiştin mi Refik, az önce bahis oydu.

- Garsonluk yıllarımdır, yakışıklı adamdı vesselam, bizim Karadeniz’de karayemiş ağaçları vardır onun gibi. Kravatlı, şapkalı, yakası çiçekli, tıraşlı, çiçek kolonyası kokulu ve ruhu okşayan sesi ile Beyoğlu efendisi. Hep aynı yere oturur, aynı şeyleri söyler, bahşişin en fazlasını verirdi. Ya yalnız gelirdi ya çok kalabalık. Şehir Tiyatrosu oyuncularının yarısını onun sayesinde tanıdık. Aşk adamı, dillere destandır Mina Urgan’a olan yanıklığı. Onu da görmüşlüğüm var. 

- Refik birer tek yolluk ver bize, karanlık çökmeden Karaköy’e köprü altına yürüyeceğiz. Yüksek kaldırımdan salarız kendimizi denize doğru. Sait Faik’in ayak izleri ardından.

- Haftaya geliriz yine, duvardaki resimleri görüntülemek istiyorum, belki gün olur işe yarar.

- Tekler tamamdır, gidişiniz de gelişiniz gibi olsun.

Kedilere verdim lakerdanın sona kalanını kalktık, Narmanlı hanın yanından tünel yokuşunun başına vardık. Yağmur çoğaldı. İki şapkalı adamız, ıslanıyoruz aldırış etmeden, ıslık çalmaya başladım, Berfin kızın çaldığı şarkı dolanmış dilime “Bugün sen çok gençsin yavrum, hayat ümit neşe dolu, mutlu günler vadediyor sana yıllar ömür boyu, ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni..”

Şimdi Sait Faik’in ayak izlerindeyiz. Sağımız keman, solumuz akordeon ve piyano. Köşede sokak kitapçısı, tentenin altından bakışıyoruz, Cahit Irgat kitabına ulaşıyor elim, şaşırıyorum.

- Bak ne buldum.

- O bizi buldu desen daha doğru olurdu.

Çevirip sayfayı ilk şiiri öpüyorum.  

İnsanlar geçiyor sokaklardan
Kendi ölüleri omuzlarında.
Bir hayat nefes nefese, orman orman.
İnsanlar geçiyor sokaklardan,
Sevgiler taşmış, merhametler taş.
Buram buram tütüyoruz, taştan topraktan
.”

Alıyorum kitabı, üstüne yağmur damlaları düşüyor. Salıyoruz kendimizi yüksel kaldırımdan denize. Galata kulesinin üstünde yelkovan kuşları ve martılar şarkı söylüyorlar.