Devrimciliğin ve devrimcilerin etkileme gücü, onlarla ilgili alışılmış toplumsal/siyasal göstergelerin verili düzeyi ile sınırlı değildir.

Paylaşılamayan devrimcilik

Önce Erdoğan söyledi. İki yasal unvanını serbestçe, dilediğince kullandığı için sık sık birbirine karıştırılıyor; dolayısıyla, adını unvanıyla birlikte anarken ya uzun uzun yazmak ya da hangi şapkasını giymiş olduğuna karar vermek gerekiyor. Bu kez, partisinin genel başkanı olarak konuşuyordu herhalde. Kendisini dinleyen gençler, ya oğlunun vakıf arkadaşları ya da partisinin gençlik kolları üyeleriydiler, gerçi birbirinden farkları olmadığı için böyle ayırt etmek gereksiz oluyor, onlara “muhafazakâr devrimciler” diye seslendi.

Hemen ardından, aradan bir gün geçmişti galiba, aynı partinin genel başkan vekili olan, bir zamanlar halk arasında pek saygınken şimdilerde gözden düşmüş ve pek çoğalmış  bir “mertebe” olarak  profesör unvanlı Kurtulmuş, bir televizyon programında, “AK Parti devrimci bir partidir” dedi. Der demez mi artık, aradan üçbeş dakika geçtikten sonra mı, ben izlemedim, soL’dan aktarıyorum, programı yöneten ve çok kısa süre önce Başkanı Erdoğan’dan işini iyi yaptığı için aferin alan program yöneticisi, “Bu dediğinizi alt yazı olarak yazabilir miyiz?” diye sorarak onay aldı ve, anlaşılan, soL’daki haberde belirtilmemiş, “AK Parti devrimci bir partidir.” biçiminde bir alt yazı ekrana yansıtıldı. 

Önümüzdeki günlerde ve haftalarda, belki de aylarda bu benimsemenin, iddianın, sloganın, ne denirse artık, sık sık kullanılışına tanık olabiliriz.

Olabiliriz; çünkü devrimciler, sosyalistler, komünistler çok söylemişlerdir, hâlâ da söylerler. Doğru bir saptamadır ve özetle şöyledir: Onların gücü sayılarının, aldıkları oyların, hatta örgütlerinin çokluğundan gelmez. Bunlarla kuşkusuz ilintilidir, bunlar gelişip kök saldıkça daha güçlü, daha etkili, dostlarını sevindirici, düşmanlarını ürkütücü duruma gelirler. Ama öyle bir duruma gelmeden yahut gelmemiş gözükürken de iktidarda ya da muhalefette olsunlar düzenin siyasetçileri ve siyasal örgütleri tarafından dikkate alınır, izlenir, hatta zaman zaman kopya edilirler. Kopya ediliş esas olarak söylem düzeyindedir elbette. Yoksa, “barışçıl geçiş” denilen her neyse, hiç de yüksek sayılamayacak kuramsal bir olasılığın ötesine geçerdi. Fena da olmazdı hani!

Gırgırı tadında bırakarak devam edelim. 

Altmışlardan başlayarak ülkemizin yarım yüzyıllık bir döneminde düzen siyasetçilerinin en önde gelenlerinden Demirel, devrimcilerden “feyzalma” da diyebileceğimiz olgunun ilk örneklerinden biridir. Doğal ve siyasal ömrünün bitimine yakın da olsa örgüt, örgütlü toplum türünden söylemleri diline dolamasıyla bu değerlendirmeyi hak etmiştir. Bu durumun yıllarca devrimcilerle uğraşmasından, atışmasından, kavga etmesinden bağımsız olarak tümüyle kendi ferasetinin ürünü olduğunu ileri sürmekse, önceki cümlede varlığı sezilen övgüyü kabul edilemez boyutlara taşımak olur.

Peki, ne kadar ve nasıl süreceği bilinmez ama, karşı tarafın bugünkü devrimci ve devrimcilik hayranlığına ne demeli?

Bir kez, bunun bir oksimoron tamlama olarak dile getirilişi, belli bir kararsızlığın yahut çekingenliğin ürünü sayılabilir. Herkesin az çok bildiği devrimcilerden farklı bir devrimcilikten söz edilirken, tutucu olan köklerden kopulmayacağı vurgulanmaktadır. Ama, ne derdi o göçüp gitmiş komiğimiz, “olacak o kadar!” Öteki türlüsü, pat diye devrimcilik ilanı olur ve şaşırtıcılığın yerini inanılmazlık alırdı. Kırk yıllık dindar, kindar nesiller hedefi bir çırpıda rafa kaldırılamazdı ya!

İyi de, genel başkanın hemen ardından, partinin kendisinin devrimci bir parti olduğunu yazıya dökme isteğini onaylayan genel başkan vekili değil miydi? Burada bir adım daha ileri götürme niyetinin hiç söz konusu olmadığı öne sürülebilir mi? Tek adam, bu somut durumda tek yerine birinci adam demek daha uygun düşebilir, ilk kez dillendirmiş, hiç değilse kâğıt üzerinde ikinci adam görünense biraz daha ileri götürmüştür.  Böyle denebilir. Daha önce görülmemiş, işitilmemiş, çığır açıcı kararlar, adımlar, hareketler için kullanılan anlamda “devrimci” sözcüğünün kast edildiği düşünülebilir kuşkusuz, böyle bir savunma gelebilir sözün sahiplerinden. Savunma demekte sakınca yok; çünkü kullanılan sözcüğün karşı kampın adı olduğu da onların hedefi olarak bilindiği de ortadadır. Dolayısıyla, hemen ve kolayca kabullenilmesi mümkün değildir; bir tevil, düzeltme, yumuşatma yolu bulunmadan olmaz. Bu işlevi yerine getirmek üzere “devrimciler”in önüne muhafazakâr biçimindeki açıklayıcı düzeltme eklenmiş olsa gerektir. 

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Devrimciliğin ve devrimcilerin etkileme gücü, onlarla ilgili alışılmış toplumsal/siyasal göstergelerin verili düzeyi ile sınırlı değildir; sınırlı olmak bir yana, o düzeyle karşılaştırılarak anlaşılması ve açıklanması imkânsız büyüklüktedir. Buradaki etkileyicilik, sadece ve basitçe, çekinme, korkma, savunma ve saldırı olarak değil, örnek alma, izleme, öykünme biçimlerinde de ortaya çıkar.

Yeryüzünün bütün coğrafyalarında insan toplumları devrimlerle ilerlemiştir. Devrimler olmasaydı hiçbir ilerleme olmaz, insanlık yerinde sayarak gerilerdi. Bunları hemen hemen herkes bilir; devrimciler olumlayıp benimseyerek, onların karşısındakiler ürküp önlemlerini alarak… 

Önlerinde yaşanıp değiştirilecek, değiştirilip güzelleştirilecek, bunlar yapılmadıkça katlanmaya değmez görünen ömürler bulunan genç insanların da aralarında olabileceği topluluklar karşısında konuşmak, onlar üzerinden çok daha büyük kalabalıklara seslenmek, dikkat isteyen bir iştir; konuşanın muradını aşan yerlere de gider zaman zaman. O kalabalıkları coşturmak için, coşturup işbaşına  koşturmak için onlara iltifat etmek, eskilerden kalma şu öğüde kulak vermenin sonucuysa eğer, çok da şaşırılmaz doğrusu: “Marifet iltifata tabidir.” denilmiştir, bilenler bilir. Anlaşılan, pek çok marifet beklenmekte, bunun için önceden iltifat edilmektedir. Ama, ne ilginç, iltifat muhafazakârlıkla yumuşatılarak düzeltilmiş de olsa devrimciliktir. 

Nelerin marifet ya da ustalık sayılarak alkışlanacağı nelerin “İyi marifet ettin!” sözleriyle kınanıp ayıplanacağı ise insandan insana, inanıştan inanışa, filozofların yaygınlaştırdığı Alman atasözü hatırlanırsa “kulübeden saraya”, muhafazakârdan devrimciye değişir; hem de çok değişir.