Kendi iradesi dışındaki birtakım etkenler de önem taşımakla birlikte, iktidarın sergilediği yetersizlik ve beceriksizlikler, kapitalist düzen kabul edilemez boyutlara ulaşmış görünüyor

Patronlar sınıfı iktidarı nasıl değerlendiriyor olabilir?

İlkin, patronlar demekte biraz halk arasındaki ağız alışkanlığının, biraz da böyle yapmakla o alışkanlığa uymanın sağlayabileceği sempatiden yararlanma düşüncesinin etkili olduğunu söyleyelim. İkincisi, burada tek tek patronlardan değil, onların oluşturduğu toplumsal sınıftan söz ettiğimizi vurgulayalım. Demek, bazı yazarların ikisi arasındaki farka çok fazla önem vermelerine aldırmadan, burjuvazi ya da kapitalist sınıf da diyebilirdik.

Peki, iki soruyla devam edelim: Bir toplumsal sınıfın ortak ya da kolektif aklından söz edilebilir mi? Bir de, o sınıftan bireylerin akılları ve tercihleri ile sınıfın ortak aklı ve tercihleri arasında farklılık olabilir mi? Her iki sorunun yanıtı da esas olarak evettir.

Buraya kadar yazılanları pek kısa bir yöntemsel giriş olarak kabul edip başlıktaki soruya dönebilir ve bu sınıfın şimdiki iktidardan, genellikle, çok memnun olduğunu söyleyebiliriz. Çok basit görünmekle birlikte aynı ölçüde güvenilir olan şu gerekçeyle: Bu sınıfın zenginliği yaklaşık son yirmi yıldır hep artmıştır. Şöyle de anlatılabilir: Sınıfın eski ve yeni büyükleri çok tatlı kârlar elde ederlerken, yeniler arasından kimileri de “tatlı” sözcüğünün yetersiz kaldığı olağanüstü kazançlar sağlayarak çeşitli göstergeler açısından dünya çapında rekorlar kırmışlardır.

Üstelik, sadece iktisat politikaları açısından değil, hemen her açıdan iktidarların kolay kolay yapmaya ve açıkça dile getirmeye cesaret edemeyecekleri işler de gerçekleştirilmiştir. Yirmi yıllık dönemin bir numaralı politikacısı, bundan dört yıl kadar önce, çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu bir işadamları topluluğu karşısında, olağanüstü hal uygulamasından yararlanarak yatırımcıları “grev tehdidinden” nasıl koruduklarını bu açıklıkta anlatabilmiştir. Belki daha da önemlisi, bu söylediklerinde herhangi bir abartma yoktur; olsa olsa, gerçekliğin tümünü yansıtmaktan uzak, eksikli bir anlatımdan  söz edilebilir.

***

Bunlara ve sadece başlıklar halinde sıralanması bile sayfalar dolduracak başka “icraat”a karşılık, kapitalist sınıf açısından hoş karşılanmayacak işler de yapılmıştır. Bunların git gide çoğalması ve çeşitlenmesi ise sınıfın hoşnutsuzluğunu artırıyor olsa gerektir. Somut örnekler verilebilir.

Cumhuriyet dönemi iktisat politikalarının tümüyle özgün sayılmasa da bize özgün yanları bulunan bir yaklaşımı vardır. Buna devlet eliyle zengin yaratmak denebilir. Buradaki zengin sözcüğü yerine “Türk ve/veya Müslüman kapitalist” sözcüklerini koymak mümkündür. Bugünkü iktidar bunu kendi zenginini yaratmak biçiminde yorumlayarak değiştirmiştir. Aslında, şimdiki boyutlara ulaşmasa da, bunun her dönemde devlet yönetimine gelen farklı iktidar bileşimleri tarafından az çok uygulandığı söylenebilir. Şimdikilerse bunu olabilecek en uç noktalara taşımışlardır. Ülkenin en büyük belediyesinin yönetimi ellerindeyken yapılmış bir otobüs alım işi bunun çarpıcı örneklerinden biridir. İlk ihaleyi, o devlet eliyle yaratılmış ilk ve en büyük zenginin bir şirketi kazanmıştır. İhale iptal edilmiştir. İkinci ihaleyi, Türkiye kapitalizminin tarihinde ve bugününde, bir gelenek ya da alışkanlık olarak ikinci sırada sayılan büyük sermayedarın bir şirketi kazanmıştır. O ihale de iptal edilmiştir. Üçüncüsünü yine bir numaralı kapitalistin şirketlerinden biri kazanmıştır. O ihale de iptal edilmiştir. Dördüncüyü, en sonunda, yeni zenginlerin en ünlülerinden ve dönem reisine “aşkını”, bu sözcükle ilan etmiş birinin şirketi kazanmış; öykü burada da bitmemiş ve iktidarın seçim kurulu belediye başkanını değiştiren seçimi iptal edip yeni seçim için gün belirlemişken, o kendi yeni zenginlerine alelacele satın alma işlemine ilişkin ödemeler başlatılmıştır.

Benzersiz bir fütursuzluk örneği olduğu için fazla uzattığım bu öykünün bir istisna oluşturmadığını aşağı yukarı herkes biliyor. Bunun patron sınıfının yapabileceği değerlendirme açısından önemine biraz sonra geleceğim. Şimdi devam edelim.

Çağdaş burjuvazi dinin sınıf mücadelesinin bütün alanlarında kullanılmasına itirazda bulunmaz. Bazı farklılıklarla birlikte bunun hemen her coğrafya için geçerli olduğu ileri sürülebilir. Aristokrasiye ve onun hizmetindeki kiliseye karşı uzun ve çok sertleşebilen mücadelelerle dolu bir geçmişe sahip Avrupa coğrafyasındaki burjuvaziler için bile böyledir. Hele bu tür bir geçmişi yaşamamış Türkiye burjuvazisi açısından dini alabildiğine kullanmakta herhangi bir sakınca yoktur. Ama, şimdiki iktidarın yirmi yıldır sergilediği aşırı ve, daha önemlisi, dengesiz tutum, burjuva sınıfı için güvenilmez, tedirgin edici bir nitelik taşıyor. Güvenilmezlik şurada: İktidara ve onun temsilcisi olduğu düzene karşı, geniş yığınların katılabileceği bir laik halk cephesinin oluşumunu kışkırtıcı, kolaylaştırıcı bir etkiye yol açma tehlikesi ortaya çıkıyor. 

Nihayet, düzen muhalefetinin şişirmeye çalıştığı kadar önemli olmamak üzere, şu durum da patron sınıfı açısından düşündürücü oluyordur herhalde: Gelinen aşamada, derinleşen ekonomik ve politik sorunlarla kendi iradesi dışındaki birtakım etkenler de önem taşımakla birlikte, iktidarın sergilediği yetersizlik ve beceriksizlikler, kapitalist düzen için kabul edilemez boyutlara ulaşmış görünüyor.

***

Bu saptamalar geçerliyse, daha doğrusu, kapitalist sınıf tarafından da üç aşağı beş yukarı yapılabiliyorsa, patronların egemenliklerini sürdürdükleri ülkede nasıl bir yönetim isteyebileceklerine ilişkin bazı spekülasyonlara girişebiliriz.

Bir kez, üst üste gelen açık seçik başarısızlıklarla kötüleşmeler çok uzun sürmüş bir iktidarla birleşince, yıpranma, bıktırma, yüz eskimesi, metal yorgunluğu ve benzeri mecazlarla dile getirilen bir sonuç ortaya çıkmıştır. Bu durumda bir tür vitrin değişikliğinin gerekli olduğu, en azından belli bir yarar sağlayacağı herhalde kabul edilmektedir. Bunun çok fazla bunaltılmış halk yığınlarının istenmeyecek patlamalarını önleyici dolaylı bir etki yaratması da beklenebilir.

İkincisi, devlet eliyle kapitalist yaratma süreci esas olarak tamamlanmıştır. Bunun belli bir süreklilik kazanması doğal karşılansa da devlet yardımıyla büyümenin sınırları, daha da önemlisi, keyfi değişikliklere ve ihlallere bu kadar açık olmayan, yeterince kesinleştirilmiş kuralları belirlenmelidir.

Üçüncüsü, dini sonuna kadar kullanırken bir kırmızı çizgi olmalıdır. Bu çizgi, güçlü bir laik, giderek düzen karşıtı halk cephesinin yaratılmasına katkıda bulunmamaktır. Ayrıca, düzeni savunan ideolojik mücadelenin sadece dine dayanmaktan kurtarılması gerekir.

Son olarak, düzen savunucusu partiler ve akımlar arasındaki kapışmaların, itiş kakışın aşırı boyutlara taşınması önlenmelidir. Bunun için 12 Eylül öncesinde çok dillendirilip bir türlü kotarılamayan iki büyük düzen partisinin koalisyonu seçeneği de yeniden gündeme getirilebilir. Ne kadar sivrilip güçlenmiş olurlarsa olsunlar, bireysel politik figürlerin engellemeleri aşılmaz değildir.

***

Kapitalist sınıfın değerlendirmeleri, kaygıları, beklentileri derken, enikonu onların bir temsilcisi edasıyla mı yazmaya başladım, nedir? İyisi mi burada kesip tadında bırakmalı.

Not: Dost okurların izniyle, birkaç hafta mola vermek istiyorum. Molalar biraz dinlenmeye biraz da acil bakım onarıma yarar, düşüncesiyle…