Bitti ama birçok değişikliği de beraberinde getirdi pandemi. Belki konuşmak için erken olabilir ama bu farklılıkların bir ön muhasebesi de yapılabilir sanırım.

Post-pandemik logoreitmalar

Gerçi yazının başlığının “devrimden sonra” ile başlamasını isterdim ama öylesi günlerde değiliz. Devrim güzel ve belirsiz bir ihtimal olarak bir yerlerde duruyor. Biz ise uzunca bir süredir hepimizin hayatını şekillendiren, hatta kavuran/savuran krizlerle, daha önce görüşmemiş büyük olaylar, durumlarla boğuşuyoruz. Mesela pandemi gibi!

Pandemi de beklenmedik durumlardan birisiydi ve sanırım... bitti! Tabii ki bitti demek için halen erken olabilir ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar “bitti” demeden bitmeyecek de olabilir. Ama yine de salgın sanırım artık gündemimize daha az girdiğini, gireceğini söyleyebiliriz sanırım. En azından kışa kadar... Konunun uzmanları kış aylarında yeniden küçük bir dalganın yaşanacağını ve aşılar için yeni bir hatırlatma dozu gerekeceğini söylese de maskeler indi ve pandemi de yarı-resmî olarak bitti.

Bitti ama birçok değişikliği de beraberinde getirdi pandemi. Belki konuşmak için erken olabilir ama bu farklılıkların bir ön muhasebesi de yapılabilir sanırım. Yapılabilir çünkü artık farketmesek de bu değişiklikler hayatımıza yerleşiverdi. Salgın döneminin deyimiyle söylersek pandemi sonrası dönemin “yeni normali” oluverdiler.

Evet, hayatımız pandemi öncesine göre öyle çok köklü bir değişim geçirmedi ama bazı şeyler de usuldan usula başkalaştı. Hem de oldukça. Ve bu değişenlere biraz yakından bakmak ne yaşadığımıza da ışık tutabilir.

Hatırlarsanız pandemi “Sakin ol champ!” ile başlamıştı. Geçtiğimiz hafta, kolaya kokanın geri dönmesi ihtimali ile bitti desek, yalan olmaz sanırım. Elon Musk sağolsun! Artık bir fenomen olarak “Elon Musk”ımız var. Tamam, pandemi öncesinde de vardı Musk ama salgın sürecinde hem etkisini hem de servetini artırdı. Tabii ki de katlayarak!

Maske çoktan gitti, nereden çıktı şimdi “mask” diyebilirsiniz, ama boşa değil: Elon Musk’ın yükselişini sermayenin 21. yüzyıldaki biçimlenişi, vücut buluşu olarak da görebiliriz. Sermaye dünyayı “1 trilyon dolarlık” kişisel servetlere doğru götürüyor. Zenginlik de zenginliğin tek elde toplanması da artıyor. Hızlıca. Pandemi bu hıza hız kattı ve Musk da aldı başını yürüdü. Lityum pilleri, uzay araçları, efsaneleri, söylentileri, mangırları, aklı ve cıvıltılarıyla.

Hepsi bir yana önemli olan şu: Teknolojik gelişim bir kez daha emek verimliliğinin artışına ve artı-değerin büyümesine yarıyor. Toplumsal zenginliğe ise kırıntılar düşüyor. Tabii ki “kırıntı” diyerek geçmeyelim: yoksulluğun azalmasına ve aynı zamanda da milyonların makineleşmesine, doğanın ölümüne ve tekinsiz olayların artmasına da neden oluyor tüm bu hız!

Musk ise bir prototip. Pandemide etkisi artan “eski ama yeni sermayenin” prototipi: maceracı, liberal, engelleri çok takmayan, bildiğini okuyan, istediği yere giden, özgüveni yüksek bir profil! Ama gerçek, ama balon: Musk bunların toplamı. İnoviyatif!

Ve milyonlarca emekçinin de zihni sulanıyor, iştahı kabarıyor, aklı karışıyor Muskgillerin bu vaatleriyle. Bu hafta milyonları eğlendirdiği kokain çıkışı örneğin büyük bir işti. İnsanlar hem dalga geçtiler hem inandılar hem de iman ettiler. Musk (ve de tabii ki sermaye) bir kez daha sınırları zorlayabileceğini, genişletebileceğini propaganda ediyor. Ve etkili de oluyor. Pandemi ve krize rağmen! Belki de onlar sayesinde!

Tabii ki buraya mRNA aşısını da ekleyebiliriz; eklemeliyiz. Yeni aşı gerçek anlamıyla “oyunun kurallarını değiştiren” bir etkiye sahip oldu. Bir tek sağlık ya da aşı tarihi açısından değil, kriz dönemlerindeki insancıl ideolojilerin değersizleşmesi anlamında da. Emperyalizmin aşıları alkışlandı, emperyalistlerin aşıyı paylaşması ise yadırganmadı. Dünyanın düzeni olduğu gibi kabul edildi. Olduğu gibi! Ve aşı, düzenin çaresiz bıraktığı milyonlarca insanın düzen tarafından bir kez daha büyülenmesini sağladı: “kolektif/ortak emek” değil de rekabet, girişimcilik, fırsatları iyi değerlendirmek, işini bilmek ve güç kutsandı. Bunu unutmayalım.

Pandemi emekçileri bir yandan çaresizlik bir yandan da büyülenme ile etkisi altına alırken orta sınıfları da uğruna koşturup durdukları hayatın (ve tabii ki koşturup durma pratiklerinin) anlamsızlığı meselesi ile başbaşa bıraktı. Mesela ofise gitmenin ne kadar da gereksiz olduğu ortaya çıktı. Ya da mesela kol emeğinin yönetimi için zihinsel emeğe eskisi kadar gerek duyulmadığı da anlaşıldı. Zihin emeği gerektiren her eski iş önemini kaybederken kol emeğinin önemi kendini dayattı. Kol emeği önem kazandı demiyorum: Değerini kaybeden ve önemsizleşen, sıradanlaşan geçmişin zihin emeği oldu. Mesela paradoksal görünecek ama geçerken “hekim emeğini” de buraya yazayım.

Öte yandan, mesela geleneksel olarak emekçi ile sermayedar arasındaki anlaşmanın dışında kalan “ev” uzaktan çalışma ile sermayenin istilasına uğradı. Laptoplar alındı, kameralar takıldı, canlı yayınlara geçildi. Mesai, yatak odasına yerleşti. Ev istila edilirken sermayenin yönetimindeki üretim süreçlerinin bireysel ve toplumsal anlamda aslında ne kadar da gereksiz olduğu pek sorgulanmadı. Sorgulanan bireysel hayatlar, tercihler, yanlış ata oynamalar oldu. Mesela işyeri sorgulanırken devasa holding binaları yine yırttı!

Orta sınıfların kendi beyhude uğraşlarının anlamsızlığı ile karşılaşması ise ne yazık ki şimdilik büyük bir aydınlanmaya kapı aralamadı. Dünyanın hemen hemen her yerinde! Tam tersine yeni tarz mistik düşünceler öne çıkmış gibi görünüyor. Bir tek aşı karşıtlığından falan bahsetmiyorum. Yaşam pazarlamacılığı yanında aşı karşıtları nesli tükenen ucubeler gibi kalıyor! Bir nevi “yaşam narsisizmi” doğdu pandemide!

Doğanın ve yaşamın kutsanması var artık karşımızda. Tamam, doğa, hayatımızın anlamı, bunlar sorgulanmalı ama ortadaki sorgulama siyasal bir mesele olmaktan oldukça uzak! Sorgulama bireysel bir kurtuluş, yırtma meselesi olarak var ve çok ilginç göstergeleri var bunun: Mesela, yaşamın boşluğu (üretim sürecinin kofluğu) ortaya çıkınca bütçesine göre herkes birkaç dönümlük yer arar hale geldi. Üstüne estetik bir “tinyhouse” kondurabilmek, minik bahçesinde kendi domatesini yetiştirebilmek rüyasıyla.

Evden çalışma da mümkün hale gelince örneğin İzmir-Urla gibi deniz kenarı, doğası korunmuş ama medeniyete de uzak olmayan yerler bir anda uçuşa geçti! Urla emlak piyasasında Türkiye’yi geçtim dünya birincisi oldu! İstanbullu orta sınıf sağolsun! Sermaye bir önceki dönem “residans” sattığı orta sınıflara şimdi de “tinyhouse’lu ya da karavanlı doğa” satmaya başladı. Büyük başarı! Pandemi bir de bu işe yaradı!

Ve tabii ki alışveriş de biçim değiştirdi: pandemiden önce hafif bir yönelim olan “getir, götür, alıver, satıver, sepetle” gibi yöntemler deyim yerindeyse patladı. Kazanan bir tek emekçi parası ile uzaya çıkan Jeff Bezos olmadı; bugün Türkiye gibi koca bir ülke AliBaba için tüketiyor mesela. Ve ortaya sadece tüketim üzerinden para kazanan devasa bir sektör çıkmış durumda. Üretmiyor, satıyor ve Türkiye’nin en çok istihdam yaratan, en değerli şirketi oluyor. Koç ne yapsın!

Tabii ki bu trendy iş durup dururken olmadı: Ucuzlayan ve yıkıma uğratılan emek gücü bunu mümkün kıldı. Kuryelik, kapitalizmin deliliği oldu, başka bir şey değil.

Ayağımıza kadar getirilen paketlerin yukarıda değindiğim narsisizmle çakışan bir yanı da var. Zaten sektör firmalarının ismindeki emir kipi de bunun göstergesi gibi: Getir diyorsunuz ve “adam” getiriyor. Bir nevi “ol” diyorsunuz, oluyor! Daha ne olsun! Her anlamda bir yıkımın ürünü kurye sektörü ve değişen tüketim biçimleri. Ama sağladığı rahatlığın örttüğü yıkım ise bir gerçek. Her anlamıyla: emek gücü, doğa…

Ayağa kadar gelen dağıtım için kullanılan karton, benzin, insan gücünü de eklemek gerekiyor toplam faturaya. Ve pandemide “küresel ısınmanın” da “iklim değişikliğinin” de gündemden düşmesini, en azından eski hararetini kaybetmesini de geçerken not edelim. Pandemi bir de bunu unutturdu bizlere.