Üfürükçü Nuri geç vakit ruhunu tanrısına teslim edince civar illerden koştular cenazesine kaldırmak için. O tarihten beri Giresun kırılıyor salgından aman ne önemi var? Katılanlar için cennet garanti.

Ocak’tan üfürükçüye Karadeniz tarihi

1930 yılında Giresun’un Bulancak ilçesinde dünyaya gelmiş. Dedeleri Batum’dan İstanbul’a, oradan Bursa ve Adapazarı bölgesine, sonra da Bulancak’a yerleşmiş. Demek ki Osmanlı-Rus Harbi bakiyesidir, Gürcü kökenli olduğuna işareti sayıyoruz. Bu durumda köklerinde Hıristiyanlık var. Yakın zamanda Bulancak’ta âlâyı vâlâyla gömülen Üfürükçü Nuri sonradan Müslüman olanlarımızdandır.

Bu köken yepyeni bir hikâye yazımı için de uygundur. Hikâyeyi Giresun Müftülüğü yazıyor. Şöyle devam ediyor; “Çocukluk yılları Kuran eğitiminin ve kitap bulmanın zor olduğu yıllarda mücadele içinde geçti. Kur’an eğitimini tamamlamak için dağlara çıktı. Orada kaçak olarak medreselerde hafızlık eğitimini tamamladı, Arapça öğrendi.”

Çok acayip. Türkiye’de Kuran öğrenmek için dağa çıkıldığını öğreniyoruz bu vesileyle. Duyan da sanır ki Giresun dağları Suudi Arabistan’a açılıyor. Halbuki dini açıdan çok tekinsizdir o dağlar. Ne kaçak medrese vardır ne hafızlık okulu. Kızılbaşlığa açılır Giresun dağlarının kapıları. Kuran bulmak, Arapça öğrenmek zordur dağlarda. 

Sonrası Cumhuriyet tarihine daha uygun. Dağdan indikten sonra Samsun’un Terme ilçesinde “Kuran öğreticisi” olarak işe başlamış bizim üfürükçü. Ardından Piraziz’in Güney Köyü ve Bozat beldesinde aynı görevi yapmış. Sonra Bulancak’a Kuran öğreticisi olarak atanmış. Burada 32 yıl görev yaptıktan sonra emekli olmuş. Yani Cumhuriyet bizi köşe bucak kovalarken bizim üfürükçüye görev vermiş, ödüllendirmiş, maaşa bağlamış. Maaşının dağa çıkmanın getirisi olduğunu sanmıyorum. Koronadan ölene kadar sorunsuz sürmüş bir asalak hayattır.

Bir Bulancaklı olarak söyleyeyim, Bulancak’ta “Kuran yasağı” hiç olmadı. Cami yasağı olduğunu da hatırlamıyorum. Ama halkın böyle bir ihtiyacı yoktu yakın zamana kadar. Gidin köylerine bakın, en eski cami 50-60 yıllıktır. Daha eskisi yoktur. Doğru, evlerde Kuran da yoktu. Hz. Ali hikayeleri vardı buna karşılık. Onlarla büyüdük, kitaptır sonuçta, Kuran yerinedir…

***

Bulancak’ın dağ köyleri Çepni kökenlidir. Gülümseyerek yazıyorum, 12 Eylül’den sonra ilk dağa çıkma vakası da orada yaşanmıştır. Kimlik meselesi yüzünden falan değil, yol açsın diye gönderilen iş makinesinin darbe yüzünden geri çağrılması nedeniyle. Köylüler dozeri kaptırmamak için operatörünü rehin alıp dağa çıkmıştı. Neyse ki bu kalkışma arabulucularla falan silah patlamadan halledildi. Üfürükçü Nuri’nin işlerinden değildir.

Dindarlığa gelince, çocukluğumda genç yaşta altı çocuğuyla dul kalmış babaannemin kıldığı namazları hatırlıyorum. Oturarak yapardı ibadetini, belki bacaklarını işlemez hale getirmiş hastalıktan, belki ihtiyaç duymadığından, bilmiyorum. Zavallı kadının tanrıdan başka sığınacak kimsesi yoktu nihayetinde. Yazları “kuran kursu” da olurdu. Yardım niyetine gönderilmiş Amerikan süt tozunu sulandırıp dağıtan köy okulunun üçkağıtçı hademesi verirdi kursu. Öğrettikleri birkaç duadan gayrı adabı muaşeret kurallarından ibaretti. 

Buna karşın kadınların borusunun öttüğü bir hayattı bizimkisi. Erkekler “yan baktın” diye birbirlerine kurşun sıkarlardı ama “kadın meselesi” olmazdı vuruşma gerekçeleri arasında. Fındık hayatın merkezi olmamıştı daha, hayvancılık her şey demekti. Karlar erimeye yüz tuttuğunda yükler dürülür, Bektaş Yaylasına doğru göçe çıkardı hayat. Konar-göçer yaşam biçimi yakın zamana kadar ayaktaydı daha. 

Bir de özellikle kadınlar yoksul evimizi ziyarete gelirlerdi. Yarenlik için değil, yaralarını ve ağrılarını iyileştirmek için. En küçük amcamdan bana geçmişti şifa dağıtıcılığı. Kaya tuzunu dilime şöyle bir sürüp ağrıyan yere tükürmem çözüyordu bütün sorunlarını, öyle diyorlardı. Şifanın sebebi bizim ailenin “ocak” olmasıydı. Tarihe merak sarana kadar öğrenemedim bunun anlamını. 

Ortaokula başlayınca solculuk da başladı haliyle. Gülünç geliyordu insanların kendilerine tükürmem için yalvarması. Liseye başlayınca başımdan savmanın yolunu buldum, gelene “ben diyalektik materyalistim” diyordum. Küfür etmişim gibi bakıyorlardı yüzüme. Tükürükçülükten ve üfürükçülükten öyle kurtuldum. 

***

Giresun’da, daraltayım Bulancak’ta tarikat yoktur. Ona denk düşen Ocak kültürü vardır. Ocak’ın mitolojik arka planı çok zengindir. Ocakta, belirli hastalıklarda "uzman" kişiler vardır, ocaklıdır. Ocaklı aslında bir tür nevzuhur şamandır.

Başka bir anlamı daha var kelimenin. Karadeniz’de her evde ateşi tüken bir ocak vardır. Kışın birleştirici bir mekandır, ateş hiç söndürülmez. Bütün sosyal etkinlikler onun etrafında gerçekleşir. “Ocağı söndürmek” soykırım gibi bir şeydir, büyük suçtur. Türkçede “ısınma, pişirme vb. amaçlarla ateş yakmak için düzenlenmiş yer” anlamındaki ocak kelimesi mecazi olarak soy, boy, kök; dirlik düzenlik anlamlarında da kullanılır o nedenle.

Anlaşılacağı gibi ocak sistemi ateş ve atalar kültü ile bağlantılıdır. Aile ocağı kültü ile ateş kültü birbirinden ayırt edilemez. Kutsaldır haliyle. Su dökülmez, tükürülmez, hava karardıktan sonra kimseye ocaktan ateş ödünç verilmez. Yeni yapılan eve dostluk nişanesi olarak ocak taşı verilir. Ve asıl önemlisi ocak üstüne ant içilir. Ocak yetkesi babadan oğula geçer, yetki sahibi kişilere “ocaklı”, aileye de “ocak” denilir. Temre ocağı, alazlama ocağı, uçuk ocağı, sarılık ocağı, sıtma ocağı, nazar ocağı, baş ocağı, dolama ocağı gibi uzmanlık alanları vardır. “Temrecilikten” emekliyim ben. Fakat gelin görün ki kendi temremi iyileştirmeye başaramadım, hekim hekim dolaşıyorum….

***

Bu kadar ocak lakırdısı ettik madem, üst kimliğini de not edeyim. Karadeniz baştanbaşa “Güvenç Abdal Ocağı”dır. Güvenç Abdal nam kişi Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerindendir. Vaktiyle Gümüşhane’nin Kürtün ilçesi Taşlıca Köyü’ne yerleşerek Karadeniz’e inancını yaymaya çalışmıştır. Bir Çepni şamanıdır özetle. Prof. Dr. Osman Turan hikayelerini şöyle anlatır: "Şarki Karadeniz Bölgesi'ne yaylalardan, geçitlerden ve Harşit Vadisi'nden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade Samsun'dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş; Canik Bölgesine adını veren yerli Hristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur. Türkmenler 1302'de Giresun'a kadar ilerlemiş ve birtakım küçük beylikler kurmuşlardır." İslamiyet bütün bunların üzerine gelmiştir. Devlet inancıdır. Karadeniz’e zorla benimsetilmiştir. Modern üfürükçülüğün temelidir….

***

12 Eylül Cuntası ilçenin üzerinden bir silindir gibi geçmeden önce dağ taş solcu olmuş, üfürükçüler yeryüzünden silinmişti. Köylere kütüphaneler gelmiş, “ecünnü” masallarının yerini ülkenin geleceğine değin hararetli tartışmalar almıştı. Geldiler ve sildiler. Üfürükçü Nuri’nin yükseliş tarihinin başlangıcıdır. 

Kutsarlar, methiyeler düzerler, Cumhuriyete karşı dağa çıkarırlar ama biz biliriz üfürükçülerin kıçlarını kaldıracak halleri yoktur. O güç devletin gücüdür. 

Yalnız bugünün meselesi değildir üfürükçülük. Laiklik henüz tepelenmemişken Karadeniz’in her köyünden bir medyum çıkardı. Laiklik tepelenince medyumlar üfürükçüye dönüştü. O üfürükçülerden cübbesiyle ünlenmiş biri bana dava açtı yıllar önce. Duruşmaya çıkana kadar bütün Giresun’un arkasında olduğunu sanıyordu. Karşısında olan birini görünce şaşırdı. Çok gülüştük duruşmada. 

Laik Cumhuriyet ayaktayken her köyde bir meczup vardı böyle. Yıkılınca hepsi önemli şahsiyet, kanaat önderi katına yükseldi. Esası şarlatanlıktır.

*** 

soL’da haberi var, bizim Üfürükçü Nuri geç vakit ruhunu tanrısına teslim edince civar illerden koştular cenazesine kaldırmak için. O tarihten beri Giresun kırılıyor salgından aman ne önemi var? Katılanlar için cennet garanti. Esası şarlatanlıktır!