Kapitalist sınıfı oluşturan sermaye sahipleri de planlar yaparlar. Ama onların planları kârlarını artırmak, pazarlara egemen olmak ve bu egemenliklerini genişletmek içindir.

Planlama işçi sınıfının işidir

Doğrudur, plan yapmak ve uygulamak işçi sınıfının işidir. Tarihsel olarak ortaya çıkışıyla da  özü bakımından da böyledir. Bu yargının temeli, anılan sınıfın çıkarlarının, toplumsal üretimin ve buna bağlı olarak bütün bir toplumsal hayatın örgütlenmesinin emekçiler yararına köklü biçimde dönüştürülmesini gerektiriyor oluşudur. 

Buna karşılık, şu da doğrudur: Kapitalist sınıfı oluşturan sermaye sahipleri de planlar yaparlar. Ama onların planları kârlarını artırmak, pazarlara egemen olmak ve bu egemenliklerini genişletmek, bazen de iktidarlarının geleceğini kaçınılmaz olduğunu göremedikleri yıkılıştan koruyup kollamanın önlemlerini almak içindir. 

***

Oğuz Oyan 14 Şubat 2021 tarihli BirGün’deki Pazar yazısında bir kez daha  Demokratikleşme için Plan ‘78-‘82 adını taşıyan kitabı ve onu ortaya çıkaran çalışmayı konu edindi. Bana sorulursa, ne kadar konu edilse yeridir. Bunu söylemenin abartma olduğunu sanmıyorum. Zaten nesnel, yansız, serinkanlı ve benzeri nitelemelerle anılabilecek bir yazı yazmam pek kolay değil; çünkü, hatırladığım kadarıyla iki yıldan uzun süren çalışmanın Yalçın Küçük ve Candan Baysan ile birlikte üç sorumlusundan biriydim. Az önceki niteliklere uygun sayılabilecek bir yazıyı ise, ilk kez olabildiğince derli toplu bir biçimde, 2003 yılındaki bir sunuşun ardından kâğıda dökmeye çalışmıştım. Birazdan değineceğim.  

Oğuz Hoca’nın yazdıklarından, aynı konuda kaç kez ve hangi tarihlerde yazdığını birer birer sayarak belirtmesine bakarak, yalnız kendi üstüme alınmasam da, biraz sitem, biraz çağrı anlamı çıkardığımı söyleyebilirim. Bu çağrıyı da yazının kendisini de önemli bulmakla birlikte, şimdilik, bu konuda yazıp çizme anlamında yapılacak pek fazla iş kalmadığını düşünüyorum. Burada “şimdilik” sözcüğünün altını çizmeliyim; çünkü, sözünü ettiğimiz çalışma, güncel ihtiyaçlara karşılık veren yenilerinin ortaya çıkışını kolaylaştırıp desteklediği sürece daha büyük bir değer kazanacaktır. Şu son dediğim yeni çalışmaların zamanı da gelmek üzeredir, belki de gelmiştir, denebilir.

Devam ederken, benim bu önemli çalışma konusunda kayda geçirdiklerimin kısa bir dökümünü vermek yararlı olabilir.

Çeşitli uzunlu kısalı değinmelerim bir yana, ilk kapsamlı yazı, az önce belirttiğim sunuş metnidir. Sol Meclis’in 19 Ekim 2003 tarihinde Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlediği “Sosyalist Türkiye Hangi Kaynaklarla Kalkınacak?” konulu sempozyumda sunulan ve hemen ardından aynı adla yayımlanan kitapta yer almış “Yetmişli Yıllarda Bir ‘Sol Müdahale’ Deneyimi: Türkiye İşçi Partisi’nin ‘Karşı Plan’ Çalışması” başlığını taşıyan 14 sayfalık bildiriydi o. Sonraki yıllarda, karşı planın da değişik yanlarıyla ele alındığı iki uzun söyleşi yayımlandı. Biri, Osman Çutsay ile yaptığımız ve 15-16 Temmuz 2013 tarihlerinde soL’da; öbürü, Ali Somel ile yaptığımız ve Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin Madde, Toplum ve Diyalektik dergisinin Ekim 2019 tarihli, 2. cilt, 4. sayısında yayımlanan söyleşiler. Ayrıca, değişik zamanlarda, çeşitli vesilelerle yapılmış yazılı ve sözlü değinmeler…

***

Bu yazının, başlangıçta sözü edilen BirGün yazısıyla bağlantılı olarak süreceği anlaşılıyor. Öyle başladı, öyle gidecek. Bence bir sakıncası yok.

Oyan’ın plan çalışmasının bir aşamasında ortaya çıkan siyasal sorunla ilgili yerinde gözlemleri, saptamaları var. Önce onlardan birkaç aktarma:

“(…)TİP'in "sosyalist devrim" önceliğinin bizzat kendi hazırladığı DİP tarafından bir anlamda aşamalı bir mücadele programına tahvil edilmiş olduğu da söylenebilir. Nitekim ‘sunuş’ta tarif edilen şey, ‘tüm demokratik güçleri daha ileri hedefler için seferber ederek onların siyasal iktidara hazırlanmasına yardımcı olmaktır’, yani demokratik güçlerin iktidarıdır.

(…) Aslında ‘sunuş’a bakılırsa, DİP'in ‘sosyalizme geçişin koşullarını hazırlayan’ bir belge olduğuna çok sıklıkla gönderme yapılmaktadır. Bir anlamda, iç tepkileri göğüsleyebilmek için, ‘sosyalist devrim’ önceliğinin devam ettiği de ima edilmektedir. Ama bize göre DİP, bir anlamda, TİP'in ana yönelişinde bir kırılmadır. Ama bu kırılmanın su yüzüne çıkmadığını da görüyoruz. Çünkü DİP yayımlandıktan sonra adeta unutulmaya terk edilmiş görünmektedir.”

Burada sözü edilen “sunuş”, kitabın başında yer alan ve o dönemin merkez yönetiminin imzasını taşıyan metindir. Bu metnin, plan çalışmasının başlangıcında var olan ve bir noktasına kadar varlığını, dolayısıyla çalışma boyunca geçerliliğini sürdüren siyasal yaklaşımla ilgisi yoktur; çalışmanın sorumluları tarafından hazırlanan sunuş bir kenara atılarak yeniden yazılmıştır. Çok kısaca, ülkede bir devrim gündeme geldiğinde bunun sosyalist devrim olacağı biçiminde anlatılabilecek bu yaklaşımın terk edildiği noktanın zaman açısından tam bir kesinlikle somutlaştırılması ise bana mümkün görünmüyor. Neyse ki, şu anda gerekli de değil. Sadece, o dönem içinde ve kısa bir süre sonra partinin çizgisinde ortaya çıkıp yeni birlikteliklere, giderek birleşmeye ve bir otolikidasyona yol açan dönüşümü anmak yeterli olur. 

Ancak, aynı yazıdan yukarıya aktardığım son cümledeki gözlemin gerçeğin yansıması  olduğunu, onca emek zamanı harcanmış bir çalışmanın, oradaki çok yerinde anlatımla, “unutulmaya terk edildiğini” vurgulamadan geçmeyelim.

Profesör Oyan’ın haklı olarak dikkatini çektiği anlaşılıyor, bir de plan metninden şöyle bir bilgi aktarılmış:

“(…) GSYH ve sektörel büyüme hedefleri, 1990'lı yıllarda Çin'in gerçekleştireceği performansı kıskandıracak boyutlardadır: GSYH ortalama artış hızı, beş yıllık plan süresince yıllık yüzde 10,35'tir. Sektörel temelde bu artış, toplam sanayi için yüzde 15,28, madencilikte yüzde 22,67, enerjide yüzde 21,02; aramalı sanayiinde yüzde 18,85, yatırım malları sanayiinde yüzde 17,77'dir. (DİP, s. 226). Burada, sanayinin GSYH içindeki payını artırmaktan daha kritik olan hedef, imalat sanayinin içyapısının değiştirilmesidir.

Bir başka seçiş, plan dönemi boyunca kamunun toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payının yüzde 77,4 gibi çok yüksek bir oranda belirlenmiş olmasıdır. Bu oran, devletleştirilecek sektörler olarak tanımlanan enerji ve madencilikte yüzde 100’dür.”

Bunların planın ilgili bölümlerinde tutarlılığı gösterilmiş hedefler olduğunu belirterek şunu ekleyelim: Böylesine büyük ya da “iddialı” hedeflerin “demokrasi güçlerini seferber ederek onların siyasi iktidara hazırlanmalarına yardımcı olmak” türünden amaçlarla bir araya getirilmesi mümkün mü? Bunlar, ancak, açıkça sosyalizme yönelen bir işçi-emekçi iktidarının önüne koyup gerçekleştirebileceği hedeflerdir.

***

Son olarak, Oğuz Hoca’nın sorduğu bir soru ile yanıtı üzerinde duracağım. Şöyle:

“Bugün yeni bir DİP veya benzeri bir beş yıllık sol plan yapmak sosyalist solun öncelikleri arasında mıdır veya olmalı mıdır? Yanıtımız hayır olacaktır. (…) DİP türü hacimli teknik planlar taban politikasına yönelik araçlar olarak kullanılmaya elverişli değillerdir. (…) DİP, bugüne kadar yansıyan ışığıyla hâlâ görmezden gelinemeyecek bir çalışma olarak tarihe mal olmuş bir belgedir.”

Aşağı yukarı benzer bir düşünceyi, yukarıda sözünü ettiğim 2003 tarihli sempozyum bildirisinde dile getirmiş, orada sıraladığım birtakım nedenlerle bu çalışmanın tekrarının mümkün olmadığını belirttikten sonra şöyle devam etmiştim: “Ancak gerekli de değildir. Gerekli olan, ekonominin planlanmasının mümkün ve zorunlu olduğunun, bu sempozyumun ana başlığındaki soru’nun temel yanıtlarından biri olarak öne çıkarılmasıdır. Bu topraklarda iktidar olamamış ve sadece pek de farkında olmayarak iktidarın eşiğine yaklaşabilmiş sosyalist hareketimiz, yine de, basbayağı bir planlama deneyimini gerçekleştirme becerisini gösterebilmiştir. Bunun boşa gitmediği ve bugün ya da gelecekte işe yarayacak bir iz bıraktığı vurgulanmalıdır.”

Yazısının sonunda şunu da eklemiş Oğuz Oyan: “Bugün sosyalist sola “düşen, benzeri bir plan belgesi hazırlamak değil, DİP'in eskimeyen yönlerini de göz önünde bulundurarak bir iktidar programı hazırlamaktır. Bunun ne ölçüde bir sosyalist programla özdeşleşeceği ayrı bir konudur.”

Sözü güncel bir gelişmeye bağlayabiliriz: Hafta başında bütün düzen partilerini ve aktörlerini dışarıda bıraktığı besbelli bir “cephe” çağrısı okuduk. TKP imzalı metinde 2023’te bir “yeniden cumhuriyet” fikrinin ete kemiğe büründürülmesinden söz ediliyor; ülkemizin geleceğinin piyasacı, gerici, işbirlikçi güçler arasındaki çekişmelere bırakılmaması gereği vurgulanıyor ve nitelikleri “halkçı, laik, bağımsız, sosyalist” olarak sıralanan bir emekçi cumhuriyetinin gerçek bir seçenek durumuna gelmesi için kolları sıvayıp işe girişme çağrısı seslendiriliyordu.

Bu işler arasında 40 küsur yıl öncekine benzer, teknik mükemmellik ya da nefaset ölçütlerini titizlikle gözeten, çok boyutlu bir plan belgesi üretmek yoktur. Ama anılan niteliklerdeki bir cumhuriyetin, emekçi halkımız için hangi kazanımları sağlayacağına ilişkin yeterince ayrıntılı, somut ve inandırıcı kanıtları sergileyen birtakım belgeler herhalde gerekecektir.