Kınnap ve onu tutan, yön veren el, rüzgârını doğuran emek yoksa, özgürce salınan uçurtma da yoktur.

Özgürlüğe bağlayan kınnaplar -I-

“Yağma!.. Yağma!.. Yağma!..
“Ve bir uçurtma…
“İpi kesilmiş bir uçurtma.
“Minarelerin ve selvilerin arasında ipi kesilmiş, düşen bir uçurtmanın titreyişi, benim titreyişim gibidir.
“Yağma!..
“Yağma yok çocuklar! Bu yavrucuğun içi titreye titreye sardığı kırmızı yumağı size kaptırmayacağım. Bu yeşil kuyruklu, gazete kâğıdı başlı şeytan uçurtmasını size kaptırmayacağım…
“Yağma yok çocuklar, yağma yok!”

O kestikleri ipe biz “kırnap” derdik, ya yanlış bilirdik ya yöresel ağızdı, Sait Faik “kınnap” diyor, TDK da öyle. “Kırnak” varmış, bizimkine yakın bir de, o da, süslü, çalım satan kişi demekmiş. Uyar aslında. Çünkü ister kırnap ister kınnap, çocuklara sorarsanız, uçurtmaya bağlanan iptir, gerisi ne lazım. Hasır ipi, çuval ipi, jüt ip, keten ipi… Uçurtma ipidir işte, uçurtma dediğin de,  “kırnak” olmalıdır, çalım satmalı, süslü püslü nazlanmalıdır. Kişilik? Yani kelime karşılığı süslü “kişi”ymiş ya, uçurtma nasıl öyle olacak?

Olur, çünkü uçurtmalar da “gnama”dır. Anlamazsınız tabii, “Ekvator Afrikası üzerine” olan o kitabı siz okumadınız. Savaştan kardeşini ve kafasının birkaç tahtasını kaybetmiş ama göğsündeki kurşunun üzerine bir madalya iliştirilmiş olarak dönen Ambroise Amca okuduydu da öğrendiydi, uyuyun siz... 

1914-18 gelip geçtiğinde ve sivile çıktığında, savaş nişanlı bir anti-militarist, “ateşli pasifist” olarak köy postacılığı yaparken, dahası, kendi adını taşıyan turistik bir küçük müze bile varken, bu “yaşlı çatlak”, dünya çapında ününü, yaptığı uçurtmalara borçluydu.  Her birinin adı ve özel karakteri, kişiliği olan uçurtmalar. ”Gnama”lar, yani yaşam soluğu olan her şeyden biri. İnsan, sinek, fikir, fil gibi…

Bu “köyün delisi”ne bir sonraki bölümde döneceğiz… Yazık ki şu an Fransa ve Polonya’nın Almanlar tarafından işgaline engel olamayız madem, biraz zaman geçsin, direnişe ve aşka dair bir uçurtma yapıp geliyoruz, az durun…   

Sait Faik, bir uçurtmanın, hem de “kırnak” olması zor bir mazbut şeytan uçurtmasının “haylaz korsan”larca yağmalanmasını sahnelerken, daha 1930’lardan, içler titreyerek vücuda getirilmiş değerlerin el konularak yok edilişleri, ganimete dönüştürülmeleri sürecine itiraz ediyordu, ta bugünlere, sosyalizm dalgasının geri çekilişi sonrasında yitirilenler adına isyan eder gibi. Şeytan uçurtmasındaki heyecanlı emeğin, onu uçuracak rüzgârı cılız bacaklarıyla koşarak yaratan çocuğun safında durarak, barbarlığa göğüs gererek…

Klasik altıgen, şeytan, yarasa, kelebek, kuş her uçurtmanın bir kınnapı vardır. Kınnap bulamamışsanız, anneler nineler nakışa bir figür eksik devam eder. İp şarttır diyelim. Bu ipler, bazen “savaşçı” uçurtmaların, “teçhizat”ına eklenmiş  jiletle, yaklaşan iplerde asılı çengelle kesilir ya da çekilir. Bağlı olduğu ipin kontrolü alınarak, hedef uçurtma indirilir, düşürülür, zaptedilir, bir erişilmeze çakılı bırakılır… “Yağma!” başkasının emeğine, yaşam sevincine el koymaya, yok etmeye çağrıdır yani, o düzeyin emperyalist savaş narasıdır.

1930’lardan bugüne mesajda kalmıştık… “Yağma yok!” demişti en son Sait Faik.

“Bu yağmacıların yumaklarında neler yok ki, ince makara iplikleri, kalın kınnapları, renk renk sicimler…
“Şeytan uçurtmasının bileklerine sardıkları kırmızı sicimini, yumaklarına acul el hareketleriyle, fakat, ihtiyatla kazanılmış bir çocuk maharetiyle sardılar.
“Gözlerimle uçurtmanın sahibini aradım, biraz ötemde mezarlığın setlerine oturmuştu.
“Kızıl bir yay gibi gerginleşen yumaklardan çıkan birer zehirli okun, uçurtma sahibinin göğsüne saplandığını gördüm.
“Harap surlarda ses yok, seda yok…
“Küçüğe baktım. Kıvrık saçlı kafasını kaldırdı; yaşlı gözleriyle bana, bana baktı; ve benim ona gönlümün bir şeytan uçurtması yapmak istediğini anlayıverdi, güldü.
“Yağma!.. Yağma!..
“Bu saçlarını nisan öğlelerine uçurmuş ve gözlerini yalnız bir bayram namazında yaşartmış çocuklara ben ne yapabilirim?
“Yağmacılar, şeytan uçurtmasının sahibi ile benim aramdaki kırmızı sicimi ayrı ayrı pay ettiler.”

Ayrı ayrı pay mı ettiler? Yağma yok! Gel yanımıza şöyle Sait Faik, gel.

1930’lardan bugüne…

Türkiye Komünist Partisi, o insan yakışığı Sait Faik’in “ne yapabilirim” dediği noktada, yağmacılara meydan okuyor. Halkın, emekçilerin, ülkenin değerlerine, alın terlerine, haklarına el koyan hırsızların kapısına dayanıyor. Holdinglere, çaldıklarınızı boğazınıza dizeceğiz diyor. “Yağma yok!”

Aaa, rica ederiz, ne münasebet, kârlarınızda gözümüz yok, vergi borcunuzu tahsile de gelmedik. Siz müsterih olun, biz sadece halk adına bütün varlığınıza el koyacağız. 

Keyiflendin, bir “hişt! hişt!” mi desen Koç’a?

Hayır hayır, zenginden alıp fakire… Robin Hood  filan, saçmalamayın, rica ederiz. Biz emek ve toplumsal kaynak sömürücülerinin çaldıklarını  sahiplerine iade edeceğiz, telaşınıza… gerek var, yalan olmasın şimdi. Yeter semirdiğiniz, ülkeyi ilik kemik emdiğiniz.

Sinağrit Baba mı, şimdi buradaydı, aha orada işte, Zorlu’nun yakasını topluyor… 

Niye TKP bunu yapıyor? “Alacaklı gibi” kapıya dayanmaya cüret ediyor? Yok, “niye”de değil soru vurgusu, yani neden yaptığı sorulmuyor, onun yanıtı açık. Soru, neden başkalarının değil de TKP’nin yaptığı, yapabildiği.

Bu yazının konusu bu işte. Kınnap yüzünden. Ambroise Amca’nın, Sait Faik’in anlattıkları yüzünden. Uçurtmalar yüzünden. Uçurtmalardaki “gnama”lığın sırrına Manifesto’yla, dünyayı değiştiren devrim pratikleriyle vakıf olmak yüzünden, bugün patronların yüzüne karşı evelemeden gevelemeden,  “malınızı mülkünüzü topluma dağıtıp size de iş güvencesi sağlayacağız” diyebilen sadece komünistlerdir. Yağma yok! diyenlerdir… Çay alsana Panço…

Devam edeceğiz. İyi, edelim de, her yazının bir finali olmalı değil mi? Böyle küt diye….

“Nasıl herkes yaptığı işi öğreniyorsa, uçurtmalar da uçmayı öğrenmelidir” derdi, ta barikatta ölen Komünar üyeden bile önceden, sülale laneti olarak “unutmamayı” taşıyan Amca. 
“ — Sımsıkı tutmalısın uçurtmanın ipini, kimi kez iyice gerilir ve elinden kurtuluverir.
“ — Ya çok sıkı tutarsam, ben de birlikte havalanmaz mıyım?”

Uçurtmanın uçmayı öğrenmesi kınnabı tutuşunuza bağlıdır. O uçsuz bucaksız özgürlük çağrışımı, göklerde taklalar, çocuk sevincine işaretler, uçurtmada “kendinde şey” değildir. Uçmayı öğrenmesi ve bunlara kaynaklık etmesi, ciddi mühendislik, felsefe ve politik erginlikle adanma meselesidir. Kınnabın işlevi örgüttür, çocuklar duysun. Kınnap ve onu tutan, yön veren el, rüzgârını doğuran emek yoksa, özgürce salınan uçurtma da yoktur. Çıtadır, kâğıttır, hadi bir de alaca bulaca, “kırnak” kuyruktur, durup durur o “edebiyat şeysi”…  Çocukları bile oyalayamaz…

“Hey! Rüzgâr çıktı, başın gibi oynak, afacan bir rüzgâr. Uçurtmanı çıkar. Uçurmanın tam vaktidir. Gök bahtiyar, rüzgâr kıskanç, güneş hasretle dolu; uçurtmalar birer çocuk ruhudur.”

Çocuk ruhu, afacan uçurtma… TKP kınnabıyla selamlaşma vaktidir. Holdinglerin mal varlığı halkımıza feda olsun!

Gelir gelmez Karabaş’ı mı diktin semaverin başına, tiryaki!