Kapitalizmin özünde sömürü var ve bunalıma girdikçe toparlamaya giriştiği demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilişkilerini kendi ekonomi politiğiyle belirliyor.

Ondokuz yılın hesabı yeter mi?

ABD'li ilaç şirketi Pfizer’in Covid-19'a karşı geliştirdiği aşı satışından elde edilecek 2021 yılı gelir beklentisini 36 milyar dolara yükselttiği haberini soL’da okuyunca aşıda patent tartışmalarını ve aynı ülkenin “aşıda patenti kaldırabiliriz” açıklamalarını anımsayanlar,  Ziya Paşa'nın "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözlerini de anımsayacaktır.

Kapitalizmin özünde sömürü var ve bunalıma girdikçe toparlamaya giriştiği demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilişkilerini kendi ekonomi politiğiyle belirliyor. İktidarı ve muhalefetiyle siyaset bu ekonomi politikte tutuluyor.

Neoliberal politikalar da gösterdi ki hem bu politikalara uygun kurumsallaştırma ve kurallaştırma hem de kurumsuzlaştırma ve kuralsızlaştırma döneme, mekana ve ihtiyaca göre dönüşümlü olarak ya da eş zamanlı kullanılıyor. 12 Mart 1971, 24 Ocak 1980, 12 Eylül 1980 ve sonrası, 2002’den bu yana aynı koltuğa oturan 19 yıllık AKP dönemi bu durumun dışında değil.   

Sömürü ilişkilerinin hukukun ve yargının içinde olduğu denetim mekanizmaları da ekonomi politiğin dışında, üstünde değil. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti ama bıkmadan söylemeye devam: üst yapı araçları olan anayasanın içinde birkaç maddeyle, hukukun içinde birkaç yasayla, yasaların içinde birkaç maddeyle, yargının içinde birkaç kararla oyalanıp oralardan olumluluk çıkararak “hukukun üstünlüğü” büyüsüne kapılarak derin “oohhh”lar çekmek sömürücüleri hizaya getirmek yanılsamasından başka bir şey değil. AKP-MHP ortaklığı çatırdıyor diyerek, TÜSİAD’den medet umarak, kapitalist düzen ve ilişkileri konusunda duraksama göstermeden yola devam diyen düzen içi muhalefet ittifaklarına bel bağlayarak sırf siyasi iktidardan kurtulma hedefiyle halkı kandırmak sömürü düzenine hizmet ediyor.

Düzen içi muhalefeti iktidarlaştırıp düzeni kesintisiz, sıkıntısız sürdürme hedefiyle kapitalizme ve emperyalist bağımlılığa sıkıca sarılma dışında ne yapılıyor? Emekçi halk için, gerçek eşitlik, özgürlük, adalet ve bağımsızlık için, gerçek halk yönetimi için ne yapılıyor? Çözüm altılı ittifakta mı, seçimde mi? Altılı ganyan tutturuldu diye sömürünün ortadan kalktığı nerede görülmüş?

AKP dönemi yalnızca sapmalar, zaaflar, hukuksuzluklar, kuralsızlaştırmalar, keyfilikler, yolsuzluklar, yağma, mafyalaşma, tarikat ve cemaat ortaklıkları, çıkar ilişkileri, dinsellik, gericilik, fırsatçılık değil ki… AKP, sermayeye sınırsız hizmetin, sermayenin emekçiler üzerindeki sınırsız tahakkümünün, sömürü düzeninin iktidarı. “Üflesen düşecek” halinde bile, beşinci yargı paketiyle, anayasa ve seçim hukuku oyunlarıyla, tezkerelerle 2023’e yol alıyor.

Birileri de sanki tüm sorunlar, sıkıntılar başkanlı rejim dönemindeymiş gibi Anayasa Mahkemesi’nin başkanlı rejimi iptal edeceğinden dem vuruyor. Başkanlı rejim Anayasa’yla düzenlendi ve Anayasa değişiklikleri yalnızca şekil bakımından denetlenebiliyor. O tren de 2017’de binilmeden kalktı, düzen içi muhalefet on günlük süresi içinde anayasal denetim için başvurmadı. Eğer dem vurdukları başkanlık rejimine ilişkin uyum KHK’leri ve CBK’leriyse bu mevzuattaki denetimler de Anayasaya uygunluk-aykırılık üzerine kurulur. Anayasa altındaki mevzuatta ortaya çıkacak iptaller de başkanlı rejimi ortadan kaldırmaz. Nitekim AYM’nin kimi CBK kurallarını, örneğin kanunla düzenlenmesi gerektiği halde CBK’yle düzenlenenleri kısmi iptal ettiğini biliyoruz ama başkanlı rejim sürüyor.        

Siyasal iktidar düzeni hizaya getirmede bir aracı. Siyasal iktidarı hizaya getirense sermaye sınıfı. Hizadan sapmalar olduğunda siyasal iktidardan kurtuluş, düzenden kurtuluş anlamına gelmiyor. 19 yıldır AKP hukukla, kamu yönetimiyle, yasamayla, yargıyla, Sayıştay’la ve diğer tüm toplumsal anayasal denetim düzenekleriyle oynaya oynaya kendi üzerindeki denetimsizliği sağladı. Düzen içi muhalefet de AKP’nin meşruiyetsizliğini hukuksal meşruiyete kavuşturdu. Niceliksel hesaplara sığınmak kurtarmıyor.

AKP gitsin diyorlar da, AKP’li bakanları, başbakanları, başkanı Yüce Divan’a gönderme konusundan söz söylüyorlar mı? Yeni siyasal partileri ve parçalanmış unsurları içine alan bu muhalefetten, yani aynı düzenin farklı siyasetçilerinin aynı siyasette buluşturulduğu muhalefetten nasıl seçenek çıkacak ya da kimler için çıkacak?

Şimdi AKP de ücretleri artırmaktan, temel ihtiyaçların fiyatlarını ve vergiyi düşürmekten söz ediyor. Altılı ittifak da, bir takım biçimsel değişikliklerle birlikte 19 yıldır ortaya çıkan keyfi uygulamaları kaldırmaktan söz ediyor. IMF, DB ve NATO’dan çıkmaktan, özelleştirmeleri durdurup yeniden devletleştirmeden, emperyalist ve kapitalist bağımlılıktan kurtulmaktan, sömürü düzenini değiştirmekten, emekçilerin örgütlü mücadelesinden söz etmiyorlar.   

19 yılın hesabını verecekler arasında yalnızca siyasal iktidar yok, düzen içi muhalefet de var; asıl olarak da sömürücü sınıf var. Bu hesap 12 Eylül’e, 24 Ocak'a, 12 Mart’a, antikomünizm uygulamalarının başlangıcına kadar gider. “Faşist darbenin hesabını verecek olan beş generalden oluşan MGK’dir”, “hukuksuzluğun, çürüme ve çürütme döneminin hesabını verecek olan AKP’dir”  denirse, oralarda durulursa, zulmün, sömürünün, yoksullaştırmanın, işsiz bırakmanın, örgütsüzleştirmelerin, borçlandırmaların, grev ve direnme haklarını engellemenin, şiddetin, baskının, hak ve özgürlük gasplarının, yaşamlara kıymanın gerçek sorumluları hesap vermemiş olur. Savaş suçlularından, doğasıyla ve insanıyla ülkeyi katlederek emperyalizme teslim edenlerden, emek cehennemini yaratanlardan hesap sorulmamış olur.   

Hukukun hangi ilişkilerin ürünü olduğunu saklayarak ya da atlayarak hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini ağızlarda sakız edenlerle başkanlı rejim karşısında güçlendirilmiş parlamenter rejimi savunanlar, üstüne yargı bağımsızlığını taç yapanlar ve iyi kapitalizm destekçileri kimilerince demokrasi dâhisi sayılsalar bile aynı çürümüş düzenin içindeler; önerileri de düzenin içinde. Emekçilerin layık olduğu iyi şeyler, hak ve özgürlükler, yaşam onların düzenlerinde yok.

Dâhilik konusunda Nazım Hikmet’in Halide Edip’e verdiği yanıt anlamlıdır. Halide Edip’in “İçlerinde ‘Taranta Babu’ ve sırf ideoloji propagandası olan parçalar çıkarılırsa ‘Benerji Kendini Niçin Öldürdü’ derecesindeki eserleriyle gençler arasında, hatta bu devirde dâhi sıfatını alabilecekler vardır” sözleri üzerine Nazım, “İdeoloji meselesine güldüm” der ve devam eder: “(…) ben bir dâhi değilim, fakat iyi bir sanatkârım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkârlarınız yoksa ideolojinizin bugün artık iyi sanatkâra muhteva olamıyacak kadar tefessüh etmiş (çürümüş) olmasından gelir”.