Milliyetçilik-tarikat-mafya-sermaye havuzu içinde, düzenin siyaseti içinde oradan buradan değil, devrimden söz edenler; sömürenlere karşı uzlaşmaz mücadele içinde olanlar, emekçiler yazıyor tarihi.

Oradan buradan değil, devrimden…

“Çocuk, Buğu, Bir de Biz”… Asaf’ın (Güven Aksel) bir solukta okuduğum son kitabı (Yazılama Yayınevi, 2021).  Mesut Odman her zamanki ustalığıyla yazdı köşesinde “anımsamalar”ı.  

Aynı mücadele dünyasının başka insanlarını, siyasi faaliyet hakkı sınırlandırılan kamu görevlileri içindeki kahramanları yazmak istemişimdir hep. Kurguladım durdum ara ara, o kadar. Asaf’ı okurken de zihnimde yazma denemesi yaptım. Yaptım da kağıda dökülür mü bilemiyorum.

Bizim kuşak desem mi bilmem ama birkaç kuşak var ki görevlerinin ve toplumsal sorumluluklarının etkisiyle kendilerini anlatmayı da kendilerinden söz etmeyi de pek sevmezler. Ben de sevmiyorum ama derdimi daha iyi anlatabilirim diye sevmediğimi yapacağım. 1973 yılında kamu görevine başladım. Sosyalist devrimin örgütlü mücadelesine 1970’lerin son çeyreğinde başladığımda bir anayasal denetim kurumundaydım. Araya sıkışan altı yıla yakın başbakanlık danışmanlığı deneyiminden sonra son on üç yılımı bir başka anayasal denetim kurumunda geçirdim. 2009’da benimle çalışmak istemediğini söyleyen kurum başkanına otuzaltı yıllık kamu görevimi sonlandıracak emeklilik dilekçemi sunduğumda, “Partim” ile doğrudan buluşma yolum da açıldı. 

Genç yoldaşlarımla tanıştığımda soru hep geldi, gelmeye de devam ediyor: “Nasıl?” Merak edilen şuydu; kamu görevini, hem de özellikli alanlarda sürdürürken nasıl sosyalizm mücadelesi verilir, nasıl komünist olunur, komünist kalınır. Evet, zor; ama devrimci teoriyi, eğitimi, ahlakı ve disiplini özümsediyseniz, mücadeleyi ve koşullarını biliyorsanız hiç de zor değil. 

Böyle örneklerle dolu yüzlerce, binlerce, -haydi genel adıyla söyleyelim- bürokrat var; devrimci ahlak ile meslek ahlakını buluşturup ikisini de yükseklere taşıyan, hiyerarşinin altından üstüne kadar birçok kademede hayli çok kamu görevlisi var tarih içinde. 

Asaf’ın deyişiyle; “Anlatmaya yelteniyor, en fazla sezdirebiliyor, arşivleştiriyor, bir nebze belgeleştiriyor, ama bugünün koşullarında, o insanların algılanması açısından çaresiz kalıyorsunuz. Hele o kahrolası nostalji küçültücülüğü! Hele o kenara çekilenlerin çirkin ‘hey gidi’ciliği!”

“O insanlar” da yazılmalı anımsayanların kaleminden…

Mesut Odman’ın sıklıkla başvurduğum deyişiyle “demokratlığı en üstün mertebe sanan” solcular arasında onlardan da var, bu yanılsamaya düşmeyenler de var.

Geçenlerde, Parti üye formunu dolduranlar arasında olan bir eski kamu görevlisi yoldaşımızın, bir dönem birlikte çalıştığı eski bir kamu görevlisinin de Partili olduğunu duyunca, “O zaman birkaç kez form doldurabilirim” demesiyse devrimin özündeki inancın, kararlılığın, yoldaşlığın heyecanını, kaybolmamayı, devrim ailesinin gücünü gösterir. 

Aynı mücadele dünyasının başka insanları dediğim gerçek kahramanlar o kadar çok ki… 

Asaf’ın kalemi gibi olmasa da belki yazanlar olacak, belki de yazılamayacak o mücadele insanları. Kimileri “bilmemkaç numaralı bildiride adı geçen çocuklar” olarak; kimileri kıyıma uğrayanlar, hukuk denilen kılıfın satırlarında kamu görevlerinden koparılanlar, yargıda adaleti bulamayanlar olarak kalacak… Kimileri de anımsadıkça boğazımızın düğümlendiği cinayet kurbanları olacak. Kimilerini kıyıda köşede kaybedeceğiz, kimilerini dostlardan soracağız; kimilerini geçim derdinde, kimilerini 1 Mayıs'tan 1 Mayıs'a göreceğiz.

Bir şey var ki bir yandan buruk bir anımsamaya dönüşüyor, bir yandan da “Ama yaşıyorlar ve aramızda olacaklar bu sömürücü düzenden kurtulmak için” heyecanını canlandırıyor. 

Genel örnekle özetlersek bir yanda 12 Eylül, Yenikapı, milliyetçilik, dinsellik, seçim ve sandık ruhuna kapılıp burjuva demokrasisine bile uymayacak şekilde düzen içinde kaybolmalar, diğer yanda “meslekten devrimciler”. Birinciler silinip gidiyor ve giderken de sömürünün katmerleşmesine öyle ya da böyle destek veriyor, ikinciler insanlığın sınıfsız ve sömürüsüz dünyada insanlığını yaşaması için mücadeleye katılıyor.  

Milliyetçilik-tarikat-mafya-sermaye havuzu içinde, düzenin siyaseti içinde oradan buradan değil, seçim ve demokrasi yanılsamasından değil, devrimden söz edenler; söz etmekle kalmayıp devrime kilitlenip örgütlenenler, sömürülenler, ezilenler, sömürenlere karşı uzlaşmaz mücadele içinde olanlar, emekçiler yazıyor tarihi. Ve bu tarihi yazanlar eksiksiz, amasız, ödünsüz “kardeşçe-yoldaşça güven duygusu”nun devrimci ailesini oluşturuyor. 

Bu bir ayrımcılık ya da kin ve nefret değil, ayrımcılığı ve eşitsizliği kaynaklandığı sınıftan kurtarıp hukukun soyut satırlarından çıkararak yok etme mücadelesi ve sorumluluğudur.             

Ne diyor Asaf’ın kahramanlarından Haydar: “Ben sevdalandım oğlum devrime, devrimcilere…”

Selam olsun devrime ve devrimcilere, onlara sevdalananlara. Neler ve kimler silinirse silinsin onlar kalacak ama onların kalmaları ve amaçlarının gerçeklemesi için devrimci inanç ve mücadelenin yaşaması, yaşatılması ve yükseltilmesi gerekiyor. Örgütlü güç gerekiyor. Örgütlü güç içinde gerçek kahramanların da yerini alması gerekiyor.