'Kitlelerin nasıl davranacağına ilişkin belirsizliğin bir düzen restorasyonuyla yanıtlanması ise mümkün. Üçüncü bir seçenek bu nedenle yaratılmalıdır.'

Restorasyon derken…

Siyaset bilimindeki anlamıyla bu kavramın, orijinal halinden daha kolay anlaşılır bir Türkçe karşılığı olduğunu sanmıyorum. İşin ilginç tarafı siyasette de farklı içerikler yüklenebildiğinden, belki de çevirmeden öylece bırakılması daha yerinde görünüyor.

Kapitalist Türkiye çok restorasyon gördü. Örneğin ulusal kurtuluş ve Cumhuriyet’le birlikte yenilgiye uğratılan eski Osmanlı rejiminin kimi özelliklerinin bir süre sonra geri gelmesi bir restorasyondu. Kuşkusuz ülkenin sanayi öncesi ekonomik niteliği ve buna bağlı aşılmış teknikler ve teknolojiler olmadı geri gelen. Bu anlamda bir “Ortaçağ’a dönüş” kimsenin çıkarına değildir zaten. Emekçiler yurttaş olmaktan, burjuvazi sanayi üretiminin vaat ettiği yüksek kârlardan, aydın kesimler toplumsal konumlarındaki ilerlemeden neden vazgeçmek istesinler? Kırsal mülk sahibi sınıflar içinse kapitalizmde yeni yapılara eklemlenmek, geriye dönüşten daha gerçekçi olabiliyordu. Sonuç olarak restorasyon üstyapılarda alabildiğine işledi. Dinsel ideolojilerin kaderciliği, artık temel eğitimle buluşmakta olan emekçileri sömürüyü kabule zorlayabilirdi. Bağımsızlık cephesinde emperyalist sistemle entegrasyona cevaz veren bir gerileme örgütlenebilirdi. Uluslaşmanın ırk kökenlerini keşfetmek, yurttaşların eşitliği ilkesini kırıp geçirecekti elbette, ama bir yandan servetin yeni egemenlere aktarılmasına hizmet edecek, diğer yandan da farklı köken ve kültürden emekçileri birbirinden uzaklaştıracaktı. 

Kapitalist ilerleme sadece burjuva devrimciliğini değil, gerici öğelerin restore edilip yeni düzene eklemlenmesini de içerir. Her zaman, her yerde…

Bu genel manzara Türkiye’nin kapitalizm yolunda ilerleme tarihinin özeti. Türkiye kapitalizmi geri olanı o denli geniş boyutlarda getirdi ki, 1980’den bugüne uzanan karşıdevrimci dönüşümün altyapısı döşenmiş oldu: Emperyalizmle buluşmanın ayarı kaçtı ve Kurtuluş Savaşı’na burun kıvrıldı. Egemen güçler eğitim artarsa düzenin bozulacağına kesin kanaat getirdiler. Dinin sömürüyü aklaması yetmedi, toplumsal yaşam gericilik tarafından istila edildi. Cumhuriyetin içindeki eşitlik nosyonu uzun süre şiddetle baskılanınca ümmete geri dönüldü... 

Varılan yer AKP düzenidir. 

Demek ki, restorasyonla karşıdevrim arasında geçişkenlik ve tamamlayıcılık vardır. Kapitalizm devrimle gelir, ama ömrünü uzatmasını karşıdevrime borçludur.

***

Bir de dönemsel siyasal yapıya uygulanabilir restorasyon kavramı. Türkiye kapitalizmi içinde bulunduğumuz dönemde düzenin restore edilmesine hakikaten muhtaç. Bu nesnel gereksinimi bir açıdan 2008 ekonomik kriziyle bir diğer açıdan 2013’teki halk hareketiyle takvime kaydedebiliyoruz. Başka çıktıları bir yana, Türkiye kapitalizminin yönetilmesinde giderek karmaşıklaşan ve derinleşen bir sorun var. AKP’nin karşıdevrim rejiminde palazlananlar dahil sermaye sınıfının tamamı çarkların bu şekilde ne kadar döndürülebileceği konusunda tereddüt yaşıyordur. Aynı tereddüdü emperyalist merkezler ve uluslararası sermaye de belli ki paylaşıyor. Kelimenin “düzenlilik” çağrışımı anlamında düzenin restore edilmesi, ülkenin yönetilebilir hale gelmesi gerekiyor. 

Dünyanın bizi kıskandığı, Türkiye’nin çağ üstüne çağ atladığı, zaten dinimizin de böyle emrettiği türünden iddialar emekçilerin karnını doyurmuyor, bütün sınıfları kesen anlamıyla kamuoyunu tatmin etmiyor, sermaye sahiplerini de en azından yakın geleceğe ilişkin olarak kaygı sarıyor. 

Bu noktada kimse emperyalist sermayenin Türkiye’deki yağmadan memnuniyet duymadığını söyleyemez. Sorun bunun sürdürülebilmesine yönelik güvenin çökmesinde. Üstelik Türkiye’nin ölçeği, ekonomik veya siyasal çöküşün dünyanın neredeyse bütün taşlarını yerinden oynatmasına neden olacak büyüklüktedir. Benzer biçimde, sadece açıklanan bilançolara bakılması bile büyük sermayenin kazancından şikâyet edemeyeceğini gösterir. Ancak Türkiye, geleceğini burada göremeyen bütün yerli sermayenin batan gemiyi terk edip yurtdışına kaçmasının mümkün olamayacağı büyüklüktedir. 

Düzenin bir biçimde restore edilmesi gereken böylesi kavşaklar nesnel olarak emekçileri davet eder. Geniş kitleler yol ayrımını kendilerine öğütlenen ve zorla dayatılan geçmiş dengelere bağlı kalarak beklemezler, bekleyemezler. Bugün ülkemizde onlarca yıldır yok sayılan emekçilerin ne tür bir davete icabet edecekleri özel bir önem kazanmaktadır. Türkiye işçi sınıfının ve halkın bu soruyu nasıl yanıtlayacağı, emekçilerin örgütlülük düzeyi, ideolojik biçimlenmeleri, siyasal gelenekleri göz önüne alındığında belirsiz kalıyor. Bu durum solu, tuttuğu alanın çok ötesinde bir önemle donatıyor. Bu nedenle olsa gerek, kamuoyunu biçimlendiren sesler bir süredir artık solun çoktan bittiğini, defterinin dürüldüğünü değil, aslında aldığı oyla ölçülemeyecek bir değere sahip olduğunu anlatıp duruyorlar…

Halkın ne yapacağına, karşıdevrim cephesi diyebileceğimiz mevcut rejim tarafından müdahale edilmesinin araçları yok değil elbette. Seçimin ne zaman olacağından bağımsız olarak iktidarın “seçim ekonomisi” denen kandırmacalara başvurması, siyasal baskıyı arttırırken dinci-milliyetçi demagojiye gaz vermesi veya bunun yanı sıra toplumdaki kaynamanın buharını tahliye edecek kimi “reformist” denemelerde bulunması mümkündür ve bunların her birinin karşılığı olur. Ancak bu karşılığın düzeni bir düzlüğe çıkaracak boyutlara ulaşması, yönetilen kitleleri yeniden bir denge konumuna taşıması mümkün görünmemektedir. Eskisi gibi yönetilmeme isteğinin bugünkü iktidar tarafından geriletilmesi ve tatmin edilmesi imkânsız denecek ölçüde zayıf olasılık…

Kitlelerin nasıl davranacağına ilişkin belirsizliğin bir düzen restorasyonuyla yanıtlanması ise mümkün. AKP bloğu için “aman hafife almayalım” diyebiliriz; ama restorasyon projesinin arkasındaki güç yığınağına baktığımızda böyle bir uyarıya gerek bile kalmıyor. Afet boyutlarında bir çöküş yaşayan halk kitleleri isyan etmeye de ehvenişere razı gelmeye de yatkındır. 2021 sonunda bir afetin altındaki halkımızı, tünelin çıkışında en hazırlıklı seçenek olarak “düzenin restorasyonu” beklemektedir. Bu ehvenişer sadece kötülerden biri olmakla kalmıyor, düzenin daha sağlam kılınması anlamına da geliyor. 

Üçüncü bir seçenek bu nedenle yaratılmalıdır. 

Şimdilik bitireyim, ama bir eklemeyle: Siyasette düzenin iç mücadeleleri karşısında işçi sınıfının ve solun “eşit mesafede durmak” diye bir ilkesi yoktur ve bu formül çoğu zaman yanlışa götürür. Görev ülkemizin son kırk yılını yönlendiren karşıdevrim sürecine nokta konmasıdır. Ancak nokta konduğunda düzenin bugünkünden daha sağlam olup olmayacağı emekçi halkımız için kritik önemdedir. Solun sorumluluğu burada düğümlenmektedir. Bu sorumluluk günü geldiğinde gündeme alınırsa düğüm solu ve emekçileri boğar. Hem dedik ya, restorasyon ve karşıdevrim akrabadır…