Pandemide en azından bir dönem eğitim aldık ya da gözlemledik hepimiz, birkaçını örnek olsun diye yazacağım. Mesela 9 kardeşin en büyüğü olan lise öğrencisi bir genç kadın kardeşlerine bakmaktan sınavına odaklanarak çalışamadı, hayatını belirleyeceğine inandırıldığı sınava dilediği gibi hazırlanamadı. Ya da üniversite öğrencisi evde yemek yetiştirilmesi, anneye ev işlerinde yardım edilmesi telaşından ya derslerine son dakikada yetişti ya da fırsat bulabildiği zaman tekrarını izledi.

Okula Gidemediğimiz Zamanlarda Başımıza Gelenler

Başlarken belirteyim okulların açılması konusunda bilimsel veriler ışığında yargıda bulunacak değilim, öyle bir yetkinliğe hiç sahip değilim. Ancak konu hakkında konuşulurken üzeri biraz buğulu kalmış, üstünden atlanan bir yerdeki görüntüyü netleştirmek istiyorum. Bu sebeple ‘Okula gidemediğimiz zamanlarda başımıza gelenler’ başlığını uygun buldum.

Türkiye’de kapitalist üretim ilişkileri gelişip; hedefleri ve hacmi artarken beraberindeki işçi sınıfını da daha eğitimli hale getirdi. Bu yalnızca Türkiye’de değil, egemen sınıfların kendi mezar kazıcılarını doğurması ile çok yakından ilişkili. Yine yalnızca Türkiye’de değil Dünya’da da varlık gösteren bir olgu; sınıf mücadelesinin gerilemesi ile beraber dinci-gerici ve milliyetçi akımlar yükseliyor, verilen eğitimin niteliği düşüyor, düz dünyacı fikirler kendilerine alan bulabiliyor. Ülkemizdeki yapboza döndürülen eğitim, öğrencileri zorunda bıraktıkları halde yine de dolduramadıkları imam hatipler ve pıtrak gibi çoğalan apartmandan bozma özel okullar eğitim sistemindeki son 20 yıllık dönüşümü tarif etmek için yeterli oluyor.

Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllardan bu yana okuma yazma ve okullaşma oranlarında artış yaşanmıştı. Ancak 4+4+4 sistemi ile beraber TÜİK verilerine göre 2012-2013 döneminde yüzde 97,6 olan ilkokul çağındakilerin net okullaşma oranı, 2018-2019 döneminde 93,3’e geriledi. Gerileyen dönemdeki tahminlere göre kız çocukları eve kapatılırken, erkek çocukları da oto sanayiye gönderildi.

***

Pandemi sürecinde eğitim mart ayından itibaren yüz yüze değil çevrimiçi, internet ortamında gerçekleştirilmeye başlandı. Yeni eğitim öğretim yılı için de henüz netleşmemiş bir tartışma söz konusu. Ara formüller arandığı söyleniyor, belli başlı yaş gruplarını okula alacaklarını söylüyorlar vs. Dertlerinin eğitim vermek olmadığı çok belli olan bu tüccar aklı daha da uzatmaya niyetim yok. Ancak görmemiz gerektiğini düşündüğüm, eğitimin okulda gerçekleştirilmesinin önemi olarak tarif edeceğim birkaç satır başı var.

Bugüne kadar yüz yüze eğitim çok kez yazıldı, yazılan çizilen kısmı daha eğitsel düzeyde olanlarıydı. Yüz yüze eğitimdeki işitsel, dokunsal etkileşimin öneminden ve çevrimiçi eğitimin teknik ve maddi kısıtlılıklarından bahsedildi. Bunlar önemli eksiklikler.

Beraberinde ele alınması gereken bir şey de okulun evden ayrı bir alan olmasının önemi. İlk, orta ve yüksek öğrenim için okul insanın nefes alabileceği alan olarak tarif edilebilir. Sosyalleşilen, çocukların teneffüsünde koşturduğu, ders aralarında dertleşilen bir yer okul. Şimdilerde ders aralarında çocuklar ya bilgisayar başından kalkıp, televizyon başına geçiyor iki koltuk arası kadar mesafede dolanıyor ya da aynı ekran önünde saatlerini, günlerini geçiriyor. Ergenlik dönemindeki gençlerin bu dönemde psikolojik krizleri daha derinden yaşandığını görmemek için üç maymunu oynamak gerekir. Gelişimsel olarak böyle, bağımsızlaşma arayışını aynı evin içine sıkıştıramazsınız.

Bir diğer önemli başlık, okulun kız çocuklarının sırtlarında taşıdıkları yüklerden arınmalarına açılan bir yol olması. Okul tek başına yeterli mi? Elbette değil. Ancak birkaç saatliğine de olsa evde kardeş gürültüsünden uzaklaşmak, kendisi için bir şeyler yapmak, yemeğiydi temizliğiydi bunları öğrenmek gibi ‘görevlerin’ ötelenmesi ve hatta ikinci plana atılması demekti. Şu günlerde ise yeniden başat hale gelmiş vaziyette.

Pandemide en azından bir dönem eğitim aldık ya da gözlemledik hepimiz, birkaçını örnek olsun diye yazacağım. Mesela 9 kardeşin en büyüğü olan lise öğrencisi bir genç kadın kardeşlerine bakmaktan sınavına odaklanarak çalışamadı, hayatını belirleyeceğine inandırıldığı sınava dilediği gibi hazırlanamadı. Ya da üniversite öğrencisi evde yemek yetiştirilmesi, anneye ev işlerinde yardım edilmesi telaşından ya derslerine son dakikada yetişti ya da fırsat bulabildiği zaman tekrarını izledi.

Geleneksel kuralların yaygın ve baskın olduğu, gericiliğin kol gezdiği bir ülkede yaşıyoruz. Şaşılacak şeyler değil ama bizim önemsememiz, mücadele etmenin yollarını aramamız gereken başlıklar bunlar. Kadın erkek eşitliğini, toplum sağlığını düşünüyorsak özel olarak kafa yormamız, bazı şeyleri ısrarla talep etmemiz ya da kendi olanaklarımızı yaratmamız gerekiyor. Evde rahatça telefonla bile konuşamayan genç kadınları evden çıkartmanın yollarını bulmalıyız.

Bir benzeri erkek öğrenciler için de geçerli. Eğitim çevrim içi yapılıyorsa meslek liseli ya da diğerleri fark etmeden öğrencilerin bugünden yeri oto sanayidir, kuaförde, markette, mahallenin bir esnafında çalışmaktır. Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın sayfasından yapılan paylaşımda “Şanlıurfa'da hafta sonu tatilinde ailelerinin yanında tarlada vakit geçiren öğrenciler için EBA Mobil Destek Aracı hizmet veriyor.” yazmışlardı. Herkes biliyor bu çocuklar mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmaya gittiklerinde öncelik ders olmuyor.

Yüzümüzü gülümseten bir fotoğrafla bitirelim, Köy Enstitüleri’nden. Bu köşede gençleri ele alırken enseyi karartmak için değil mücadelenin bazı görünmezde kalan yerlerini aydınlatmaya, dilim döndüğünce ifade etmeye çalışacağım. Aydınlık günler çok uzakta değiller, yalnız değiliz, birlikte hareket edeceğiz ve umudu örgütleyeceğiz. Irmak hali hazırda zaten akıyor, gürül gürül akması umuduyla.