Ağaçsakal'ın yanan ağaçları görünce attığı o çığlık; ataletleri, sükunetleri, etliye sütlüye karışmamalarıyla meşhur orman halkı entlerin kötülüğe ve karanlığa karşı isyanına dönüşmüştü.

Parlamentodaki çürümüş cesetler

Ünlü İngiliz yazar, akademisyen ve filolog J.R.R. Tolkien'in edebi ve düş gücüne yaslanan, kitapları edebiyat dünyasında çığır açtıktan sonra sinemaya uyarlanıp tüm dünyada milyarlarca insanı etkileyen Yüzüklerin Efendisi serisini duymayan kalmamıştır. Fantastik edebiyatın başyapıtı olan bu seride, yürüyebilen ve konuşabilen, binlerce yıl yaşayan ve üzerlerinde bunun bilgeliğini taşıyan dev ağaçlardan oluşan entler isminde bir ırk vardır.

Serinin kurgusal orta dünyasında yaşanan büyük savaş esnasında entlerin lideri Ağaçsakal, "bu ağaçların ekseriyatı dostumdu, tohum ve kozalaktan aşina olduğum bu nebatat." olarak tanımladığı, karanlığı ve kötülüğü beslemek adına kesilen, yakılan ağaçları ve yok olan ormanı görünce derin, keder dolu bir çığlık atar.  

İşte o çığlığı, Marmaris'teki yangın esnasında yoldan geçen Cumhurbaşkanının konvoyuna haykırışının videosu sosyal medyada dolaşan kadının çığlığına, yine yangınlar sebebiyle Tarım Bakanı Pakdemirli'ye tepki gösteren kadının isyanında, Türkiye'nin dört bir köşesinde yolsuzluğa, yoksulluğa, çaresizliğe karşı haykıran kitlelerin isyanında görmek mümkün.

Yüzüklerin Efendisi'nde Ağaçsakal'ın yanan ağaçları görünce attığı o çığlık; ataletleri, sükunetleri, etliye sütlüye karışmamalarıyla meşhur orman halkı entlerin kötülüğe ve karanlığa karşı isyanına dönüşmüştü.

Tolkien'in yarattığı karakterine attırdığı ikinci çığlık ise, sadece orman katliamının değil bütün kötülüklerin cisimleştiği hükümdarın kulesini sular altında bırakmak adına Ağaçsakal'ın verdiği "Bendi yıkın, nehri serbest bırakın!" emriydi. Bu haykırış, biriken öfkenin kötülüğü boğmasıyla sonuçlandı.

İyiyle kötünün savaşını anlatan bu seri bir kurgu, ancak içinde milyonlarca kurdun, kuşun, börtü böceğin ve çeşit çeşit hayvan ve ağacın huzurla yaşadığı ormanları sarıp,  her bir canlı için ölümün sesine dönüşüp, onlar için hayatı sonlandıran ülkemizdeki orman yangınlarında karşılaştığımız,

Kuzusunu kucaklayıp ateşten uzaklaştıran,

Tavşanı alevlerden korumak için çırpınan,

İneğini ateşten uzaklaştırmaya çalışan insanların fotoğrafları ise gerçek.

Asıl acı verici olan ise, bu manzara karşısında Türkiye'den yükselen çığlıkların en yakınındakine bile sesini duyuramıyor olması.

Meseleye, şimdi yapıldığı gibi, yangına hazır olup olmamak, ormanları koruma sorumluluğu, iktidarın yeterli çabayı harcayıp harcamadığı ya da zaaf içinde olup olmadığı ve muhalefetin yeterince uyarıcı çaba harcayıp harcamadığı gibi daha onlarca başlıklar üzerinden yaklaşılabilir, burada dile getiremeyeceğimiz kadar detaylı sonuçlar da ortaya çıkabilir.

Ama mesele bu değil.

Tolkien'in kurgusal evreninde kötülüğün hükümdarını çaresiz bırakan, bentlerin yıkılmasını sağlayarak kötülüğün merkezine yönelen seli oluşturan kolektif bilinç kurgulanabilmişken, bu bilinç 2021 Türkiye'sinde hayatın içinde bir türlü gerçeğe dönüştürülemiyor. Ülkenin her yerinden yükselen isyan dalgaları bir türlü kinetik enerjiye dönüşmüyor, bir sonuç doğuramıyor.

Acıyı fotoğraflamak, kayda almak, üzerine yazmak, kötülüğü devirecek bilince ulaşmak için yeterli değil.

Bu bilinci yaratacak, Tolkien'in kurguladığı gibi, çığlığı isyana dönüştürüp, kötülüğün merkezine yöneltecek entelektüel kapasiteyi oluşturmak gerekiyor.

Zira toplumun hakikatle bağları koptukça siyasetin beslendiği damarlar da çürüyor.

Edebiyat gerçek hayattan beslenirken, gerçek hayat da edebiyattan ilham alır. Aydınlarının ve yazarlarının, hayal dünyalarında dahi Tolkien'in satırlara döktüğü gibi bir isyanı kurgulayamadığı bir Türkiye'nin, entelektüel kapasitesi de en fazla devlete, dolayısıyla güce eklemlenmiş gazeteci ve televizyon yorumcusu, tefeci, tüccar, bezirgandan milletvekili ve hırsızdan belediye başkanı, koltuğunu başka ülkelere bağlılık ve sadakatinden elde edenleri parti yöneticisi yapmaya yetiyor. 

Dört bir yandan yükselen çığlıkları bilince taşıyarak, ateş gibi bir ruha ve iradeye dönüştürmesi gereken siyasetin debisinin sığ ve siyasetçilerin de zihni yetersizliği; bu birikim ve hedefe sahip olanların ise seslerinin halk tarafından henüz yeterince içselleştirememesi, toplumda biriken enerjinin akacak yer bulamayıp geri tepmesine sebep oluyor. Toplumun bir barut fıçısına dönmesinin sebebini başka yerde aramaya gerek yok

Bir avuç insanın daha çok kar edip daha da zenginleşmesi adına dereleri kurutan, içindeki canlılarla birlikte ormanları yok eden, sıcaklığın artması, suyun azalması, çevrenin kirlenmesine yol açan bu üretim modeli, şimdi de, daha çok Suriyeli, Irak'lı veya Afgan'a ihtiyaç duyunca sınır kapılarını sonuna kadar açarak ülkemizi ucuz emeğin köle pazarı haline getiriyor.

Bu da yetmiyor, bazen koca koca şehirleri maden sahası ilan ettirip, bazen bakmaya kıyamayacağınız doğal güzelliklerin üzerine santral yapıp üzerinde yaşayan hiçbir canlıya alan bırakmıyor. Yaktığı yerlerin üzerine otel yapmak yetmiyor, kıyıları, koyları, plajları da çitle çevirip denize girmeye gelenden haraç kesiyor.

Bütün bunlar olurken siyasetin ana aksı, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı, zengin ve fakir değil; hala Türk, ve Kürt, Sünni ve Alevi, dindar ve laik, Erdoğan, Soylu, Bahçeli ve irin iğnecisi olarak da Sedat Peker...

Eserleriyle ve görüşleriyle değil fonlarıyla, Nobel ödülleriyle değil, ona ulaşan yolu açan etnik kimlik konulu röportajlarıyla, kanaat önderlikleriyle değil devlet kanalına yaptıkları işlerle anılanların kılavuzluğundaki 'Erdoğan gitsin biz gelelim' muhalefeti ise hakikatle ilişkisini öylesine kesmiş ki, tekrar edip durdukları ezberleriyle parlamentoda çürüyen bir ceset haline geldiklerini bile göremiyorlar.

Çözümü başka yerde aramaya gerek yok;

Bu bizim işimiz. Bendi yıkacak kolektif bilinci yaratacağız ve kötülüğü boğmak üzere akan suyun önüne düşeceğiz.