Erdoğan’a pazarlık gücüyle ilgili fazla hayal kurmaması gerektiği hatırlatılıyor.

Pazarlığın sınırları

Ukrayna Savaşı tam da sıkıştığı anda Erdoğan’ın imdadına yetişmişti.

Yine bir uluslararası gelişme ama bu sefer bir dönüm noktası Erdoğan’ın kendi pazarlık hesaplarıyla Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarını kesiştirmişti.

İyi koku alan sermaye sınıfımız değişen dengelerden kendisine ne düşeceğini hesaplıyorken bu pazarlığın kıymetini elbette takdir edecekti.

Erdoğan yine sevdiği akıntıyı yakalamış gibi gözükmüyor muydu? NATO’nun da Rusya’nın da Türkiye’ye ihtiyacı vardı.

Bunu içeride değerlendirebilirdi. Zaten dış politika da iç politika da onun için aynı denklemde buluşuyordu. Kendi sıkışmışlığını rahatlatacak, en zayıf noktası olan ekonomide yeni kartlar sunacak, iktidar ittifakını tazeleyecek ve seçimlere hazırlanabilmesini sağlayacaktı.

İsveç ve Finlandiya kartı ona zaman kazandıracaktı. Peki ama neden bu kadar hızlı boşa düştü?

Erdoğan durumu kurtarmak için “kartlar hâlâ elimde” dese bile Türkiye’nin bekasıyla ilgili tonla laf etmeye devam etse de durumun böyle olmadığını anlamak zor değil.

NATO’nun yeni strateji belgesi bu hızın nedenini kısmen izah ediyor. Büyük yığınak başlıyor. Lavrov’un “soğuk savaş başladı, demir perde çekildi” yorumundaki ciddiyet ve tehlikenin ihtiyaç duyduğu şekilde hareket ediliyor. Biden ve Johnson’ın sevinci Erdoğan’ın jestiyle ilgili değil. Emperyalist planlarının tıkır tıkır işlediklerini düşünmelerinden.

Büyük takvim Erdoğan’ı bekleyecek değil ya!

Ancak dahası var. Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik’in açıklamaları, Peker’in “itiraflar”ı, skandalların Erdoğan’ın en yakınına kadar ulaşmış olması ve bir de 6’lı masanın bu tablodaki “sevinci” aynı ana denk geliyor.

Erdoğan’a pazarlık gücüyle ilgili fazla hayal kurmaması gerektiği hatırlatılıyor.

Durumu kurtarmaya çalışan AKP kalemleri bir yana, Erdoğan’ın arkasına sıralanan milliyetçiler, reisleri NATO konusunda neden boyun eğdi diye üzülmekle meşgul olabiliyorlar. Erdoğan’ın “anlamlı yalnızlığı”na “biz buradayız” diye destek çıkmakla…

Emperyalist dünyada pazarlık böyledir. Washington’dakiler de Moskova’dakiler de Erdoğan’ın tarzını bilmiyor olabilirler mi? Emperyalist dünyanın kuralları böyle karakterlerin yarattığı belirsizlikleri değerlendirmek üstünden işliyor.

Ama değerlenebildiği yere kadar.

Çünkü bir gerçeğin hatırlatılması gerekiyor. Emperyalist dünyada pazarlık, güçlü olanın kurallarına kendini bağlamayı şart koşuyor. Erdoğan kendini her “kurtarıyor” gözüktüğü anda aslında kendi kaderini de daha fazla ve daha fazla bu kurallara bağlamış oluyor.

Ama sorun sadece Erdoğan ile ilgili değil. Erdoğan ve sermaye sınıfımız emperyalist dünyanın gelgitlerinde yol aldıkça peşlerinden Türkiye’yi de sürüklüyorlar.

Bu ilk defa olmuyor. Türkiye’nin bir dizi sorunu bizzat buradan kaynaklanıyor. Bugün İsveç ve Finlandiya olabilir ama geçmişte Türkiye’de bombaların zaman ayarı da buna göre yapılmıyor muydu? Darbeler, katliamlar, krizler ve bugün çok konuşulan, konuşturulan göçmen sorunu hangi pazarlığın sonucu olarak ortaya çıktı?

Milli sanayi, milli savunma için yapılan çıkışlar aynı pazarlığın, emperyalist dünyada politika tüccarlığının mezesi olmadı mı? Şimdi Türkiye asgari ücretin zaman ayarını bile buna göre ayarlamak zorunda kalıyor!

Türkiye’nin bu cendereden kurtarılması gerekiyor. Pazarlıkla değil, bağımsızlıkla.

Çünkü Türkiye emperyalist planların girdabında sürüklenmeyecekse bu pazarlıkla değil ancak ve ancak bağımsızlıkla olur. Gerçek bağımsızlık içinse aynı anda hem emperyalizmin kurallarının reddedilmesi hem de onun can suyu olan kapitalizmden bir an önce kurtulunması gerekir.

Ekonomide, sanayide, tarımda kendine yeten, dış politikada bağımsız bir ülke olmak içinse pazarlığa değil halkın örgütlü gücüne ihtiyaç vardır.