“Polis” kelimesinin köken olarak Antik Yunan’a dek uzandığını biliyoruz. Modern zihin dünyamızı oluşturan tüm çağdaş göstergelerin temelini Antik Yunan’da bulabiliyoruz. Kabaca Yunan şehirlerine ve genel olarak oradaki yönetim biçimlerine "polis" adını veriyoruz.1 Bugünkü aynasızları düşünmek için tarihte geriye doğru gittiğimizde, yine karşımıza bir şehir ve bir devlet düzeni çıkıyor. Kısacası "Polis": Barbarlarla kuşatılmış bir dünya düzeninde, güvenliğin (özellikle burada kast edilen şey mülkiyet güvenliği), refahın ve düzenin sembolüdür. Sözlükler, felsefe ve akademi bizi tek bir düşünce eksenine hapsediyor. Demek ki sınıf mücadelesi sadece maddi tutsaklıktan kurtulma mücadelesi değil, düşünsel tutsaklıktan ve Avrupa merkezci/sömürgeci felsefe düzeninden kurtulmanın da mücadelesi. Sözlüklerin zihinlerimize fısıldadığı “Polis”; medeniyetin ve insanlığın temel taşı gibi görünüyor. Sınıflı toplum düzeninin kontrolündeki dilden, polislik namına pejoratif bir anlam üretebilmek kolay değil. Bunun için tarihe başvurmak ve etkileyici üniformalarının ardına gizlenen, yasal cinayet örgütünün (Polisliğin) Amerika’daki tarihsel gelişimine bakmak zorundayız. Burada bir köle bekçisinin yaldızlı ve parlak rozetlere, "kanunun" kendisine nasıl dönüştüğünü göreceğiz.
Polis dendiğinde aklımıza, zora düştüğümüzde bir anda yanımızda beliren ve kanunu taşıyan kanatsız melekler gelebilir. Tüm acı deneyimlere rağmen polisliğin "kutsal koruyucu" imajını sürdürebiliyor olması üzerine kafa yormamız gereken bir başka olgu. Oysa dünya üzerinde yaşayan milyarlarca yoksul şunu çok iyi biliyor ki hiçbir polis bir yoksulun can güvenliği ve kamunun selameti için asla canını ortaya koymaz. Hiçbir değeri olmayan bir yaşamı korumanın, yaşadığımız maddi koşullarda akılcı bir karşılığı yoktur. Babası ya da sevdiği birinin polislik deneyimini gözünün önüne getiren bir okurun bu satırlara isyan ettiğini duyar gibiyim. Mesele bir kişinin şahsi kararları değil, mesele polislik kurumunun kuruluş doğası ve bu kuruluşun getirdiği doğal yasalar. O yüzden düşünceleriyle değil, duygularıyla yaşayan ve evreni bu duygusal toplamın bir ürünü olarak gören cahillerden olmayın.
Polis teşkilatı, ABD’de kamu finansmanıyla ilk kez 1838 yılında Boston’da kuruldu. Sonraki yirmi yıl içerisinde New York ve Şikago gibi bölgelere yayıldı. ABD’de polisliğin temelleri sömürgecilikle doğrudan ilişkiliydi ve bu ilişki gelecekteki profesyonel teşkilatın vazgeçilmez köklerinden biri olacaktı. Polislik, sömürgecilikle doğrudan ilişkili ve burada ele aldığımız tarihten dünyadaki tüm örnekler nasibini aldı. Yani ABD ve Türkiye polisi arasında temel ideolojik ya da doktriner yaklaşım bakımından herhangi bir fark yok. Bu yüzden ABD polis teşkilatının tarihini okurken, bunu yaşadığınız ülkeyle ilişkilendirmekte herhangi bir zorluk yaşamamalısınız. Polis, zorda kaldığınızda size ve yoksul ailenize sirenleri çalarak yetişmek için oluşturulmuş bir örgüt değildir. Polisler temelde köle bekçileridir ve bu temel ideolojik motivasyon değişmeden (sadece biçim, şekil ve renk değiştirerek) olduğu gibi kalmıştır. ABD’deki ilk polisler, sınır bölgelerindeki Kızılderililere karşı harekete geçmiş olan askeri birliklerdi. Bu askeri birlikler, beyazların toprak açlığını gidermek ve yerlileri topraklarından kovabilmek için kabaca 1830 ve 1847 yıllarında yoğun bir terör estirdi. Burada askerlik ve polislik arasındaki ince çizgiyi görüyoruz. Bu çizginin Türkiye’de özellikle çoğu kez Kürdistan bölgesinde aşıldığını görebiliriz. Bildiğimiz anlamdaki profesyonel polisliğin ve profesyonel askeri uygulamaların doktriner olarak geçişken olduğunu unutmayalım. İşgal edilen ve kontrol altına alınan bölgelerdeki askerler, artık oradaki polislerdir ve bazen polisler de "özel harekât" sınıfındaki profesyonel askerlerdir. ABD’deki polislik uygulamalarının tarihine baktığımızda gördüğümüz şey budur. Yerlilere, siyah kölelere karşı uygulanan ve yasalarla şekillenen bir yıldırı (terör).
Polislerin çok sevdikleri edimler: "devriye atmak", sokakları dolaşmak ve kendini bir şiddet unsuru olarak göstermek; bu terör açlığına dayanmaktadır. Polisler, sahiplerinin onlara diktikleri üniformalarla kölelere durmaları gerektiği yeri gösteren silahlı haydutlardır. Kuzey Amerika’da ilk köle devriyeleri 1704’te kuruldu. Köle devriyeleri, sokakta gezen siyahları sorgular ve efendisinden kaçan köleleri yakalardı. ABD’deki ırk yasalarının kökleri, eli silahlı bekçilerden ve kölelerin zincirlerinden geçiyordu. Düzeni sağlayan köle bekçileri (yani zamanın polisleri), çıplak bedenleri acımasızca kırbaçladı ve efendinin otoritesini siyah kölelerin bedenlerine kazıdı. Gelecek yüzyılda ABD’de bu kölelik rejimi biçim ve şekil değiştirerek daha da profesyonelleşti ve derinleşti. 18-19. Yüzyılda yerel yönetimlere (belediyelere) bağlı polis teşkilatları kuruldu. ABD’de bugün polisin yasal statüsü hâlâ muğlak ve sınırları belirsizdir. Bu yüzden polisler, sokakta kameraların önünde siyah Afrikalıları boğarak öldürebilmektedir. Özellikle 19. Yüzyılda ABD’ye Avrupa’dan milyonlarca göçmen gelmiştir. Artan göç işçi sınıfını hareketlendirmiş, ekonomik krizler grevleri tetiklemiş ve sendikal örgütlenme patronların kontrolünden çıkmıştır. Kontrolden çıkan köleleri (işçi sınıfını), hizaya getirmek gerekiyordu. Yerel yönetimle yani politikayla iç içe geçmiş olan polis bunun için biçilmiş kaftandı. Silahlarla, göz yaşartıcı gazlarla kuşanan ordu, grevci işçilerin üzerine yürüdü; işçi önderleri suikastlarla ya da açıktan polis müdahalesi esnasında infaz edildi. Bu acı tarihsel süreci romanlardan takip etmek mümkün. John Steinbeck’in "Bitmeyen Kavga" romanı, polis terörünü iliklerinize kadar hissedebilmeniz için isabetli bir tercih olabilir.
ABD’de polislik uygulamaları, sınıf mücadelelerinin gölgesinde hızla profesyonelleşti. ABD’de modern polisliğin kurucu babası diyebileceğimiz August Vollmer, gelişkin bir ölüm makinesini kurma yönünde önemli adımlar attı. Vollmer, Berkeley (California)’in ilk polis şefiydi. Ancak şeytan burada gizli değil. August Vollmer, Amerika’nın sömürge bölgelerinde başarıyla görev yapmış, vatansever bir (haydut) askerdi. Vollmer, Filipinler’deki İspanyol-Amerikan Savaşı ve Filipin-Amerikan Savaşı’nda görev yapmış bir gaziydi. Filipin yerlilerinin isyanını profesyonel terör yöntemleriyle bastıran bu usta asker, sınıfına çok iyi hizmet etmişti. August Vollmer’in hizmetleri karşılıksız kalmadı ve sömürgelerde elde ettiği tecrübeyi ana karaya aktarması sağlandı. Vollmer, ABD’li tekellerin koruyucu meleği oldu ve işçi sınıfını iktidar düşü kurmaktan uzaklaştırdı. Polisliğe giden her yol sömürgeciliğe çıkıyor ve evet sömürgelerde yaşayan bir insansanız bile bu böyle. Yani sizin polisiniz daha insancıl ve daha vatansever değil. Amerika’nın yönetici sınıfı, tüm bu rezil-ırkçı polisiye düzeni bir gece rüyasında görüp ortaya atmadı. Bu utanç verici deneyim (bilgi), İngiltere adasından binlerce kilometre yol aldı ve kıtaya ulaştı. Bu yüzden Avrupa aydınlanmasının bir yüzü aydınlıksa diğer yüzü karanlıktır diyoruz.
Aydınlanmayı bir fetişizm biçiminde yere göğe koyamayanların, insanlara anlatmaktan imtina ettikleri karanlık bir tarihi var. Bunu özellikle sakladıkları ve konuşmak istemedikleri açık. Kutsamaya doyamadıkları "Avrupa Medeniyetine" zeval gelsin istemiyorlardır belki. Ancak özellikle İngiliz aydınlanması denen şeyin kökeninde, sömürgelerin fethini kolaylaştırmak için üretilen ırkçı tezleri (ideolojileri) görmek mümkün. Okurken histeri nöbetleri ya da entelektüel orgazm nöbetleri geçirilen David Hume, siyahları ne kadar insan olarak görüyordu? Yoksa Afrikalı insan onun gözünde sadece konuşan bir aletten ibaret miydi, okumayı-araştırmayı çok sevdiğini iddia eden ayrıcalıklı ve bilgiç takımımızın araştırması ve sorgulaması gereken meseleler bunlar. Yine liberal yüzlü şeytan Jeremy Bentham’ın “panoptikon” mucizesini yaratırken neye odaklandığını iyi düşünmek zorundayız. İngiliz aydınlanmasının yere göğe koyamadığımız filozofları, aristokrat sınıfın ihtiyaç duyduğu tüm ideolojik silahları üretmiştir. Bunu yeni kıtalara açılan bir ülke (İngiltere), köleleştirme ideolojisi olarak kullanmış ve buna dönük yasalar icat etmiştir. Amerikan kast sisteminin kökleri burada yatmaktadır. Bu yüzden özellikle sosyalistlerin "aydınlanma" övgüsü yaparken dikkatli olmaları gerekiyor. Hangi aydınlanmadan bahsedildiği çok önemli. Fransız ve İngiliz aydınlanması arasında kocaman bir çizgi çekmek gerekiyor. Bugünün karanlığıyla kafayı bozup, bugünün karanlığını yaratan ve adına garip bir biçimde "İngiliz Aydınlanması" denen şeyi övenlerin katillerine âşık olup olmadığının sorgulaması gerekiyor.
Şimdi, adımlarımızı biraz daha büyük atıp günümüze doğru yaklaşalım. Amerika’daki polis terörizmi, gelecekteki faşizmin temel dayanak noktalarından biri oldu. Sovyetler Birliği’nin kuruluşuyla birlikte “komünist bir türbülansa” giren emperyalist sistem, Avrupa’da dolaşan hayaleti kovmanın yolunu arıyordu. Almanya’da Nazilerin ortaya çıkması tesadüf değildi. Amerika’nın tüm ırkçı birikimi kıtaya aktı. Hitler denen meczup, yoğun bir eğitimden geçirildi ve sermaye komünizme karşı omuz omuza verdi. O dönem İngiltere’de geçmişte başbakanlık görevi de yapmış olan ve küresel siyasete yön vermiş önemli bir siyasetçi David Lloyd George’un Hitler’i Bergof’daki yazlığında ziyaret ettiğini unutmayalım. Karşılıklı ne konuştuklarını bilmiyoruz, ancak Lloyd George’un İngiltere’ye döner dönmez gazeteye (Daily Express) Hitler’i sempatik gösteren bir makale kaleme aldığını biliyoruz.2
'David Lloyd George ve Adolf Hitler yan yana'3
Görüşme sonrasında Hitler’in ırk yasaları konusunda cesur adımlar atması da bir başka önemli işaret. Eski İngiltere başbakanı, belki de İrlanda’daki deneyimlerini Adolf Hitler ile paylaşmıştır, kim bilir? Modern tarihte İrlandalılar, Britanya Adası’nda (yani Avrupa’da) de-hümanizm ve soykırıma maruz bırakılan örneklerdi. İngilizler "barbar" sömürge halklarına karşı yaptıklarının bir benzerini bağımsızlık için yanıp tutuşan İrlandalılara yapmıştı.
Saklanan bu tarih, akademik bir heyecan ve merak olarak kütüphanenin tozlu raflarında bizleri bekliyor ve işçi sınıfı mücadelesi bu rezil tarihi raflardan indirmediği sürece, aynı karanlık tarafından yeniden ve yeniden işgal edilmeye devam edeceğiz gibi görünüyor. Bugün, gençleri Nazizm denen ideolojiden koruyacak hiçbir şey yok. Naziler, Amerikan ırk yasalarından feyz aldılar ve ırkçı yasal düzenlerini bu temel üzerinden kurdular. Nürnberg yasaları, Jim Crow yasalarının sadece aynadaki bir aksıydı.4 Kavgam kitabı ya da bir nevi lider kültünün gölgesinde pazarlanan Nazi manifestosunun, Amerikan övgüsü taşıması basit bir öykünmeden ibaret değildir. Ortada küresel sermaye sınıfının, işçi sınıfına ve devletine karşı kurduğu bir koalisyon vardır. Demek ki Nazileri sadece Alman ulusuyla ilişkilendirmek ve faşizmin tüm suçlarını alabildiğine bu ulusun üzerine yıkmak aptallığın daniskası. Tarihin cilvesine bakın ki aynı Nürnberg’de Naziler, ABD’nin kurduğu mahkemenin karşısına çıktı ve yine şu işe bakın ki bu davalarda Nazi sermayesi aklandı. Geçmiş yazılara atıf yapmayacağım, sadece hatırlatmak istiyorum. Bu yargılamalarda Amerikalı yargıçların, tarafsız bir yargılama yürütmesi imkânsızdı. Böyle bir şeyi denemeye kalkmak, Amerika için büyük bir felaketle sonuçlanırdı. Çünkü, bu yargılama sonuna dek sürdürülse ve Nazi sermayesinin üzerine gidilseydi eğer, Ford’un patronunu sanık sandalyesinde görmemiz işten bile değildi.
SONUÇ: Aslında hiç yargılanmayan ve yargılanmadığı için de teknik olarak mahkûm edilmeyen Nazizm’in, bugün Avrupa’da meşru bir güç olarak karşımıza çıkmasına şaşırmamalıyız. ABD’deki köklü polislik uygulamalarının, Avrupa’ya makro bir biçimde aktarılması sürecidir Nazizm. Nazilerin esas görevi, sermayenin düşmanı olan komünistleri Avrupa’dan atmaktır. Bu görev yarım kaldığı için NATO’ya devredildi ve NATO bu görevi dünya çapında başarıya ulaştırdı. Öyleyse NATO’nun küresel bir polis gücü olduğunu söylemek o kadar da yanlış bir önerme olmayacaktır. Şimdi, tüm bu hikâyeden kendisini sıyıracak ve ulusalcı fantezilerinde bizim böyle bir ülke olmadığımızı düşünecek olan kıt akıllılara şunu hatırlatmak gerek. Bugün, Türkiye’de polis teşkilatı ABD’nin vasat bir kopyasıdır. Polisin esas görevi, öldürülen yoksul bir kadının cinayetini sorgulamak ve araştırmak değildir. Polis teşkilatının esas görevi, direnişte olan işçilere ‘Sabancı’nın selamını getirmek ve sınırsız bir şiddet (terör) uygulamaktır…
19. Yüzyılda Amerika kıtasına varan, göçmen işçilerin içinde İrlandalılar yüksek bir orana sahipti. O dönem beyaz derili olmak, ‘üstün bir beyaz’ olarak kabul edilmek için yeterli bir kıstas değildir. Beyaz ve siyah arasındaki skalada ara uğrak noktaları vardır ve arada kalanlar Afrikalı siyahlarla aynı kaderi paylaşır. Yani bugünün üstün beyaz İrlandalıları, dünün Amerika’sında hayvansı varlıklar gibi görülüyorlardı. Elbette bu statü sadece İrlandalıları kapsamıyordu. İrlandalılarla birlikte İtalyanlar ve Yunanlılar aynı kaderi paylaştılar. Yani siyah bir Afrikalı ile aralarında derin bir fark yoktu. Zamanla bu hiyerarşilerin yer değiştirmesi kaçınılmaz. Bugün, İrlandalılar artık kendilerini safkan bir beyaz olarak görebilir. Benzer bir durum beyaz derili Türkler için de geçerlidir. Bugünün Türkleri, beyaz adam için aslında siyah adamdır. Buna Kürtler ve diğer halklar dahildir. Öyleyse polisin temel görevi bugün bu ırkların kaynaşmasını, yani özetle bir işçi sınıfı dayanışması ya da mücadelesini önlemektir. Tüm bu teoriyi kabaca özetleyip bitirelim:
- Polisin görevi hâkim sınıfın güvenliğini ve güvenli bir biçimde başka coğrafyalara yayılmasını sağlamaktır. ABD’de birinci aşama, yerlilerin topraklarından kovulması ve kölelerin kontrol altına alınması biçimde görülmüştür.
- İşçi sınıfının olası direnişini ve kitlesel grevlerini şiddetle bastırmak. Sanayinin gelişimiyle birlikte ikinci evrede profesyonelleşen polis (akademi) teşkilatını görüyoruz. Polis burada Antik Yunan’daki anlamın hakkını veriyor gibidir.
- Irkçılığın yayılımı ve ırk yasalarının korunumu. Dördüncü ve en geniş kapsamda polisin küresel bir askeri güce dönüşüne tanıklık ediyoruz. Emperyalizmin yarattığı savaşlar, doğal ve ekonomik yıkımlardan dolayı harekete geçen yoksul kitlelerin vardıkları ülkelerde topluma karışmasına engel olunduğunu görüyoruz. Burada polislerin siyah Afrikalılardan ya da esmer Hintlilerden seçilmesinin hiçbir anlamı yok. Temelde sınıf mücadelesi potansiyeli oluşturabilecek olaylar ve olgular daha doğmadan engellenmeye çalışılır. Tıpkı polisin üfürükten suçu, suç oluşmadan engelleme şiarı gibi. Burada yoksulların kurduğu denklem geçerlidir. Polis genellikle olay olduktan ve yoksullar birbirini paramparça ettikten sonra olay yerine gelir. Küresel polisin ana amacı, ırkların karışımını engellemek ve ırkçı yasaların korunumunu sağlamaktır. Bu yasaların aleni ya da gizli olabileceğini akılda tutmak gerekir.
Diyarbakır’da kaybolan küçük kardeşimizin acı hikâyesi bize bir kez daha polis teşkilatını sorgulamayı salık veriyor. Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği Başkanı Müjde Tozbey, ekibiyle birlikte kayıp çocukların bulunması için elinden geleni yapıyor. Buraya önemli bir not daha bırakmak isterim. Avrupa’daki çok bilgili ve çok büyük gazetecilerimiz bunları yazmaz. Kayıp çocuklar meselesi, Avrupa için de çok büyük bir problem. “Aaaaa!!! Orada da mı?” diye haykıranları duyar gibiyim. Maalesef bu yakınmayı etrafımızdan, sosyalist olduğunu sandığım insanlardan duymak beni çok rahatsız ediyor. Bugün, Avrupa’da binlerce göçmen çocuk kayıp. Bu çocukların fuhuş, organ mafyası, köle ticareti ve radikal terörizme taze kan olarak aktarıldığı düşünülüyor. Peki, bu çocukları bulmakla ve korumakla görevli polis teşkilatları ne yapıyor? Elbette vitrin ve medya reklamı için bir şeyler yapılıyordur ama hepsi o kadar. Avrupa’nın kayıp göçmen çocuklarını ‘Gelenek’ için yazdım ve ilerleyen aylarda bunun faşizmin yükselişinde hepimize önemli veriler sunacağına inanıyorum. Kapitalizm artık çöküyor ve çökerken önce çocukları ve kadınları peşinden karanlığa sürüklüyor. Bunun ardından kara bir lanet gibi ırk yasalarını bize dayatıyor. Onlar, karanlığımızın yılmaz bekçileri. Bu karanlıktan çıkmanın tek yolu, hepimizin ana sütü gibi hakkı olan devrimi talep etmekle mümkün. Kendisini üniformalarıyla ve rozetleriyle yasa olarak dayatan şiddet gücüne karşı başkaldırmak ve devrim için harekete geçmek zorundayız.
- 1. ‘Dictionary of Cambridge’ https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/polis
- 2. ‘Lloyd George meets Hitler (1936)’ https://alphahistory.com/nazigermany/lloyd-george-meets-hitler-1936/ Erişim Tarihi: 02/09/2024
- 3. ‘Visiting Hitler, and the second World War’ https://www.library.wales/discover-learn/digital-exhibitions/david-lloy… Erişim Tarihi: 02/09/2024
- 4. BKNZ: ‘Hitler’s American Model (The United States and the Making of Nazi Race Law)’ Written By James Q. Whitman