Kurumsuzlaşma ve hukuksuzlaşmanın eleştirisinde sorun yok denilebilir ama kurumsallaşma ve hukuksallaşmada, sermaye örgütleriyle düzen siyasetinin ortaklaştığı yer burjuva düzenidir.

Pahalılık doruğa, yoksulluk dibe, kurumsuzlaşma bahane

Kurumsuzlaşmaya takılıp kaldı plak, 2021 Haziran TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında Başkan Kaslowski tarafından "Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya olduğu en kritik sorun” olarak tanımlandı; kurumlar vardı ama zayıflatılmıştı.

Şöyle anlatıyor TÜSİAD Başkanı:

“Kurumlarımızın zayıflaması, karar verme ve uygulama süreçlerinde uzun vadeli, öngörülebilir, bilimsel plan ve aksiyonların yerini kısa vadeli karar ve uygulamaların alması, istişare mekanizmasının yeterince çalıştırılmaması gibi sorunlarımız var. Kurumsuzlaşmanın maliyeti sürekli yükseliyor. Her geçen gün, kurumlardaki bu eriyişin, idari sistemimizin işleyişine, toplumumuzun refah ve huzuruna, ülkemizin piyasalardaki görünümüne, itibarına, güvenilirliğine ne denli ciddi hasar verdiğini daha iyi görüyoruz. Resmi verilerin güvenilirliğinin sorgulanması, kurumların sorumluluklarını yerine getirecek yetkilerden yoksun olması, liyakat kriterinin tam anlamıyla sağlanamaması; güçlü bir iktisadi sürece geçişi, dış dünya ile sağlıklı iletişim ve etkileşimi zorlaştırıyor. Kurumlar demokratik sistemin işleyişi açısından da önemlidir. Siyasetin etkin ve saydam olması demokrasimizin işlerliği için birinci koşuldur. Siyasi partiler demokrasilerin en önemli unsurudur. Siyaseti, parti kapatmalarla, siyasetten yasaklamalarla değil; demokratik kanalları açık tutacak şekilde ele alan, hesap verebilirliği geliştiren, siyasetin finansmanını siyasi etik ölçülerine göre düzenleyen, evrensel hukuk ve AB standartlarında bir yasal altyapı, demokratik sistemimizi hiç şüphesiz güçlendirecektir. Kurumlarımızı sağlam temellere oturtmamız hem ekonomide hem de demokraside bizi daha ileri bir noktaya taşıyacaktır.”

Bu açıklama 2021 Ekiminde  Geleceği İnşa toplantısında da, 2000-2007 yılları arasında Türkiye’de yasal ve anayasal reformların yapıldığı öne çıkarılarak, “yeni bir hikaye yazılması ihtiyacı” vurgulanarak, devam etti.

Bu arada üç konuya dikkat: 2002 değil, 2000 deniliyor; başkanlı rejime girilmiyor, çünkü TÜSİAD’ın da istediği bir kurumlaşma; sermaye, sınıfı adına açık, net konuşuyor.   

Yukarıdaki açıklamaları bir yerde okursanız 19 yıldır iktidarda olan bir siyasetin son döneminin analizi yönünden önemli bulabilirsiniz. Düzen yönünden, bu iktidarın kimilerine göre 2007’ye, kimilerine göre 2010’a kadar dönemini de aklama, o yıllara dönerek bu eleştirilerin gereğini yerine getirme çıkışlarını da önemseyebilirsiniz. Ama biraz dikkatle okunduğunda istenilenin piyasaların itibarı, burjuva demokrasisinin istikrarı olduğunu hemen yakalayabilirsiniz.

Muhalefet de katılıyor TÜSİAD’nin bu açıklamasına, zaman dilimini daha da daraltarak doğrudan “tek adam rejimi”ne yüklenmeyi öne çıkararak.

Özetle, kimilerine göre “tek adam rejimi”, kimilerine göre 2010 sonrası dönem, kimilerine göre 19 yıllık dönem masaya yatırılarak, kurumsuzlaşma ve hukuksuzlaşma üzerinden yapılıyor muhalefet. Eleştiri ve analizi derinleştirenler yönündense kimi zaman kısmi, kimi zaman bütünsel göndermelerle; 1990’ların koalisyon iktidarlarının, bu dönemin sonlarının,  ANAP döneminin, 1982 Anayasasının, 12 Eylül 1980 faşist darbesinin, 24 Ocak 1980 kararlarının,  12 Mart 1971 muhtırasının ve  Milli Cephe (MC) dönemlerinin,  1960’ın ve 1961 Anayasasının ilk on yılındaki çelişkili zaman dilimlerinin, 1950 Demokrat Parti iktidarının, Türkiye’nin IMF-Dünya Bankası-NATO buluşmasının, tek partili dönemdeki çalkantıların altının çizildiği görülüyor.

Sorun şu ki, bugünlerde öne çıkarılan kurumsuzlaşma, hukuksuzlaşma ne AKP ve öncesi siyasal dönemlerle, ne anayasal, hukuksal dönemler şerh düşülerek bütünsel ve gerçekçi anlatılabilir. Anlatılanlar, ekonomi politiği, sınıf mücadeleleri tarihini, sömürenlerle sömürülenlerin sürekli ve uzlaşmaz karşıtlığını içermedikçe eksik kalır; kapitalist düzenin içinde ve diyalektikten uzak kalır.

Burjuva düzeninin kurumlaşma ve hukuku, sermaye sınıfının egemenliği, bunun içinde emekçilerin hak mücadeleleri ve bu mücadelelere getirilen engellemeler ve baskı, gericilik ve antikomünizmin tarihi yok sayılabilir mi?     

Devrimci dönüşümle ve emekçilerin hak mücadeleleriyle kazanılanlara sermayenin penceresinden bakıp, sonra da eleştirileri ve yerine konulacakları burjuva düzeni içinde aramak, sömürü düzenini onarmaktan öte sınıfları ve bu sınıflar içinde sermaye sınıfının egemenliğini sürdürmeyi onaylamaktır.

Sermaye örgütlerinin ve düzen siyasetinin istekleri sömürücü sınıfın istekleridir ve sömürücü düzende yaşama geçirilecektir. Ek olarak dile getirdikleri laiklik de düzenin “dinsel özgürlük” diye tanımladığı laik olmayan laikliktir.

Parlamentonun içinden çıkan yürütmenin klasik örgütlenmesi dışına taşınan, özelleştirme ve piyasa ekonomisiyle uyumu sağlamak amacıyla kurulan bağımsız idari otoriteleri/düzenleyici kurulları eleştirenlerin bir kesiminin daha sonra onlara dokunulmasını eleştirmesi, düzen içi kurumlaşmanın tipik örneklerinden biridir. Merkez Bankasının nasıl okunduğu, nasıl okunması gerektiği de buraya eklenir.        

Kurumsuzlaşma ve hukuksuzlaşmanın eleştirisinde sorun yok denilebilir ama kurumsallaşma ve hukuksallaşmada, biçimsel farklılıklar bir yana, sermaye örgütleriyle düzen siyasetinin ortaklaştığı yer, kötü/iyi sömürü hikayeleriyle birlikte istikrarlı burjuva düzenidir. Sol ittifak diye komünistlerin çekilmek istendiği yer de burası.

Anayasal, hukuksal, yönetsel, siyasal değişiklikler, demokrasi oynamaları, etnik ve dinsel araçların kullanımı, bütünüyle üst yapı; ekonomik ve toplumsal ilişkilerin ürünü olarak yaşama geçtikleri için yaşamlarını sürdürmeleri de aynı ilişkilere bağlıdır. Bu ilişkilere adını yazdıracak olan da sermaye ve onun siyaseti değil, emekçilerin örgütlü müdahale ve mücadelesidir.