Bugünkü TKP’nin örgüte tanıdığı önceliğin ayırt edici yanı, karanlığa karşı yalıtık bir sığınak arayışı değil devrimci kalkışma hazırlığını amaçlamasıdır.

Örgütlenmek

TKP’nin belirli bir mesafeden bakıldığında içi boş sanılabilen, ama sol siyasette dokunulmazlığı olduğu için alaya alınmayan bir ezberi vardı; hâlâ da var: Örgütlenmek… 

Solda örgüt düşüncesinin dokunulmazlığı vardır. Tersinden, örgütlenmeyi hor görmekle sınıf siyasetinin terki birbirine eşlik eder. Komünizmin siyaseti işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü gücünü birinci sıraya yazarken, her tür sapma “o işler öyle olmuyor”cudur aslında. Komünizmde “büyük siyaset” devrim arayışına endekslidir; başkalarında ilkesiz pratikler böyle gerekçelendirilir. Köprüyü geçene kadar AKP eskilerine muhalif, şeriatçı artıklarına demokrat, milliyetçilere antiemperyalist denecektir!

Son zamanlarda solda örgütlenme çağrılarının artması son derece hayırlı bir gelişme. Örgüt nosyonunun siyasette tuttuğu yerin genişlemesi, kendi başına siyasetin de devrimcileşmesini sağlamaz elbette, ama örgüt dinamiğinin güç kazanması devrimci siyasetin tutunacağı zemini sular. Hele, kitlelerin sokaklara çıkmak, iktidarı fethetmek, eylemden eyleme koşmak gibi bir yönelimde olmadıkları gericilik zamanlarında…

Türkiye tam anlamıyla bir gericilik zamanında mı? Eğer öyleyse bile, bu hem dünyada hem bizde miadını doldurmuş bir gericilik çağı. Reel sosyalizm döneminde emekçilerin ulaştığı toplumsal kazanımları durdurdular, sosyalist devletleri yıktılar, sendika kurumunu ele geçirdiler, metalaşmanın önünü sonuna kadar açtılar… ve ne kâr oranlarının yeniden düşmesini, yani krizi önleyebildiler, ne toplumsal mücadelelere son verip tarihi durdurabildiler. 

Zaten olamazdı, ama 21. yüzyılın başlarından beri, kabaca 15 yıldır emperyalist sistemin gericilik evresinde miyiz, yoksa soluduğumuz bir devrim dalgasının esintisi midir, tartışmalı hale geldi. Kitleler karanlıkta göz gözü görmediğinden değil, ama bütün eklemleri pas tuttuğu ve akılları dağıtıldığı için çok hareketli değiller… Örgütlenme pas çözücüdür.

Örgüt her eve lazım. Karşıdevrim olanca karanlığıyla sürerken büzüşen insanlık örgütün korumasına ihtiyaç duyar. “Örgüt” mücadelenin hızlanabileceği günlere kadar insanlığın sığınağıdır. Devrimin esintisi hissedildiği zamansa örgüt toplumsal mücadeleye yayılır. Mücadelenin içindeki örgüt dinamiği ne kadar sağlamsa, sağlıklıysa köklü bir ileri sıçrayış o kadar mümkün hale gelecektir.

20. yüzyıl başında Rus Devrimi’nin olağan bir evrimin mi sonucu olduğu yoksa tarihin aşırı zorlanmasına mı dayandığı çok tartışıldı. Toplumsal dinamikler gözle görülür, elle tutulur. Örgütsel dinamikler, göreli olarak gölgede hareket eder. Uzaktan bakıldığında bile ilki analiz edilmek, anlaşılmak ve anlatılmak için bayağı veri sunar. Örgütsel dinamikler öyle değildir... 1917’nin çoğu gözlemci ve yorumcusu yaşananları, esas olarak toplumsal boyutları itibariyle ele alıp arızi bir tuhaflık saymışlar, hatta normal olanı bozan örgütü ayıplamaya kadar işi vardırmışlardı. Oysa nesnel gelişimin devrimci sıçramaya dönüştüğü yerde insanlığın ilerlemesi için, örgütlü öncülük zorunludur. Bu varsa Rusya gibi çetrefilli bir nesnellikten devrim çıkabilir; eğer yoksa Batı Avrupa gibi olgun bir nesnellik batağa saplanıverir.

Türkiye daha yolun bu merhalesinden uzak. Ama bugünkü TKP’nin örgüte tanıdığı önceliğin ayırt edici yanı, karanlığa karşı yalıtık bir sığınak arayışı değil devrimci kalkışma hazırlığını amaçlamasıdır. Solda bugünkü örgütlenme çağrılarının da aynı doğrultuya akmalarını dilemek durumundayız.

Ama her ne ise, düzenin itirafçılara ve mazeretçilere bölünmekte olduğu günlerde örgüt dinamiği ileri çekecektir. 
Bakın Sağlık Bakanı bizim bir yılı aşkın zamandır söylediğimizi itiraf etmekte, gerçek pandemi kayıplarını bilmediklerini, hastalığın ve tedavilerin etkilerini araştırmadıklarını itiraf etti. Bir iktidar yazıcısı daha, bütün sağcıları çok derin üzüntülere gark edecek haberler beklendiğini, yani pisliğin temeli de bacayı da sardığını itiraf etti. Bir başkası OHAL’in bir şarlatanlıktan ibaret olduğunu, binlerce kişi hakkındaki kararları keyiflerince değiştirirken hukuk yolunun koca bir yalan olduğunu itiraf etti. Hükümet son olarak İsrail temsilciliğini Kudüs’e taşıyan Honduras’ı “kınamakla” Neo-Osmanlı’nın ne tür devletleri dişine göre bulduğunu itiraf etti. Mafyatik yolsuzluk gündemini yok saymaktan başka bir talimat veremeyen Reis elinden bir şey gelmediğini itiraf etti… 

Bugün henüz şafağın sökmediği koşullarda bu itirafların toplumsal duyarlılık barikatlarına çarpmasına güvenemeyiz. İtirafçılardan hesap sormak için örgütlü takip gerekiyor.

Hele mazeretçiliğin, kötünün iyisi bir umut yolu olarak görülmemesi için illaki örgüte ihtiyaç var. Yalnızca örgüt belleği, zamanında sosyal-demokrat Hikmet Çetin’in Afganistan’da ne aradığını sorabilir. Ancak örgüt yüreği kulaklıkla müzik dinleme tavsiyesine kulak asmaz. Provokasyon korkutmasının karşısına alternatif olarak “güvenliği alınmış eylemi” koymak için örgüt disiplini gerekir. Örgütlü güç bir yandan işçi ve kadın katliamlarından veya koronadan ölenlerimizi sayarken seçimi bekleme çaresizliğine teslim olmaz. Örgütlü siyaset, kötülüğün mazur gösterilmesinin ötesine, iyiliğe yönelebilir. Ancak örgütün tarih bilinci karanlıkta uyanmanın sehere hazır olmak anlamına geldiğini kavrar. 

Bizi örgütlenmek kurtarır!