'Ucuz, esnek, geçici, güvencesiz işgücü yerli ve yabancı sermayeyi teşvik için pandemi önlemlerini hiçe sayarak sunulurken, kira destekleri kimlere yarayacak?'

Piyasa dostu adımlar

İdari ve hukuki reformlarla ilgili adımların patronları memnun edecek yönünü yazıp duruyoruz. AKP’li Başkan Erdoğan tarafından 14 Aralık Pazartesi günü yapılan açıklamada; “Türkiye'ye yatırım yapan herkesi memnun edecek” seviyede olunduğu, yatırım ortamını iyileştirmek ve yatırımcıların tereddütlerini gidererek iklimi güçlendirmek için gereken idari ve hukuki reformlar”ın tereddütsüz hayata geçirileceği, reform paketlerinin “iş dünyası başta olmak üzere her kesimle konuşarak, tartışarak olgunlaş”tırıldığı, “piyasa dostu adımlar atıldığı” dile getirildi. 

Daha fazla uzatmaya gerek yok. Sermaye ve siyasi iktidar açık oynuyor. 

Ucuz, esnek, geçici, güvencesiz işgücü yerli ve yabancı sermayeyi teşvik için pandemi koşullarını ve önlemlerini hiçe sayarak sunulurken, Türkiye bir vergi cenneti olarak tanıtılırken, mülk sahiplerini mağdur etmeme amaçlı anlamsız kira destekleri kimlere yarayacak? 

Yoksulluğu görmeyenler, asgari ücreti çözüm diye sunanlar ne yalnızca kamu görevlisi Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı ne de siyasi iktidar ve ittifakları… Düzenin gemisindekiler rakamlarla biraz oynayalım da seçimlerde yine bize gelsinler hesabıyla oyalama fırsatı olarak görüyorlar bu çürümüşlük durumunu. 

Burjuva iktidarını yaratan ilişki sermaye lehine hiç ödün vermeksizin emeğin üzerinde dururken nereye bakılırsa bakılsın görülecek şey piyasa dostu adımlar. Reform denilen şey kağıda yazılanlarla olmuyor. Adalet kağıda yazılanlarla gelmiyor. 

Hukuk kağıdına yazılan düzenin adaletsizliği ve bu adaletsizlik içinde sermayenin istikrarı. Yargı kararlarındaki çifte standart ve çelişkiler, düzen yanlısı yaklaşım bunun yansıması. Davalardan ya da duruşmalardan önce Külliyeden danışmanlarla görüşülmesi, Külliye ziyaretleri, yargıç ve savcıların AKP’ye yakınlıkları, bu yakınlıkların atama, terfi ve üye seçimine etkisi, Külliyede iddianamesi yazılacak dosyalarla ya da süren davalarla ilgili masaların kurulması iddiası gibi konular da aynı yansımanın uzantıları. 

Öte yandan kandırmacalar ve yanılsamalar da sürüp gidiyor. Barolarla oynarken gözlerini stajyer ve işçi avukatlara diktiler. Yanıt hemen TKP’li avukatlardan geldi. “Stajyer ve işçi avukatların haklarını önemsiyor ve sahip çıkmak istiyor gibi görünen bu açıklamalardaki esas sorun samimiyet/samimiyetsizlik değil. Esas sorun iktidar partisinin, TBB Başkanı’nın veya “işçi avukat kavramını yasaklayacağız” diyen ikinci baro girişimlerinin aynı safta durduğu/temsil ettiği/mensubu olduğu sınıfın bu hakların savunucusu olamayacağı gerçeği” diyerek lütuf istemediklerini açıkladılar. Binlerce işçi avukat ve stajyerle birlikte mesleği insan onuruna yakışır biçimde yapmanın koşullarını kendi elleriyle yaratacaklarını ve avukatlar arasında sınıf mücadelesini yükseltmeye devam edeceklerini vurguladılar.

Araştırmacı gazeteciler yazıyor. Barışlar (Pehlivan ve Terkoğlu) Metastaz’dan sonra Metastaz 2 CENDERE’yi yazarak yargıya daha derin daldılar. Hukuksuzluğa esir edilenlerin adil bir gelecekte yaşamaları için uyarılarını da yaptılar: “Adalet için partilerin ya da yasaların değişimi yetmez, daha köklü değişim gerekir.”

Yargıtay üyeliğine yeni seçilen, Yargıtay’da kıdem, kariyer, liyakat sütunları dolmadan ayağının tozuyla AYM üyeliğine aday olan bir ismin etrafında dolaşanlar dahi yargı ve seçim üzerindeki kuşkuyu haklı göstermeye yetip artıyor.

Seçim denilen kurumun piyasa ve iktidar uğruna yargıyı ele geçirmek için nasıl kullanıldığı 2010 Anayasa değişikliğinden sonra iyice belirginleşti. 2016’ya kadar Gülen cemaatiyle devrede olan tüm ele geçirme ve özellikle siyasi davaları başlatıp kontrol altında tutma operasyonları şimdi başka tarikat ve cemaatlerin parselleme girişimine dönüştü.        

Siyasal iktidar adına konuşan bir kamu görevlisi (Dışişleri Bakanı) "Seçim yok, seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz” diyebiliyor; sonra da demokrasi sözcüğünü bol bol kullanabiliyorlar. Seçimden önce iktidarın kime verileceğinin ya da verilmeyeceğinin bilinmesi genel oy hakkının yalnızca seçimler sırasında değil her zaman çalındığını göstermiyor mu? 

Seçimleri tam piyasa işi yaptılar. Marx ve Lenin’in ısrarla vurguladıkları “devletin sınıfları uzlaştırma” rolüne piyasaya düşen bir seçim sistemi ve dinsellik eklendi. Genel oy hakkı çalınırken emekçi halkın diğer tüm hakları ve gelecekleri de ipotek altına alınıyor.

Kapitalizmin istediğini yaptığı/yaptırdığı istemediğini yapmadığı/yaptırmadığı otoriter yapı sürüp gidiyor. Uzlaşmacı, milliyetçi, dinci, sözde (eski AKP’lileri de içine alan) muhalefet-iktidar biçimsel ayrımıyla, özde aynı siyaseti savunan ittifaklarla sömüre sömüre yollarına devam ediyorlar.

Bir yandan parlamenter rejime dönüş söylemleri diğer yandan mevcut rejim içinde başkanlığı kapma pazarlıkları. Ortada da, sömürü düzeni ve siyaset uğruna genel oy hakkını çalan adaletsiz seçim sistemi.

Meclis'teki 4 partinin (AKP, CHP, MHP ve İYİP) grup başkanvekillerinin imzasıyla yapılan ve ABD’nin Türkiye’ye yaptırımını kınayan ortak açıklamadaki Türkiye - ABD ilişkileri mütevaziliği ve NATO'nun müttefiklik ruhuna sığınılması örneği dahi tek başına düzenin ve siyasetin durumunu gayet açık ortaya koyuyor. 

“Parlamento parlamentoluğunu yapacaksa önce yasama hakkını geri alsın cumhurbaşkanlığı kararnameleri havuzundan ve sermaye baskısından kendisini kurtarsın. Sonra da denetimini yapmaya başlasın ve adaletsiz seçim sistemini, adaletsiz yasaları yırtıp atsın. Yasama hakkını kullanırken ve halkın temsilciliğini yaparken mevcudiyetini borçlu olduğu Cumhuriyette bağımsızlığın esas olduğunu, sömürülen emekçi halkın çoğunlukta olduğunu unutmasın” diyeceğim ama söz ve karar sahibi sermaye sınıfı oldukça diyeceklerim boşa gidecek.

Boşa gitmeyecek olan emekçilerin toplumsal ve siyasal örgütlenmeleri aracılığıyla doğrudan yönetiminde olacağı Cumhuriyet için söylenecekler ve mücadelelerdir.