Parti tarihinin özel merak alanı olmasına son verilmelidir. Parti Tarihi meraklısının değil ihtiyaç duyan binlerin, on binlerin erişim alanındadır. Abartmıyoruz; bu erişim şimdi açılmış oldu. 

Parti tarihini okumak

Birkaç hafta oldu Parti Tarihimizin birinci kitabı çıkalı. Meselemizin küçük bir bölümü geçtiğimiz Eylül ayından beri 100 yaşında oluşumuzdur. Bir asır dönümünün yaklaşıyor olması ürünün takvimini belirlemekte etkili oldu elbette. Ama daha önemlisi bugün mücadele eden, gelişen, köklü bir dünya görüşü, derinlikli bir teorik-politik birikimi, somut hedefleri, ülke siyasetinde ve uluslararası komünist harekette yeri, emekçi kitleler içinde sosyal zemini olan Türkiye Komünist Partisi’nin tarihinin nereden nasıl öğrenileceği konusundaki belirsizlikti. Gerçekten ortada büyük bir boşluk vardı.

Boşluk bilgi ve veri yokluğundan kaynaklanmıyor. Tersine raflar dolusu belge kitabımız var artık. Ondan çok daha fazla sayıda anılar, polemikler cabası. TKP tarihinin polis belgelerine dayanılarak ve karşı taraftan kalemlerce yazıldığı dönemler çok eskilerde kaldı. Ama boşluk duruyordu.

Parçası olduğu mücadelenin nereden geldiğini anlamak, açıkçası ayaklarını daha sağlam basmak arayışında binlerce insan var bugün Türkiye’de. Bir metal fabrikasında işçi. Partiyi işyeri temsilcisi yoldaşın getirdiği Boyun Eğme’den öğreniyor. Çocuğunu okula göndermekte zorlanan tekstil işçisi anne. Kadına yönelik şiddete karşı bir semt evinde Kadın Dayanışma Komitesi’ne dahil olan genç beyaz yakalı. Bir teknik lise veya köklü Anadolu lisesi öğrencisi. Orta yaşına gelmişken bu düzende nefes almanın düzeni değiştirmek için elinden geleni ardına koymamak olduğunu anlamış bir “mahalleli”; gönüllü olmuş daha yeni. Komşusunu örgütlemiş bile; o da yitirdiğini düşündüğü yılları telafi etmeye kararlı. Geçen seçimde köy evinin önündeki çardakta, tam da hissettiklerini anlatan bildiriyi eline aldığında şaşıran amca. Üniversiteli çocukların dayak yemesini hazmedemeyen bir insan. Dünyayı değiştirme gücünü içinde hisseden üniversiteli. Derslerden kalan zamanında garsondu; şimdi pandemide işsiz aynı zamanda. Nasıl bir mücadeleye katıldıklarını öğrenmeye ihtiyaçları var.

Anıdan, polemikten tarih öğrenilmez. Onlar yardımcı kitap sayılabilir olsa olsa. Peki belge kitapları? “Yukarıda örneklenen insanlar belgeleri okuyamaz, anlamazlar” demiyorum. Okumak için güçlü bir nedene sahip olmaları gerekir diyorum. Kötü öğretim sistemlerinden bilmez miyiz; bugünkü varoluşlarıyla geçmiş olaylar bütünü arasında bir anlam bağı yoksa, okunanlar bir kulaktan girip diğerinden çıkar çoğunlukla.

Elbette tarih sevenler, özel merakı olanlar hariç… Onlar da yetmez. Tam tersine, Parti tarihinin özel merak alanı olmasına son verilmelidir. Parti Tarihi meraklısının değil ihtiyaç duyan binlerin, on binlerin erişim alanındadır. Abartmıyoruz; bu erişim şimdi açılmış oldu. 

Popüler tarihçilikle karıştırmayalım bunu. Öyle bir ekol var elbette ve içinde pekâlâ ele aldığı konuyu bayağılaştırmayan, okunurluğunu kolaylaştıran nitelikli örnekler de olabilir; vardır. Daha doğrusu popüler tarihçilik ille de bayağı olmak, malumatın içinden sansasyonel olanı seçip pazarlamak değildir. Ama konumuz da bu değil. Parti tarihinin bu tür bir ek kolaylaştırıcılığa ihtiyacı yok çünkü. Okuma alışkanlığının, olanağının, kültürünün geri olduğunu bildiğimiz memleketimizde komünistler geri olanı veri almazlar ki. Biz geri olana meydan okuruz. Komünistlik sıradan emekçilerden kitap kurdu çıkartmaktır bir yanıyla da. Bu mümkündür, özel yetenek istemez. Az önce söylediğim gibi bugün çok değer verilen bir mücadele ile söz konusu bilgi arayışı arasında anlam bağının kurulması gerekir. Dolması gereken boşluk buydu. Diğerleri yardımcı kitapsa eğer, memlekete bir temel kitap lazımdı.

Türkiye solunda tarih polemiğe çok sık indirgenmiştir. Tartışma olmaksızın ne bir şey öğrenebiliriz, ne de gelişme olur. Ama diğer yandan geçmişte söylenen ve yapılanlar arasında taraf tutmak, o söylenen ve yapılanları ortamından koparıp olduğu gibi şimdiki zamana taşımak, en hafif deyimle “yanlış tartışma”dır. Tarihle yanlış bir tartışmaya girdiğinizde kendinizin de o tarihin bir ürünü olduğunu ihmal edersiniz. Zararınız geçmişe saygıyı eksiltmekten ibaret kalmaz, bugünü anlamlı kılan damarları kesmiş olursunuz. 

Karışık mı oldu? Örnek; Mustafa Suphi’lerin siyasi iktidarı ele geçirme hedefini öne koymaları 1920 Türkiye’si için gerçekçi değildi. Ve eşzamanlı olarak, tam da bu seçişleri ülkemizde komünizmin yüz akı bir başlangıç yapmasının biricik yoluydu. Başka örnek; ondan önceki Osmanlı sosyalistleri, bu toprakların en aydınlık insanlarıydı kuşkusuz. Gericiliğe, sömürüye karşı niceliği ve birikimi abartılmaması gereken işçi sınıfını ayağa kaldırmaya çalıştılar. Ama Osmanlı yıkılırken bu emeğin de önemli bir bölümü enkazın altında kaldı. Bu kökleri nostaljiyle, Osmanlı ortamını özlemekle aydınlatamazsınız. Osmanlı sosyalizmini Türkiye komünizminin “tarih öncesi” olarak yerine oturtmak sahiplenmenin biricik yoludur. Bizimdir ve eşzamanlı olarak bizim tarih öncemizdir. Daha fazla örnek için kitabın sayfalarını çevirmek gerekecek…

Geçmişi çekiştirenlerin asıl derdi kendine dayanak yaratmaktır. Türkiye’de komünizmin artık gerçekçi olmadığını düşünenler ile tersine komünizmi “aydınlık geleceğimiz” olarak algılayanların tarih dersleri kuşkusuz farklı. Az önce telaffuz ettiğim “anlam bağı” bu işte. 

Ne efsane uydururuz, ne de köklerimizin komünizm küskünlerinin veya düşmanlarının elinde heba edilmesine geçit veririz. Bunlara izin verirsek üstünde sağlam durmamız gereken zemin çürür. Oysa o zemin sağlamlaştırılmalı... Yoksa emeğin hakları nasıl savunulur, savaşa nasıl karşı durulur, sermayenin yalanları nasıl geri püskürtülür, ülkemiz gericiliğin kıyısına getirdiği uçurumdan nasıl kurtulur? 

Bugünkü mücadeleye ve onun örgütüne, Parti’ye, yani kendimize güvenmeden yol alınamaz. Bu güvenin bir kaynağı da tarihtir.

Türkiye’de anı kitapları bollaşıyor. Elbette ilk cildi, yani 1920’leri konu olan yeni anı yok artık. Ama bugüne yaklaştıkça geçmişi öznel anlatımlardan öğrenmek bir tuzağa dönüşüyor. Bu tuzağa eskiden de düşülmüş. Nâzım Hikmet’in Partiye, Sovyetler Birliği’ne, hatta komünizme küstüğü bile iddia edilebildi, hatırlasanıza. O şöyle yapmıştır, beriki bunu demiştir… Mişli geçmişin aslına ulaşma kanalımız olmayabilir, ama her tür rivayeti nesnel verilere göre tasnif etmek, önemliyi önemsizden ayırmak mümkündür. Örnekse, Nâzım’ın Partiden gidişi ve dönüşü, içindeyken de dışındayken de yaptıklarından daha az önemlidir.

Veya Sovyet faktörünü nereye yerleştireceğiz? Sovyet sonrası dünyanın hali sosyalizmin ilk iktidarının korunmasının 1920’lerde, ‘30’larda ne denli kritik olduğunu herkese tersinden kanıtlıyor. İnsanlığın sosyalist iktidarların yokluğu yüzünden kuruduğu bir zamanda tarihimizi Sovyetik diye karalamaya kalkmak aptalcadır. Enternasyonalizmin bir nevi emir-komuta olarak hayata geçirildiği ise asılsız bir iddia. Reel sosyalizmin yıkılmasından haz duyan solcular bu konuda doğruyu asla bulamazlar. Yanlışın belgelere de anılara da bulaşması ise kaçınılmazdır. Demek ki arındırmak gerek. Parti Tarihi bu işlemi denemektedir.

Tarih başka, geçmiş başka. Tarih, bugüne uzanımı varsa tarihtir. Yoksa yazılması için neden de kalmaz. “Bugüne uzanan şey ne” derseniz, Parti’nin ta kendisidir. 

İkinci baskıya gidiyor birinci kitabımız. Diğer üç cilt henüz tezgâhta. Yazınca ve okuyunca bitmeyecek işimiz. Yazdıkça, okudukça, tartıştıkça yürüyeceğiz. Yürürken ve daha güçlü, daha hızlı yürümek için yazacak, okuyacak, tartışacağız.