"Çözüm, halkın bu gidişata “dur” deme iradesinden, kendi kaderini eline almaya niyetlenmesinden, yani maçı tribünden izlemeyi bırakıp sahaya inmesinden geçiyor."

Rejimin doğası ve seçimler

Tarih 1 Kasım 2022, yer Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi, yani Saray. Rejimin doğasına uygun bir şekilde Polis Akademisi Polis Amirleri Eğitim Merkezi’nin mezuniyet töreni burada yapılıyor ve elbette ki Erdoğan da törendeki yerini alıp bir konuşma yapıyor.

Konuşma da elbette ki rejimin doğasına uygun; yani Erdoğan devleti temsilen değil, partili cumhurbaşkanı olarak konuşuyor ve Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak “hükümetimizin cari açığını uyuşturucu kaynaklarından temin ettiği gelirle kapatacağını söyleyen zavallılara bir sözüm var, onu yarın söyleyeceğim. Haramı, helali gayet iyi bilen bir iktidarı bu şekilde lekeleyemezsin, onu sen aynaya bak kendinde ara” diyor.

Aynı törende Polis Bandosu da sahne alıyor ve üç şarkı söylüyor. Şarkılardan biri iktidar partisinin 2023 seçim kampanyasının şarkısı, yani Türkiye Yüzyılı. Evet, elbette ki yine rejimin doğasına uygun bir şekilde, devletin memurları, devletin polisleri, bir devlet töreninde olunmasına rağmen şarkılarıyla iktidardaki partinin seçim kampanyasına dahil oluyorlar ve hem partililer hem devlet ricali şarkıya alkışlarla eşlik ediyor.

Ancak mesele sadece bununla sınırlı değil; Yargıtay, Sayıştay ve Yüksek Seçim Kurulu başkanları da törende ve Erdoğan’ın yanında oturan Yargıtay Başkanı yüzündeki geniş gülümsemeyle ve alkışlarıyla salondaki koroya katılıyor, yani iktidar partisinin seçim şarkısını söylüyor. Rejimin doğasına uygun mu peki? Son derece uygun.

Ertesi gün, yani 2 Kasım’da, Erdoğan’ın törende gündeme getirdiği Kılıçdaroğlu’nun uyuşturucu ticareti ile ilgili sözlerinin muhatabı olmadıkları halde ama kim tarafından talep edildiğini herkesin bildiği bir şekilde, hem Emniyet hem Jandarma teşkilatları Kılıçdaroğlu hakkında “kolluk kuvvetlerini hedef aldığı” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuyor. Rejimin doğası? Şüphesiz öyle…

Pazartesi günü Barış Terkoğlu’nun köşesinde okuduk: İmamoğlu’na siyaset yasağı getirme planları doğrultusunda açılan davaya bakan hâkimin yeri yaz kararnamesiyle ama yönetmeliğe aykırı bir şekilde değiştiriliyor. Hâkim, kendisine İmamoğlu’na 2 yıldan fazla bir ceza verilmesi gerektiği yönünde telkinlerde bulunulduğunu, çünkü ancak böyle siyasi yasaklamanın söz konusu olabileceğini söylüyor. Kendi görüşü ise asgari sınırdan bir ceza verilmesi ve hükmün geri bıraktırılması yönünde. Hâkim sözlerine şöyle devam ediyor: “Durumdan haberdar olan ve adliyeyi yöneten bir isim, hükümetle görüşerek atamamı yaptırdı.” Birileri adliyeyi yönetiyor yani? Evet, çünkü rejimin doğası bunu gerektiriyor.

Devletin güvenlik aygıtının rejimin güvenlik aygıtına dönüşmesi, kurumların özerkliğinin ortadan kalkışı, yargı bağımsızlığının gözden yitip gidişi, parti ile devlet bütünleşmesinin aleni hale gelişi, adı cumhurbaşkanlığı adaylığı için en çok telaffuz edilen kişilerden birinin önünün kumpas bir dava aracılığıyla kesilmesi yönündeki planlar…

Bunların hepsi bize hem rejimin mimarisini hem de Türkiye’nin seçimlere nasıl bir konjonktürde götürüleceğini gösteriyor. Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birine fiili bir parti-devleti rejimiyle gidiliyor, yarışın fiili parti-devleti rejimine karşı verileceği görülüyor.

Peki düzen muhalefeti olsa bile majestelerinin muhalefeti olmaması gereken muhalefet bunun ne kadar farkında, seçim stratejisini bu “olağanüstü durum”u göz önüne alarak, seçimlerde fiili parti-devleti rejimiyle mücadele edeceğini merkeze koyarak mı kuruyor?

Bu soruya dün olduğu gibi bugün de “evet” yanıtını vermek pek mümkün görünmüyor. Bugüne kadar AKP’nin en büyük şansı, muhalefetin AKP’nin rejim inşa eden, devletleşen bir parti olduğunu, kurduğu rejimin de olağan değil olağanüstü bir nitelik taşıdığını görmemesi ya da görmezden gelmesi oldu. Bu görmeme ya da görmezden gelme hali ise iktidara karşı verilecek mücadelenin niteliğini belirledi.

Muhalefet, dünden bugüne, AKP iktidarının olağanüstü niteliğini, yani olağan ve sıradan bir iktidar olmayıp devletleşerek kendi despotik rejimini inşa etmeyi hedeflediğini stratejisinin merkezine koymadı ve onunla buna uygun bir şekilde değil de olağan yöntemlerle mücadele etmeye çalıştı; bu da AKP’nin en büyük şansı oldu, AKP fiili parti-devleti rejimini bu sayede kurdu.

İşte bugün gelinen noktada da büyük ölçüde aynı yerdeyiz. Devletin polisinin iktidarın seçim şarkısını Saray’da okumasının ve partili cumhurbaşkanının yanında oturan devlet ricalinin ve yargı temsilcilerinin buna el çırpmasının işaret ettiği şey karşısında ortalığı yıkmayan bir muhalefet anlayışının, bu iktidarı sahiden devirmeyi isteyip istemediğini de eğer istiyorsa bunu nasıl yapacağını da bilmiyoruz.

Siyasi mücadelelerde yola durum tespiti yaparak çıkılır. Türkiye 2023 seçimlerine giderken ve ekonomik krizden kaynaklı olarak AKP’nin iktidarı kaybetme ihtimali ilk kez bu kadar yükselmişken, rejimin doğasına dair sahici bir durum tespiti yapmayan, bu doğaya göre hareket etmeyen ve bu doğayı stratejisinin merkezine koymayan bir muhalefet anlayışı sahiden seçim kazanabilir mi acaba?

Rejimin doğasına dair sahici bir durum tespiti yapmadığı için onun yapacağı seçimlerin sahiden “serbest” bir karakter taşıyıp taşımayacağını sorgulamayan, bunun yerine topluma akıllı, uslu birer şirin olurlarsa sandığı görebileceklerini söyleyen ve sandık afyonuyla milyonların öfkesini atalete dönüştüren bir muhalefet anlayışı iktidarın en büyük şansı değil midir aslında?

Sorular çoğaltılabilir ama mesele anlaşılmış olmalı. Türkiye 2023 seçimlerine bir yanda doğasını artık açıktan sergilemeye başlayan bir rejimle, öte yanda toplumu seçimle afyonlayıp bu doğaya uygun stratejiyi üretmeyen bir muhalefetle gidiyor. Çözüm mü? Çözüm, halkın bu gidişata “dur” deme iradesinden, kendi kaderini eline almaya niyetlenmesinden, yani maçı tribünden izlemeyi bırakıp sahaya inmesinden geçiyor.