İşte, severek baktığı o insanlardır, hatırası önünde saygıyla eğilenler. Orhan Kemal’in cenaze arabasının yolunu kesen ve alçakgönüllüce iliştiriverdikleri eğri büğrü bir yazıyla yazılmış alabildiğine içten bir sözdür o. Aynı işçiler hepi topu on gün sonra 15-16 Haziran’da 'Biz buradayız.' diyeceklerdir.

'Orhan Kemal bakışı'

Uçuşan bir sürü duygu, bir sürü düşünce birbiri ardı sıra akıyor. Çağrışımları tetikleyen çağrışımlar; yollar, yıllar, kişiler, yüzler, anı parçaları, özlemler, sessizlikler, yutkunmalar… Tuhaf bir akışı var zamanın bir süredir. Zaman, havada asılı yekpâre, billûr bir buz kütlesi de köşesinden şıp şıp eriyor sanki. 

Zaman, eriyor, avuçlarıma doluyor. Onunla ne yapacağımı bilmiyorum. Ân parçalanıyor, gün bozuluyor, hep öteye ittirdiğim, hep öteyi beklediğim bir yakalanamaz, serkeş serseriye dönüşüyor. Chaplin’in “little Tramp”i gibi mi? Evet. Ele avuca sığmıyor. Akışkan bilincin seyri muazzam. Durmayan bir makine. Kendini dayatan bir yaramaz çocuk, beni yalın ayak peşi sıra sürüklüyor. 

Yaz geldi. Sarı sıcak günleri. En uzun günden kalan, günlerin  öldürücü bir yavaşlıkla kısalması olacak. Bu yıl, ölümü bekler gibi kısalan günleri, erken inen akşamları, havanın soğumasını bekleyeceğiz belli, hep bu salgın yüzünden. Dedemin kulağına taktığı fesleğen gibi orada, kulağımın dibinde beni bekleyen, kokusu burnuma geldikçe kendini hep hatırlatan salgınımız var nur topu gibi. Ve yeni normalimiz bu artık. 

Ama başka yeni normaller var uzunca bir süredir. Salgın döneminde ise epeyce kök söktürecek ve giderek bedeli ağırlaşacak olan öngörülemez bir “yeni normaller” sürecine hep birlikte, son derece eşitsiz bir biçimde girmiş bulunuyoruz.

Sarı sıcak bastırdıkça bastırıyor ve nereden baksak; belki de 21. yüzyılın en uzun “yeni normal” zamanlarını yaşayacağız… Davranın gidiyoruz, demek isterim ama gidecek bir yer  yok. Coğrafya kaderimiz, Dünya bizim evimiz. 

Hop! İşte geldik başka bir çağrışıma…

Sarı sıcak deyince Çukurova’ya, Çukurova deyince Orhan Kemal’e, Yaşar Kemal’e, Yılmaz Güney’e… Oradan da Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanına. Cırcır böceklerinin bitmeyen cırlamaları, nefes aldırmayan sarı sıcakta eriyen zaman, havada asılı kalan yüzler, sesler. Ve bir can acıtıcı haber daha… Konya’da tarım işçilerini taşıyan minibüsün korkunç kazası ve eriyen asfalta ölülerle birlikte taşan kap kacak, örtü, pılı pırtı, tabak çanak… Saçılan, dağılan yok olan hayatlar. Ekmeklerinin derdinde çoluk çocuk, evleri sırtlarında, ucuza yaşayıp parayı kışa da denkleştirme gayretinde, derlenip toplanmış eşyalarla, derma çatma çadırlarla, sarı sıcağa karşı, kan ter içinde bir mücadeleye giderken.

Tam bir “Ekmek Kavgası” tam bir “Kanlı Topraklar” 

Bilmiyordum, tarım işçilerinin yevmiyeleri her ilin Ziraat Odası tarafından ayrı ayrı belirleniyormuş meğer. “Elbistan Ziraat Odası Başkanı Mehmet Ali Bulut başkanlığındaki toplantı, koronavirüs tedbirleri kapsamında az sayıda kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Yönetim kurulu üyelerinin yer aldığı toplantı sonucunda tarım işçilerinin tam gün çalışma ücreti, çavuşluk dahil 68 TL olarak tespit edildi.” diyor bir haberde (https://www.maraspusula.com/). Tarım işçisinin eline 66 TL geçiyor, 2 TL’si ise elçinin. Hatay’daki durum daha da feci, buna göre kadın-erkek-büyük küçük herkes için  yevmiye 52 TL ve kararla tarlada 10 saat kalacak tarım işçilerine yemek de verilmeyecekmiş. Elçiye ise 4 TL ödenecekmiş. Kararlar 28.05.2020 tarihinden geçerli imiş. (https://www.tarimdanhaber.com/) Elbistan’da çalışma süresi 8 saat olarak açıklanmış oysa süre Hatay’da 10 saat olarak belirlenmiş. 

Dedim ya eriyen, şekilsizleşen  bir zamanın çağrışımlarıyla oradan oraya sürükleniyorum. 2 Haziran 1970’de göçüyor bu dünyadan Orhan Kemal. Tedavi olduğu Sofya’dan Türkiye’ye getiriliyor. 5 Haziran’da Bulgar Yazarlar Birliği’nde Orhan Kemal için bir tören düzenleniyor. Ardından özel bir araçla yola çıkıyor. Kapıkule Sınır Kapısı’nda arkadaşları tarafından karşılanıyor Orhan Kemal. 

“Saat 11.30’da cenaze arabası sınırdan içeri girer. Uzun bir araba konvoyu onu izlemektedir. Edirne’den Babaeski’ye gelindiğinde, asfaltın dönemecinde bir işçi arabaya yaklaşır. Elindeki çiçek demetini uzatır. Demetin üzerindeki bantta şunlar yazılıdır :

“Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliriz.” 

2005 yılında yaptığımız “Akıntıya Karşı Orhan Kemal: Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı belgeselde Uğur Polat’ın kadife sesinden dinlediğimiz bu bölüm her duyduğumda yeniden yeniden tüylerimi diken diken etmiştir. Bu kısacık ân, Orhan Kemal yapıtlarının taçlandığı son bir “Orhan Kemal bakışı” gibidir. 

Oysa edebiyatımızda o bakış başka bir anlama gelmektedir: “Orhan Kemal, insanlara hep umutla, hep iyimserlikle bakar. Türk romanında “bir Orhan Kemal bakışı” vardır. O, her insanda, her şeye rağmen aydınlık bir yan, temiz, insani bir yan bulunabileceğine inanır. Bunu eserlerinde gösterirken, anlattığı toplumsal, ekonomik şartlara kimi zaman boş verdiği bile olur. Oysa Bereketli Topraklar Üzerinde, severek, kahrolarak baktığı belli olan insanları, hoşgörüyle ama olduğu gibi gösterir.” der Fethi Naci “50 Türk Romanı”nda.

İşte, severek baktığı o insanlardır, hatırası önünde saygıyla eğilenler. Orhan Kemal’in cenaze arabasının yolunu kesen ve alçakgönüllüce iliştiriverdikleri eğri büğrü bir yazıyla yazılmış alabildiğine içten bir sözdür o. Aynı işçiler hepi topu on gün sonra 15-16 Haziran’da “Biz buradayız.” diyeceklerdir. Keşke yaşasaydı da görseydi, diye hayıflandığım. 

Laf lafı, laf tütün kesesini mi açıyor, demiştik. Orhan Kemal’in sesini de duyuralım sana ey okuyucu. Bu kez Bursa Cezaevi’ne 1940’a gidiyoruz. Sarı sıcaktan insanın içini titreten Bursa kışına, soğuğuna gidelim.  Plağın  cızırtılı, çıtırtılı sesi, yine de içimizi ısıtsın. Bu kez de zaman işte o ânda dursun. Türkiye Tarih Sosyal Araştırma Vakfı’nın arşivinden, Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’le karşılaşmasını anlatıyor. Nasıl güzel anlatıyor… Aşağıda, dinlemeden geçmeyin, derim.

https://www.tustav.org/gorsel-isitsel/orhan-kemal-nazim-hikmet-ile-tani…