'Öfke, zihnimizde olumsuz duygulardan biri olarak yerini alsa da; iyi, geliştirici ve ilerletici olana doğru itici bir güce dönüşebilme potansiyeli taşır. Öfke, acı, kaygı insana içkindir ancak insanın duyguları ile ne yaptığının, düşüncelerinin ve davranışlarının toplumun egemen yapısından bağımsız gelişmesi zordur.'

Öfke bu kez yolunu bulacak mı?

İşçi sınıfından Amerikalı bir kadının sosyal medyada paylaştığı videoyu izlediğim günden beri, yüzü sık sık canlanıyor zihnimde. Acı ve öfkenin birlikteliği böylesine güçlü yansımamıştı uzun zamandır…

Hiç de yabancı bir toplum değiliz oysa bu “olumsuz” duygulara. Acı ve öfke ile yatar, sıkıntıyla uyanır, yine de devam ederiz güne kaldığımız yerden, olması gerektiği gibi…Amerikalı kadının olasılıkla duygularını daha fazla taşıyamadığı bir anda sesini duyurduğu o video, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissettirdiği için çarpıcı.

Hepimizin bildiği gerçekleri bir bir anlatırken, yüzleşme sürecine de tanık oluyoruz sanki. Yalanlarınız insanları öldürüyor ve siz yalan söylemeye devam ediyorsunuz diye isyan ederken “bunca zaman tüm bunlara nasıl katlandık” sorusunu da soruyor kendine. Öfkesini, çoğu zaman olduğundan farklı bir biçimde, gerçek suçlulara yöneltiyor.

Öfke, zihnimizde olumsuz duygulardan biri olarak yerini alsa da; iyi, geliştirici ve ilerletici olana doğru itici bir güce dönüşebilme potansiyeli taşır. Öfke, acı, kaygı insana içkindir ancak insanın duyguları ile ne yaptığının, düşüncelerinin ve davranışlarının toplumun egemen yapısından bağımsız gelişmesi zordur.

İnsanın olumsuz duyguları ile baş etme mekanizmaları, psikoloji alanında da sıklıkla kişiye özgü ele alınır ve öteki temel belirleyenler göz ardı edilir. Kişinin olumsuz duygularını bastırdığı mı yoksa karşı tarafa yansıttığı mı tartışılır durur. Bu tartışma elbette değerlidir ancak tek başına bir yanılsamadan ibarettir.

Geçtiğimiz günlerde bu kez bizden bir haber, başka bir açıdan çarpıcıydı. Korona virüs testi pozitif çıkan bir genç kadın, annesinin “sakın etrafa duyurma, yoksa kimse seninle evlenmez” dediğini anlatıyordu. Kızının evde kalacağı ya da toplum tarafından utandırılacağı korkusu, ölüm korkusunun bile önüne geçebiliyordu.

Din, aile, eğitim sistemi, bilim, siyasetçiler, medya, adalet sistemi kısacası kapitalizmin elindeki her bir kurum el birliği ile “bastırma”mıza yardımcı oluyor. Öfkemiz de içimizde büyüyor, hayal kırıklıklarımız da, suskunluğumuz da…Bize ait sandığımız pek çok düşünce ya da davranış, farkında bile olmadığımız koca bir döngü içinde yeniden ve yeniden üretiliyor. Sundukları yaşama ikna oluyor, ikna oldukça daha fazla yabancılaşıyoruz kendimize ve her şeye.

İş cinayetleri de, piyasacılık ve denetimsizlik yüzünden gerçekleşen kazalar da, yoksulluk da, salgın hastalık da hep “Allah’tan” geliyor. Tanrıya ya da bizim için en iyisini düşünen devlet büyüklerine şükran duygusuyla avunuyoruz. Bir yakınını kaybetmenin verdiği büyük acı elbette gerçek ancak bu duygunun izlediği seyir, kapitalizmin izinde giderek gerçeklikten uzaklaşıyor. Maddi nedenler görünmez oluyor, bilinmeyene atfedilen güç, içimizdeki “olumsuz” tüm duyguları eritiyor ve evet kısmen de olsa huzura eriyoruz.

Kolay değil böylesi güçlü yapılara karşı durmak, hele bir başınaysanız. Ama gün gelir darmadağın olur o yıkılmaz sanılan çatı. Tıpkı, insanı sorgulamamaya, kabulleniciliğe ve dolayısıyla yalancı ve geçici bir huzura erdiren toplumsal yapının çöküşüne tanık olduğumuz bu günler gibi. İşte o zaman, yıkıntıların altında ezilen çoğunluğun sesi, daha güçlü çıkmaya başlar.

“Düşler ülkesi” Amerika’dan bir kadın çıkar ve tüm dünyaya göz göre göre insanların nasıl öldürüldüğünü anlatır. Bir işçinin asla karşılayamayacağı masraflar nedeniyle cenazelerin bile teslim alınamadığını okuruz. Haftalardır maskesiz çalışmaya zorlanan hemşireler hastane önlerinde isyan eder, iş bırakır.

Öfke belki de uzun zamandan sonra ilk kez, yaygın bir biçimde yolunu şaşırmıyor, hedefine doğru akıyor. Ne tanrı, ne sakinleştirici ilaçlar ne de siyasetçilerin ikiyüzlülükleri işe yarıyor.  Geriye bir araya gelmesi kalıyor, bunca yoğun ve aslında ortak duygunun. İşte bu örgütlülüğü başarabildiğinde insanlık, gerçek bir huzur ve aydınlık günler bizi bekliyor.