Tarihçi Dr. Oktay Gökdemir'i 14 Şubat Pazar akşamı yitirdik. Değeri bilinmeyen tarihçisini yitiren Buca ve İzmir artık daha yalnız.

Oktay Gökdemir

Tarihçi Dr. Oktay Gökdemir'i 14 Şubat Pazar akşamı yitirdik. Değeri bilinmeyen tarihçisini yitiren Buca ve İzmir artık daha yalnız. 

Oktay 1963 doğumlu genç ve verimli bir akademisyen arkadaşımızdı. Çalışmaları Cumhuriyet tarihi üzerine yoğunlaşıyordu, ama geç Osmanlı dönemi de ilgi alanı içindeydi.  

Oktay Gökdemir'le yollarımız 1992 yılında benim Tariş Genel Müdürlüğü görevime başlamamdan hemen sonra kesişmişti. Bu göreve başlamadan önce kafamdaki olgunlaşmış tek proje Tariş tarihinin bilimsel bir anlayışla yazılması idi. Bu projeyi hemen uygulamaya koyarken o sırada yeni kurulmuş olan Türkiye Tarih Vakfı ile birlikte yola çıktık ve projenin İzmirli tarihçiler üzerinden yürütülmesi konusunda görüş birliğinde olduk. Prof. Dr. Zeki Arıkan'ın proje yöneticiliğini üstlendiği bu çalışmada Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi'nden çok sayıda akademisyen görev aldı. Çoğunluğu tarih bölümlerinden gelen genç akademisyenler arasında Oktay Gökdemir de vardı. Tariş Tarihi Eylül 1993'te 600 sayfalık hacimli bir yapıt olarak yayınlandı. Bu çalışmaya paralel olarak başlattığımız, Prof. Dr. Hüsnü Erkan yönetiminde yürütülen ve Oktay Gökdemir'in gene proje takımı içinde yer aldığı Tarişbank Tarihi de Aralık 1993'te tamamlandı. O zamandan beri bu projelerde görev alan birçok tarihçi dostumuz ile ilişkimiz sürdü. Ama Oktay ile ilişkimiz yakın dostluk düzeyinde kesintisiz bir biçim aldı. Hemen her İzmir'e gidişimde görüşme fırsatı yakaladık. Genellikle de Tariş'ten bir grup eski dostla birlikte (kapanmadan önce) Kemeraltı/Karadeniz veya Basmane/Hayyam meyhanelerinde...

Açık sözlülüğü ve duygusallığı, olaylara fazla hızlı tepki vermesiyle birleşince, Oktay, düzenin yıkılmaz sanılan kalelerine meydan okuyan bir Don Kişot'a dönüşebiliyordu. Siyasetle ve özelde Buca siyasetiyle çok (bana göre fazlasıyla) ilgiliydi. CHP içinde siyaset yapmakla birlikte, sosyalist/devrimci/cumhuriyetçi kimliği ve haksızlıklara karşı öfkesi nedeniyle, Parti politikalarıyla genellikle ters düşmesi kaçınılmaz olmaktaydı. Üniversite içinde de benzer ters düşmeleri sıklıkla yaşadı. AKP saflarından gelerek atanan Dokuz Eylül Üniversitesi rektörünün demokratik teamülleri hiçe sayarak fakülte dekanlarını ve enstitü müdürlerini görevden almasına karşı tek başına direndi, tepki gösterdi. Mücadeleciliğinin sonucu, Üniversiteden uzaklaştırılmak oldu. Hukuki mücadeleden de yılmadı ve bu sırada üniversite mekanını mesken edinerek gene tek başına direnişini sürdürdü. Açtığı davayı geçen yıl sonunda kazandı ama AKP rektörü göreve iadesinde ayak sürüyordu. 

Oktay Gökdemir görüşlerini ve analizlerini internet ve özel olarak Face Book üzerinden yayan bir çizgiyi benimsemişti son zamanlarda. Ama sosyal mecralardaki analizlerinde de tarihçi titizliğini korumaktaydı. Tam da 14 Şubat Sevgililer Günü üzerine bir yazısını Face Book'ta paylaştığı gün kalbine yenik düşecekti. Bu yazını paylaşarak bitiriyorum sevgili Oktay...   

"Aşkın Şehrinde Kız Kulesi

Malum 14 Şubat bugün. İster kapitalizmin tüketim kültürünün bir ikonu isterse kutsallık atfedip "Saint Valentin Day" olarak değerlendirelim, sonuçta sevgiye, aşka dair, gönül gözüyle sevenlere ait bir gün olarak değerlendirilmekte 14 Şubat. Öyle pahalı hediyelerle kutlamamak ve sevginin bir pazarlama nesnesine dönüşmesini engellemek elbette bizim elimizde. Ne bileyim ben sokaktaki çiçekçiden alınmış bir demet çiçek yeter de artar bile bazı şeylerin değerinin anlaşılması için Sevgililer Günü! Sevgiyi paylaşanların, ona emek verenlerin, "sevgi emektir" diyenlerin günü aslında. 'Selvi Boylum Al Yazmalım'daki Asya'nın yürek çırpıntısı, gözlerindeki iki damla yaş ve yüzündeki yaşama sevinci sevgi... O nedenle aşkın bütün geçiciliğine inat, sevgi kalıcıdır. "Her aşk birgün biter" önermesi boşuna söylenmiş değildir... ve efsane olan aşkların ortak teması iki can'ın kavuşamamasıdır. Kavuşamamak onların aşklarını efsane yapmıştır; Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun gibi...

Ve izmir sonsuz aşkların melteminde bir imbat esintisidir. Her yerde kız kuleleri denizin ortasında bulunurken İzmir bu konuda da farklılığını ortaya koymuştur. Zira İzmir'in kız kuleleri şehrin tepelerindedir...ve kız kuleleriyle aşk, sevgi , imkansızlık ve kader denilen hayatın yol haritası arasında organik bir bağ vardır. Bütün Türkiye'de kız kulelerinin hikayesi kavuşamayan sevgililerde düğümlenir; İzmir'in Kız Kulesi ise şehrin en güzel ilçelerinden biri olan Buca'dadır. Dahası sadece Kız Kulesi değil aynı zamanda tam karşısında bir Oğlan Kulesi de bulunmaktadır; ne de  olsa İzmir işte,  kulelerinde bile eşitlik var  anlayacağınız. 1900'lerin başında aslında Papaz Kulesi olarak inşa edilmiş Oğlan Kulesi. Bucalılar uzun süre Koşutepe'deki bu kuleye Papaz Kulesi demişler; zira Buca Protestan Kilisesi'nin rahibi Ashe burada ikamet ediyormuş. Buca Efeler Mahallesi Yörük Ali Efe Parkı'ndaki bu kule zamanında bir yel değirmeni işlevi de görüyormuş. Ama tam karşı tepedeki "Kız Kulesi"ne yani Barış Mahallesi'ndeki Kız Kulesi'ne nazire yaparcasına Oğlan Kulesi olmuş adı. 

Zira şehrin efsanesi içinde Bucalılar kavuşamayan iki sevgiliyi bu iki kuleyle anar olmuşlar. Barış Mahallesi'ndeki "Kız Kulesi" bir Rum beyinin kızı ile alakalı imiş. Efsane bu ya, amansız bir hastalığa yakalanmış güzeller güzeli Eleni. Tabipler babasına havası temiz bir yerde yaşaması gerektiğini söylemişler. O dönemler Buca temiz havası, yemyeşil zeytin ağaçları ve üzüm bağları ile İzmir'in sayfiyesiymiş. Herkes Buca'da ikamet etmek istermiş. Şehrin bütün lövantenleri, yabancı tüccarlar ve müslüman eşraf Buca'da konutlar, köşkler inşa ettirerek Buca'yı kısa zamanda İzmir'in en mamur yerleşim alanlarından biri haline getirmişler. Eleni'nin babası şehrin en tepedeki yerine bu kuleyi inşa ettirerek kızının iyileşmesini beklemiş .Eleni hergün kuleye çıkarak temiz havayı ciğerlerine çekermiş. İşte böyle günlerden birinde aşık oluvermiş Eleni. Yüreği çarpmaya başlamış ama amansız hastalık Eleni'nin sevgilisine kavuşmasını engellemiş. Rivayete göre sevgilisi de tam karşıda Oğlan Kulesi'ni inşa ettirerek Eleni'ye olan sevgisi göstermek istemiş...

Efsaneden gerçeğe döndüğümüzde ise Buca Kız Kulesi varlıklı bir Rum tüccar olan Hacıandonyanadis'e aitmiş aslında. Un tüccarı olan Hacıanyonyanadis'in İzmir'de darağacında bir un fabrikası bile varmış. Konik şekilde inşa edilen ve merdivenlerle çıkılan kulenin  seyir terasından bütün Buca'yı seyretmek mümkünmüş. Nitekim Hacıandonyanadis'in en büyük zevki bu seyir terasında uzo içip demlenmekmiş; adamdaki keyfe bakın hele...

Şimdi Barış Mahallesi'nde çok katlı apartmanların arasında kalmış durumda Kız Kulesi... Avrupa'nın herhangi bir şehrinde olsa turizm destinasyonlarının vazgeçilmez duraklarından biri olurdu. Resmi rakamlara göre 500 bin, gayrı-resmi rakamlara göre 600 bin nüfuslu Buca ve dahi İzmir varlığından bihaber Kız Kulesi'nin... Aşkın şehri İzmir'de bir imkansız aşk masalı aslında Buca Kız Kulesi; yitip gitmemek için zamana direniyor. 

Bu şehir, her sokağında, her meydanında, her mahallesinde size tarihi fısıldar. Şehir tarihtir çünkü; ve anlatılan senin hikayendir aslında... 14 Şubat Sevgililer Günü kutlu olsun..."