Karşı devrimci partilerin 'sola' nutuk çektiği günleri yaşıyoruz. Sağcının büyük bir özgüvenle Nâzım'ı örnek vermesi utanç vericidir. Bu kirlilikle hesaplaşılması gerekir.

Sağ sol yok, Saraçhane ruhu var!

Geçtiğimiz hafta 18 yaşında bir genç işçi Bayburt Grup'un yapımını üstlendiği metro şantiyesinde yataklarında tahtakurusu görüntülerinin olduğu videoları Patronların Ensesindeyiz Ağı ile paylaşmıştı. İşçi bu durumu amirine söylüyor, itiraz ediyor, çektiği videoları gösteriyor. Şirket yatakhaneleri temizleyip, işçilerin sorunlarını çözmek yerine, işçiyi iki ay deneme sürecindeyken işten atıyor.

Patronun bu tabloya baktığında sorun olarak gördüğü şey işçinin o videoları çekmesi oluyor. İşçinin yattığı yer umurunda bile olmuyor. Görüntülerin yayınlanmasından sonra içerde çalışan işçilerin paylaştığı bilgilere göre, sadece duşların boyandığı ve ufak düzenlemeler yapıldığı söyleniyor. İşin asıl sahibi olan İBB’den ise hiçbir ses çıkmıyor. Denetleme, işçilerin taleplerinin göz önüne alınması, şartların düzeltilmesi... Hepsi gündem dışı. Varsa yoksa işçilerin çalıştığı metro istasyonları ile övünmek.

Bugün ülkede işçilerin yaşadığı sorunlar sürekli artıyor. Ancak yapılan siyasetin hiçbir yerinde işçiler yok. İşçiler burada da gündem dışı.

İmamoğlu'nun yargılanması ile birlikte siyasi dengelerde de hızlı bir değişiklik ortaya çıktı. Millet İttifakı'nın yürüttüğü siyaset iki kutuplu bir seçimi zorluyor, Erdoğan'a karşı yekvücut olmayı başa yazıyor. Sağ sol ayrımı yok sayılarak bir toplumsal mutabakat ortaya çıkıyor.
 
İmamoğlu'na ceza çıktıktan sonra oluşan tablo ise toplumsal dinamiklerin sağa bağlanmasını daha da hızlandırdı.

Dün Saraçhane'de Millet İttifakı liderleri kürsüden konuşurken alanda onları dinleyen birbirinden farklı pek çok siyasi yapı vardı. Saraçhane ruhu buydu. Tarihte pek çok örneği bulunuyor. Bu ruhta "Sağcı solcu yok, bu ülkenin Saray Rejiminden kurtuluşu var." türünden bir birlik havası esiyordu. Ancak bu tarihsel kritik dönemeçlerin sonunda düzenin kendini yeniden nasıl tesis edip yürüdüğünü de biliyoruz.

Daha acısı şu ki, bu ülkede işçi sınıfına güvenmeyen, “kahramanlar” siyaseti ile halkın örgütlülüğünü törpüleyen bir siyaset türü gelişti. Halkın Erdoğan'dan kurtulmak istemesi ile sağcılaşması arasında bir denge tutuldu bir süredir. Ve neredeyse pek çok siyasi yapı bu sağcılaşmanın bir parçası oldu.

Elbette Erdoğan gitmeli. Halkın bu öfkesi ve talebi kıymetlidir. Ama 20 yıldır yarattığı bütün tahribatları ile birlikte gitmelidir. Tarikatlarla işbirliği yapmak, gericilik yarıştırmak, özelleştirmelere yürü ya kulum demek, emperyalistlerle, ABD, AB ile işbirliği yapmak, eli kanlı NATO terör örgütü ile ilişkileri devam ettirmek... Erdoğan bunların hepsi ile birlikte yok olmalıdır.

Yerine daha ilerisini savunmak için, devletleştirme, laiklik, yurtseverlik kavramları etrafında bir ülke kurmak için mücadele etmeli. Bu argümanlar işçi sınıfı siyasetinin mücadele araçlarıdır. Bu ilkeler konuşulmadan neyi yerine koyacaksınız.
 
Birçok katliama imza atmış AKP eskilerine onay vermek ülkenin başına örülecek çoraplara onay vermektir.

AKP’nin 2019 yılında seçmenlerin hakkına saldırması ve birkaç gün önce belediye başkanına ceza verilmesi, halkın seçme seçilme hakkına saldırıdır. Tüm bunlara karşılık amasız, fakatsız Millet İttifakı arkasında sıraya girilmesi anlaşılabilir bir şey midir? Birkaç gündür dönen tartışmalar hakkı yenilmiş bir belediye başkanından daha ötesidir. Ülkenin yakın dönemine dair bir planlamanın adımları atılmıştır.

Ülkenin geleceğinde kimlerin olduğu, kimlerle dost kimlerle düşman olduğu gibi başlıklar tartışılıyor. Buna ortak olamayız.
 
Karşı devrimci partilerin "sola" nutuk çektiği günleri yaşıyoruz. Sağcının büyük bir özgüvenle Nâzım'ı örnek vermesi utanç vericidir. Bu kirlilikle hesaplaşılması gerekir. Bu hesaplaşmayı ise halk yapar, işçiler yapar. Bu olmazsa patronlar gemiyi yüzdürür.

Aynılaşarak aynı siyaset yapılır. Türkiye'de gericilik en çok da CHP eli ile yayıldı. Halkın, tarikatlarla kavgası unutturuldu, cumhuriyetçi mücadeleci damarı törpülendi. Bugünse neredeyse pek çok siyasi yapı bu sağcılaşmanın bir parçası oldu. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu unutamayız. 

Babacan'ın Nâzım'ı anması, sağ sol ayrımının silikleştirilerek Erdoğan'a karşı bir “ruh” oluşturulması, bir kazanım olarak görülüyor ise bu durum saflıkla açıklanamaz. Bir tercih vardır. Bu tercih işçilerle patronları, fatura ödeyenlerle halka elektriği satanları, gericilerle ilericileri aynı kareye sokmaktır. Halbuki bu ikisi aynı düzende yer almamalıdır. Bu ikisi ebediyen düşmandır. Silikleştirilmek istenen sömürü ilişkileridir. 

İmamoğlu ve muhalefetin yürüttüğü siyasetin kendisi ortadadır. Sermaye sınıfı ile barışık, emperyalizmle iş tutan, gericilikle bir derdi olmayan bir birliktir. AKP'siz AKP'dir. AKP siyasetini topluma ikna etmektir. Koltuk değnekliğini ise muhalefet partilerine yaptırmaktır. Buna izin veremeyiz.

Metro şantiyesinde işçileri görmeyen muhalefeti veya birkaç gün önce Bekaert fabrikasında işçilerin grevini yasaklayan iktidarın bu siyasetini kabul etmeyiz. Bu ülkede işçiler var ve her şeyi var eden onlar. Onların konuşulmadığı bir siyaset düzlemi umut olamaz. Düzen siyaseti işçileri yok sayarken komünistlerin bunu desteklemesini kimse beklemesin. Saraçhane ruhu değil asıl burası umuttur.