Bu iki Vlad sosyalizmin çöküntüsünün yaratığı iki dejenere tipolojidir. Yazık!

Putinissimo

Şimdi veryansın ediyorlar. İngiltere’nin Oxfordlu başbakanı Boris İngiltere ve müttefikleri en üst düzeyde cevap verecek diye beyan etmiş. Liberal solcuların bendesi ve gözdesi Biden ise tüm dünyanın bunun hesabını soracağını iddia etmiş. BM de Avrupa acı çekecek diye vaveyla başlatmış. Petrol ve doğal gaz fiyatları almış yürümüş, ancak Vlad Putin’in gözünü kan bürümüş. Çoktandır bunun olacağı belli iken bütün bu hazırlıksız yakalanmışlık pozu, işleneceği kesin olan büyük günah işlenince ortaya çıkan bütün bu yapmacık şaşkınlık tiyatrosu, bütün bu düzmece korku nöbetleri neden ki? 

Bunun geleceğini bal gibi biliyorlardı. Ana Rusya’nın sosyalizmi yok ederek kurdukları düzende ve tasarladıkları çerçeve içinde ona biçilen sınırlar içinde kalmayacağını hesaplamış olmalıydılar. Sosyalizmin tesis ettiği halkların kardeşliğinin anavatanının sosyalizm yok edilince bir tür halkların hapishanesine dönüşeceğini görmeliydiler. Abartmadan belirtelim, sosyalizmi yıkarak Doğu Avrupa ve Rusya için saatleri 19. Yüzyıl’a geri aldılar. Ne bekliyorlardı ki? Siyasetin boşluk tanımayan bir süreç olduğunu bilmiyorlar mıydı? Sovyet halklarını bir arada tutan sosyalist sistem ortadan kalktığında halkların liberal bir düzende ancak bu defa kendi bayrakları altında barış içinde bir arada yaşayacağına mı inandılar ki? Bunun olmayacağını kapitalizmin tarihi defaten kanıtlamıyor muydu? Stettin’den Valdivostok’a, Arktik’den Karadeniz’e bir gül bahçesi mi ortaya çıkacaktı? Sosyalizm tüm sorunlara rağmen bu geniş, uçsuz bucaksız coğrafyada bir barış iklimi yaratmıştı. Sosyalizmi yok ederek bir çeşit kıyameti başlattılar. Medeni bir toplumsal yapının yerine bir orman yarattılar, ormanda ise güçlünün borusu öter; bilemediler. 

Halbuki ne güzel başlamıştı değil mi? Berlin Duvarı yıkılırken duvarın henüz ayakta kalan sathı üzerinde o zamanlar meşhur olan Scorpions’ın “Wind of Change”ini hep bir ağızdan ne güzel söylemişlerdi. Adına devrim dediler, insanlığın en güzel, en hülyalı projesini yıkarken bunun tarihin gördüğü en vahşi, en arsız karşı-devrim olduğunu bilemediler. Meydanlarda toplandılar, şarkılar söylediler. Artık McDonaldslaşabileceklerdi, kot giyebileceklerdi, kapitalizmin sağlayacağı her türden nimeti tadabileceklerdi, Batıya özgürce seyahat edebileceklerdi, lükse ve sefahate dalabileceklerdi, lüks otomobillere binebileceklerdi, sosyalizmin herkese sağladığı standart evler yerine keyiflerine göre dayayıp döşeyebilecekleri evlerde oturabilecekler, sosyalizmin ekonomik eşitlik hayallerine inat bireysel olarak zenginleşebilecekler, hizmetçi tutabilecekler ve günlerini gün edebileceklerdi. Pek çoğu için gerçekleşmedi tabi ki; kapitalizmi bilmiyorlardı, öğreneceklerdi. 

Her şey tam iyiye giderken birden Sovyet sosyalizminin son yaşam belirtisi, Ağustos darbesi patladı. Nasıl da korktular. Hepsi birden hem de, her cenahtan her renkten, liberali sağcısı, sulu sepken solcusu; nasıl da ürktüler. Hemen Yeltsin’i tankların üstüne çıkarttılar. Bir tezi ileri sürelim mi? Tarihin vitesi geriye atılırken, tarihin gördüğü en geri, en pespaye karakterler öne çıkarlar. Vlad Putin’in selefi Yeltsin tam da bu role uygundu galiba. Tankların üstünde Ağustos darbecilerine karşı siper olurken kapitalist restorasyonun getireceği pespaye ve çirkef rejimin de bedenleşmiş hali gibi duruyordu. Ne dediği anlaşılmasa bile (zaten doğru dürüst konuşamıyordu bile) sosyalizmin son karşı atağını da göğüslemeye yeterli olmuştu. Sonrası ise mahşer oldu.

Dönek Gorbaçov yerini hemen Batının gözdesi, demokratik Rusya’nın yeni paragonu Yeltsin’e devretti. Gerçi oligarşik Rusya’nın bol alkollü simgesi Yeltsin daha sonra kendisine sorun çıkaran Duma’yı bombalatacaktı, ancak olsun bu katliamı bile demokrasiyi korumak için yapmıştı değil mi? 

Yeltsin dönemi sosyalizmin kazanımlarının kazınması ve yok edilmesinin dönemi oldu. Sovyet ekonomisinden bakiye kalanların önemli bir bölümü ıskartaya çıkarıldı. Geri kalan bölümü ise küresel sermayeye ve eski parti bürokratı-yeni oligarklara peşkeş çekildi. Dahası Rusya kapitalizme çabucak geçsin, zaman kaybetmesin diye ABD’den ithal bazı sağcı iktisatçıların akıl hocalığı ve IMF kontrolü altında “Şok Terapisi” denilen bir talan programı uygulandı. Sermayenin mantığını çabucak Rusya’ya egemen kılacak terapi sonucunda Rusya toplumsal ve ekonomik çöküş sürecine girdi. Kamu hizmetleri görülemez oldu, halk hızla yoksullaştırıldı. Kadınlarda ve erkeklerde ortalama yaşam süresi Yeltsin’in vahşi kapitalist restorasyonu süresince düştü. Sovyetler Birliği döneminde ortadan kaldırılan pek çok salgın hastalık hortladı. Kış oldu, komünizm gelmedi ama enerji ve doğal gazdaki aksamalar yüzünden insanlar soğuktan dondular. Kapitalizmi öğreniyorlardı. Bu süreçte Vlad Putin önce tüm bu talancı restorasyonun yasal altyapısını oluşturacak Antoli Sobçak’ın emir eriydi, sonra Yeltsin onu Moskova’ya aldı; güvenlik örgütünün tepesine oturttu. Sonra’da başbakanlık koltuğunu verdi.

Ancak Yeltsin’in pespaye kişiliği artık onu kullanılabilir olmaktan çıkarmıştı. Yeni Rus kapitalizminin ürünleri olan parazitik ve soyguncu oligarklar sayesinde rüşvet ve yolsuzluk tüm ekonomik ve toplumsal yapıyı sarmıştı. Oligarklar (Kodarkovski, Potanin ve Bogdanov gibileri) küçük yerel memurluktan dolar milyarderliğine ışık hızıyla geçmişlerdi. Hamileri Yeltsin’e destekleri tamdı ancak Yeltsin ve imajı pul pul dökülüyordu. Rivayet doğruysa elde ettikleri yasa dışı servetleri bavullarla yurtdışına çıkarıyor ve sosyalizmi çökertenlerin tüm halka vaat etikleri lüks ve sefahati Batı ülkelerinde doyasıya yaşıyorlardı; hem de halk aç iken. Bunları kontrol edecek hiçbir mekanizma kalmamıştı. Nitekim Yeltsin istifa etti, ya da ettirildi. Halefi olarak da Vlad Putin’i işaret etti. 

Vlad Putin aslında Rusya’nın oligarşik kapitalizmini değiştirmek için hiçbir şey yapmadı; yapamazdı, varoluşu ona bağlıydı çünkü. Tam tersine oligarşik yapıyı siyasi yapının içine iyice yerleştirdi. Neticede oligarşik kapitalizm devletleşti, devlet oligarşik oldu. Böylece hem bu oligarşik yapıyı kontrol edebildi hem de bu yapıyı devlet desteğiyle büyüttü. Özelikle enerji ve ağır sanayi sektörlerinde egemen devlet destekli oligarşik kapitalizm ulusal sınırları da aşan bir açlık yaşamaya başladı. Putin oligarşik kapitalizmin tepesinde oturmakta ve Ana Rusya’yı bir oligarklardan oluşan bir kapıkulu ordusuyla yönetmektedir. Kapitalizmin, eğer def edilmez ise, geleceği budur. 

Bunlar olurken Doğu Avrupa’daki dönüşüm de aslında sosyalizm çözülürken vaat edilenlerden çok farklı bir patikada ilerledi. Sosyalizmi satma konusunda Sovyet cumhuriyetlerinden daha önce davranan Doğu Avrupalılar dönüşümlerin ardından bir tür serbest düşüşe geçtiler. Sosyalizmin çözülüşüyle başlayan serbest düşüşten özellikle Alman sermayesinin yardımıyla bazı şanslılar kurtuldular (örneğin Slovakya, Çekya ve Polonya) ancak diğerleri hala serbest düşüşteler. Yoksulluğun, yoksunluğun ve sefilliğin diz boyu olduğu bu ülkelerde Rusya’dakine benzer bir yağma ve talan süreci işletildi. Sosyalist sistemden geriye ne kaldıysa yok edildi. Siyaseten bu ülkelerin tamamında sağ ve aşırı sağ hızla yükseldi. Sosyalizm çözülürken hayali kurulan liberal, demokratik ve hoşgörülü yapılar yerine faşizan, irredentist ve baskıcı rejimler sökün eylediler. Bugünkü Polonya ve Macaristan’a, ve hatta diğerlerine bakın. Geçtim güdük burjuva liberalizmini, basit seküler tutuculuktan bile çok uzaktalar. Sanki iki savaş arası dönemde bu topraklara egemen olmuş ancak Kızılordu’nun müdahalesiyle mezara yollanmış gerici ruhlar yeniden hortladılar. Orban veya Kaczyńskiler türünden çapsız ve gerici siyasetçiler egemen çoğunda. Tüm örneklerde aşırı sağın yanında bir de histerik Rusofobi türedi. Sovyetler Birliği’ne karşı hortlayan öfke bir türden anti-Rus duygusallığa yol açtı. Bunların çoğu şimdilerde Avrupa ve özelikle de Alman sermayesinin “outpost”u (ileri karakolu) halindeler. Bu nedenle neredeyse tamamı, hiçbir altyapı olmadan, yangından mal kaçırır gibi AB’ye üye yapıldılar. Yetmedi, henüz oligarşik Rusya ses çıkaramayacak haldeyken bir de Rusya’yı kuşatacak bir hat oluşturacak şekilde NATO üyesi yapıldılar. Şimdilerde çoğunun topraklarında Amerikan askerleri ve üsleri var. Rusya Ukrayna’yı yutmaya hazırlanırken ödleri patlamış bir şekilde topraklarındaki NATO varlığının ve Amerikan askerlerinin sayısının arttırılması için hep birden yalvarır haldeler. 

Rusya ve Doğru Avrupa bugün bir bataklıktır. Sosyalizmin çözülüşünün insani, toplumsal ve ekonomik maliyeti artık iyice gün yüzüne çıkmıştır. Tüm bu coğrafya şimdi gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklerin ayyuka çıktığı, aşırı sağın hortladığı, güdük burjuva demokrasisinin en temel kurumlarının bile işlemediği, rüşvet ve yolsuzlukla haşır neşir, azınlıklara karşı ırkçı baskının giderek yoğunlaştığı, uyuşturucu ticaretinin ve mafyazzo örgütlenmelerin kol gezdiği, oligarşik kapitalist devletler aracılığıyla emekçilerin baskı altında tutulduğu ve muazzam bir beyin göçü yaşayan bir bataklıktır. Kapitalizm yapacağını yapmıştır. 

Peki Ukrayna? Batının bir şekilde kendi ittifak zincirine dahil edemediği bir garip önek olarak kalmıştır hep. Neden diğerleri gibi kolayca özümsenemedi? Aslında Ukrayna sanki bir tür mücadele, bir tür cephe hattıydı; özelikle de 2000’lerin başından beri. Batı emperyalizminin Rusya ile belirli bir mesafede tutmak istediği ancak Rusya ürkmesin diye de sürekli olarak kendisinden de belirli bir uzaklıkta konumlandırmaya çalıştığı bir örnekti. Nitekim her cephe hattı gibi Ukrayna da bitmeyen bir mücadelenin arenası oldu. Sorosçu pembe devrimler, anayasal darbeler, Rus ve anti-Rus hizipleri mücadeleleri; tüm bunlar Ukrayna’nın kaderi oldular. Üstelik orada hem anti-Rus, hem de AB ve NATO taraftarı bir garip aşırı sağ türedi bu süreçte. Ukrayna’nın kendi oligarşik kapitalizmi enikonu Batıda yer almayı kafasına koymuştu. Bunun üzerine ayağı daha yere basan adımlar atmak istiyordu ki bahtsızlık, Ana Rusya uyandı. Diğerleri ABD ve Avrupa tarafından yutulurken sesini çıkaramayacak kadar güçsüz olan Rusya belini doğrultmuştu. Ukrayna’yı da uzunca bir süredir onu batılı emperyalistlerin resmi uzantısı haline getirecek adımı atması için teşvik ediyorlardı. Yanlış hesap yaptılar. Nitekim öteki Vlad’ın, Vlad Zelenski’nin, son bir yıldır yaptığı serenatlara bakın; yanlış hesap. Üstelik daha 2014’de Kırım’ı kaptırdılar ve Batı kapitalizmi ve emperyalizmi bu oldubitti karşısında birkaç etkisiz yaptırım karşısında çaresiz kalmıştı. Oligarşik Rusya o gün Batıyı test etmişti (bir zamanlar Hitler’in Avrupa’nın liberal demokrasilerini test etmesi gibi) ve çaresizliği iyi anlamıştı. Ukrayna şimdi hem masada hem de savaş meydanında satılmayı beklemektedir. 

Rus oligarşik kapitalizmi son 20 yıldır bir tür eşitsiz gelişmenin doğal sonucu olarak emperyalist aşamayı yaşamaya başlamıştır. 1990’ların zavallılığını ve çaresizliğini atmıştır; artık en azından kendi etki alanı içinde daha saldırgan ve pervasızdır. Önce Orta Asya’yı tüm rakiplerine kapattı ve olası rahatsızlık noktalarını temizledi. Sonra Kafkas ve Transkafkas’ta cephe gerisini garantiye aldı. Sıkı bir Amerikan üssü olmayı kafasına koymuş Gürcistan’ı bir haftada sindirdi. Kırım’ı ilhak eti. Şimdi kendi Batı sınırını düzenlemek istiyor. Bu cephede ne kadar ileri gidecek bilinmez. Ancak şimdilik tüm riskleri almış gibi görünüyor. 

Rus oligarşik kapitalizmi, kapitalizmin hem geçmişi hem de geleceğidir. Putin ise sıradan ve sığ burjuva politikacısının sahip olmak istediği ancak artık sahip olamayacağı gelişkin ve geri bir karakterdir. Gelişkindir, çünkü emperyalist damarı giderek kabaran Rus oligarşik kapitalizminin stratejik çıkarlarını küresel emperyalist sistemin çatlaklarını ve deliklerini sömürerek hayata geçirmektedir. Geridir, çünkü ilkel ve kabadır. Öteki Vlad, Zelenski olanı ise, tam da ahir zaman burjuva politikacısıdır. Bir komedyendir, televizyondaki programı çok tutunca programla aynı adı taşıyan bir parti kurmuş ve iktidar olmuştur. Ukrayna halkının sürüleşmesinin göstergesidir. Çaresiz ve kırılgandır; içeride plütokrasinin, dışarıda ise emperyalizmin uşağıdır. Bu iki Vlad sosyalizmin çöküntüsünün yaratığı iki dejenere tipolojidir. Yazık!