Terörizme karşı savaş stratejisi hukuk ve yargı desteğiyle devreye sokulurken, piyasa terörü arka cephede istediğini yapıyor.

Piyasacı terör

Emniyetten gelen ilgi yazı üzerine Kredi ve Yurtlar Kurumundan aldığı öğrenim kredisi kesilen ve borcu faiziyle ödenmesi istenen öğrenciler arasına her gün yenileri ekleniyor. Antalya'da "Bu faturaları ödeyemiyoruz, Cengiz Elektrik devletleştirilsin" içeriğiyle düzenlenen eylemlere katılan Hazal Üner de bu öğrencilerden biri.

Elektrik, başta yaşam hakkı olmak üzere, anayasal güvence altında olması gereken birçok hak ve özgürlüğü ilgilendiren, insanca yaşamanın gereği olan temel bir hak. Bir yandan şirketler taahhütlerini yerine getirmeyerek elektriksiz bırakırken bir yandan da elektrik faturaları pahalılık listesindeki sıralamada başlarda. Hak mücadelesi veren ve “elektrik şirketleri devletleştirilmelidir' haklı önerisini savunan öğrenciye "kamu düzenini bozduğu, terör ve anarşi faaliyetleri"ne katıldığı suçlaması yapılıyor KYK'ce.

Piyasayı korumak adına, hukuksal deyişle “belirsizliği” açık olan, yasaki tanımsızlık üzerine kurulu tanımı ihtiyaca göre değiştirilen bir durum gerekçe gösteriliyor. Terörizme karşı strateji piyasayı koruma amacıyla kullanılıyor.

Piyasanın istikrarı ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin engelsiz olarak yaygınlaşması için halkın yıldırılması, korkutulması, baskı altında tutulması, susturulması, hukukun ve yargı kararlarının duruma göre yorumu, kuralsızlık, kurumsuzluk, keyfilik de terör sözcüğüyle anlatılabilir. Sözcük anlamı bu kullanıma uygun.

Yazı başlığının içinden çıktığı, Alper Birdal’ın “son kırk yıldır piyasacı terörün kasıp kavurduğu bir dünyada yaşıyoruz” sözleri de sömürülenlerin çoğunlukta olduğu bir dünyada piyasa ekonomisinin, kâr amaçlı üretimin, toplumsal kaynakların yağmasının, artı değer sömürüsünün somut durumunu gayet yerinde anlatıyor.

Nevzat Evrim Önal’ın 24.3.2022’de soL’da Alper Birdal’la yaptığı, sorularıyla ve yanıtlarıyla doyumsuz, bilgilendirici, düşündürücü söyleşide "Sosyalist Planlamanın Sorunları: Planlı Ekonomilerde Emek Süreci ve İktisadi Özendiriciler" konulu yeni kitabı tartışılırken yapıyor Alper piyasacı terör saptamasını. Yazılama Yayınlarından çıkan kitap, klasik deyişle başucu eserleri arasına giriyor.

Sosyalist planlamayı anlatırken, kapitalizmi ve onun planlamasını da tüm gerçeğiyle gözler önüne seren Alper, kapitalizmin içinden geçtiğimiz “üçüncü büyük bunalımı”nın “büyük bir yıkımı” da beraberinde getirdiğini söylüyor ve devam diyor: “Bu yıkımın kendiliğinden işçi sınıfının lehine bir durum yarattığı söylenemez; aslına bakılırsa bunun tam tersini iddia etmek daha akla yatkın görünüyor. Zira yıkılan, ortadan kaldırılan, saldırıya uğrayan evvela işçi sınıfının tarihsel kazanımları oluyor”.

Yıkımla, saldırıyla ilgili, yazı girişteki örnek gibi betimlemeler çok. Gericiliğe ve ırkçı politikaların yükselişine, baskı ve şiddetin sıradanlaşmasına, karaborsa da dediğimiz “gölge piyasalar”a, soygun ve yağmaya, kadın ve işçi cinayetlerine kadar sayfalar dolusu örnek verilebilecek bir dünyada yaşıyoruz.

Alper’in vurguladığı, günümüz düzenine ve düzen içi muhalefetine tam uyacak bir durum daha var ki dikkat çekmek gerekiyor: “Kapitalizmin bir şekilde yeniden ‘yaşanabilir’ bir düzen haline gelebileceğini vaaz eden sahte bir ‘umudun’ pazarlanması… “Kapitalizmin insanileştirilebileceğini, piyasanın dizginlenebileceğini, krizin insanlığı daha fazla çürütmeden de aşılabileceğini vaaz etmek” aldatıcı umuttan başka bir şey değil.

Türkiye’de her ne kadar geçmişte kalan planlama örnekleriyle ve Devlet Planlama Teşkilatıyla övünme sürdürülse de burjuva devlette planlamanın sınırının kapitalizmin ve elbette emperyalizmin çıkarlarına gelip dayandığı da yadsınamayacak bir gerçek. Dönemsel olumluluklar ve buraya verilen emek tabii ki takdire değer ama bu kazanımların bir çırpıyla silinip atılabilmesi, DPT’nin yıkılabilmesi de gerçek.

Yıkımı elinde tutan siyasal iktidar olarak gözükse de gerçek silici, kendi kurumsal planlamalarını kimi zaman küçük, kimi zaman hatırı sayılır büyüklükte yapan, fiziki planlama ile ekonomik, sosyal ve kültürel planlamayı toplumsal bütünlük içinde değil, kendisi için kullanan sermaye. Kapitalizmin doğasına ilişkin “miyopluk” kimi araçlarla kılıflanmaya çalışılıyor ama sömürü hep sürüyor.

Her ne kadar kamu yararı nedeniyle mülkiyet sınırlaması Anayasa’da yazsa da, özel mülkiyetin sınırsızlığı sürüyor; devletin özelleştirme politika ve uygulamalarıyla, teşviklerle, kamulaştırmanın özel yarar için dönüşümüyle, hukukla ve yargıyla sermaye hem besleniyor hem de korunuyor. Hâlâ Anayasasında planlama yazsa da planı rafa kaldıran bir düzende yaşıyoruz ama planlamadaki sınırın da yukarıda vurguladığımız gibi kapitalizm olduğunu bilmek zorundayız.

Piyasa terörü üretimden dağıtıma her alanda kasıp kavurmaya devam ederken, sermaye kârına kâr, birikimine birikim katarak talana devam ederken emek piyasasının esnekleştirilmesi, emekçinin ucuz ve güvencesiz çalışma ortamına itilmesi, işsizlik yedek ordusu hazır tutulurken göç insanlarının yedeğin yedeği olarak öne sürülmesi hep tetikte tutuluyor.

Terörizme karşı savaş stratejisi hukuk ve yargı desteğiyle devreye sokulurken, piyasa terörü arka cephede istediğini yapıyor. Güncel, parçacı düzen içi siyasetle seçime yatmak da bu serbestliğin perdelenmesine yarıyor. Yeter ki halk sussun, düzenin dayattıklarını kabullenerek uzlaşmaya otursun.

Alper’in vurgulamalarıyla bitirirsek; “Planlı ekonomilerin en önemli özelliklerinden bir tanesi olan paylaşımcılığın mülkiyet ilişkilerine dokunulmadan da gerçekleşebileceği algısının arkasında kapitalizmin bunalımının yalın gerçeği yatıyor”. Yani “planlamayla üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılması arasındaki zorunluluk bağlantısı” yadsınıyor.

“Karanlıktan çıkışın tek yolu sosyalizm, sosyalist kuruluşun biricik silahı da planlama”. Toplum yararına yönelik üretim araçlarının önce ve hemen devletleştirilmesini istemek, toplumsallaştırmanın önemli, zorunlu, ivedi amaçları arasında. Emekçi halk şimdi bu amaç için örgütlenerek haklı mücadele veriyor.