Seçime iki hafta kala, geriye doğru yaşanan değişime direniyoruz. Sonuç alıyoruz, aldığımız sonuçları biriktiriyoruz, sayıyoruz.

Oy nedir, nereden nereye gider, kime yarar?

14 Mayıs 2023 milletvekili seçimleri Türkiye’de seçim mekanizmasının dejenerasyon sürecinde yeni bir zirve olacak. Dünya görüşü, nasıl bir gelecek istendiği, daha somutu siyasi program artık kriter oluşturmuyor, oluşturmasın isteniyor. Seçmen davranışının düşünce ekseninden sandalye yani makam kazanma algoritmasına kaydırılışını izliyoruz. Biz kendi payımıza ve emekçi halk adına bu değişime direniyoruz.

Genel oy hakkı, daha önceleri seçme hakkı yadsınan yoksulların, emekçilerin ve kadınların, mülk sahibi veya aristokrat erkeklerle eşitlenme iddiası oldu. Kazanım gökten düşmedi. Mülksüzlerin bir kereliğine mülk sahipleriyle aynı düzeye çıkmaları, tahmin edeceğimiz gibi bununla sınırlı olmayan, çok daha geniş mücadelelerin konusu olmuştur. Seçme hakkı insanlığın eşitlik ve özgürlük kavgasının bir uğrağıdır. Hakkın kendisi, kazanılması, ve madem öyle, emekçiler tarafından ne yönde kullanılacağı siyasi bir içeriğe sahiptir. Yeni bir silaha kavuşan ezilenlerin, kendi taleplerini ezenlerin karşısına çıkarttığı bir platformdur seçim. Modern ideolojiler arasında, en geniş haliyle sosyalizm bu ayağa kalkışın adı, adresi, tarafıdır.

Veya öyle olmalıydı. Gerçekten bir süre öyle de olmuştur. 

Seçme hakkının kadınlar dışta bırakılmak üzere tanınmasıyla, yani bu göreli ama önemli ilerlemeyle eşzamanlı olarak egemen sınıf ve güçler karşı önlem geliştirmeye koyuldular. Gücünü topraktan ve tanrıdan alan (!) eski egemenlere karşı, sermaye sahipleri önce ilerlemeden yana tutum almışlardı. İktidara gelene kadar sürdü bu. Sonra halkın iradesine baraj arar oldular. 

Kuşkusuz kadınların dışta bırakılması, halkın oy silahının etkisini sınırlamak gibi bir işleve de sahipti. Oy, bu hak için uğraş vermiş, imza toplamış, direnmiş, eylem yapmış en ileri, kentli, modern emekçilerin kazanımıydı. Bu kazanımı kendilerine saklamayı asla düşünmemiş ve insanların eşit doğduğunu kayda geçirmişlerdi. Ne var ki yoksul emekçilerin hepsi o kadar bilinçli değildi. Eşitliği hak ettiğini hissetmeyen bu yığınlar birilerine biat etme alışkanlığını kolay terk edemiyorlardı. Egemenler sınıf olduğunun ayırdına varmayan kalabalıklara tarih içinde kutsal kitapla-milliyetçilikle, şantajla-tehditle-sopayla, yalanla-medyayla, sus payıyla-vaatlerle müdahale ettiler. Oy kullanmak, ezilenlerin kurtuluşunun bir aracı olmaktan uzaklaştırıldı. 

Devrimci sosyalizm veya burada aynı anlama gelmek üzere komünizm siyasi mücadelenin seçime sığmayacağını esas alır. Seçme hakkına evet deriz, ama yetmeyeceğini biliriz.

Ama hiç bu kadarı olmamıştı! Sosyal-demokrat kendisine oy vermeyi denerken eşanlı olarak piyasacıya da koltuk çıkacak. Şeriatçı meclise girebilmek için hiç inanmadığı başkalarının merdivenine tırmanacak. Kemalist, Cumhuriyet düşmanlarına oy verecek. Sosyalizme oy verenin başlı başına bir emperyalist ajanlık müessesesi olan Çandar-Cemal’in meclise taşınmasıyla ortaklığı dert edilmeyecek. Sivas’ın katilleri ve katlettikleri, özelleştirme şampiyonları ve “nerede bu devlet” diye haykıranlar, savaş kışkırtıcıları ve “yurtta sulh cihanda sulh” takipçileri, kadın düşmanları ve kadınlar birbirlerine yoldaş diyecek! 

Çünkü deniyor ki, denmiş oluyor ki, seçim denen şeyin dünya görüşüyle, nasıl bir düzen istediğimizle ilişkisi yoktur! Seçme hakkını mücadeleyle kazanan emekçilerin torunları, bugün oylarıyla çıkarları arasındaki bağlantının yok edildiği bir seçime davet ediliyorlar. 

Bir kereliğine, son kereliğine… Tayyip gitsin diye mesela? O gidişin oyu başka, Cumhurbaşkanı seçimi için ayrı oy kullanılıyor. Ama yetmiyor. Deniyor ki, yerini alanın Mecliste güçlü olması lazım… Yirmi yıldır iktidardaki şeriatçıların yerine muhalif şeriatçıların gelmesi, aynı savaş kışkırtıcılarının ve aynı özelleştirmecilerin güçlü olması lazımmış. NATO’nun genişlemesine karşı çıkmamak da gerekebilirmiş.

İmam Hatiplerin eksilmemesi, Diyanet’in kapatılmaması, Tüpraş’ın geri alınmaması, demiryollarının satılmasına karşı çıkılmaması da gerekebilir mi, yeni iktidarın güçlü olması için? AKP rejiminin son bulmasını isteyenlerin yapması gereken, AKP rejiminin çeşitli özellikleriyle derdi olmayanları, tersine o özelliklerin mimarlarını iktidara taşımak. Yurttaşlar cemaate dönüştürülürken yetmez ama evet diyenleri desteklemek… Hakikaten seçim mekanizması bundan daha dejenere bir durum yaşamış olabilir mi?

Bu sistem sayesinde Meclise gireceği muhakkak olan muhalif A partisine vermeyip, baraj sorunu olan X partisine verdiğiniz oy belki de yeni iktidarın Meclis dayanağını azaltacak. Bu kafa, aslında birkaç partinin dışında kalanların seçime neden katıldığını sorgulamaktadır. Baraj, anketler, medya, devletin birkaç partiye para dağıtışı, bütün bunlar Meclise girmesi önceden tescillenmiş olanların hizmetindedir. Bu durumda seçimin demokratik bir yarış olduğu mu doğrudur, yoksa bu haliyle sandık halkın çıkarına tabut olsun diye mi imal edilmiştir?

Oy artık bir acayip mahlûktur. Birine verirsiniz ama nereye gideceğini bilemezsiniz... İnandığınız partiye faydalı olmanın yolu nefret ettiğinizi sineye çekmek olabilir. Oyun nasıl davranacağını anlamak için strateji uzmanı olmak gerekir. Seçmen yurttaşın, hele yoksul emekçi olanların bu işlere akıl erdirmesi mümkün görünmemektedir. Yoksa en iyisi bunların oy hakkından feragat etmesi midir? “Bunca uğraşa değer mi, uzmanlarımız iktidarı kimin devralacağını bize söylese de olur” diyen çıkarsa şaşmayın. Seçim mekanizmasının çöplüğe düşmesine ramak kalmış bulunuyor.

Ancak seçim, tarihsel olarak ve her zaman, yani bugün de, ezilenlerin ezenlerle eşitlik iddiasıdır. Göçmek zorunda kalan depremzedeler daha az oy hakkına sahip olmamalıdır örneğin. Yıkılan binaların, molozların tozundan zehirlenmemek o mahallenin yoksul emekçilerinin de hakkıdır. İşsizlerin çalışma hakkına sahip olması, herkesin insanca barınacağı bir konutunun olması gibi. Çocuklara “bir kere” tecavüz edildiğinde dünyanın suçluların kafasına yıkılmasının adalet olması gibi… 

Oy bir de bunların adına kullanılır. Oy koltuk kazanmanın aleti değil hakkını aramanın temsili kılınabilir. Büyük çoğunluğun çıkarı laiklikte, kamuculukta, bağımsızlıkta. Bunların yokluğu enkaz altında kalmanın garantisi. Siyasetin seçime ve parlamentoya sıkışmaması, emekçinin kendi gerçek çıkarı doğrultusunda oy kullanmasını kapsıyor. 

Seçime iki hafta kala, geriye doğru yaşanan değişime direniyoruz. Sonuç alıyoruz, aldığımız sonuçları biriktiriyoruz, sayıyoruz. Oyları Pazarcık’taki çadır kent, grevi yasaklanan işçi, Defne’deki su arıtma cihazları, Ensar Vakfının kapısındaki pankart, Arsuz’da bir konteynerda Kerem’in* adına kurulan kitaplık için kullanmak mümkündür. O oyların nereye gideceği bellidir. 

* Keremcik 6 Şubatta aramızdan ayrılmış. Arsuz’da bir semt evinde kitaplık artık o…