İşçi ile patronun aynı gemide olduğu yalanının, emek ile sermayenin ortak çıkarlarda uzlaştığı fantezisinin tarihsel dekoru İmparatorluk ile barışan Cumhuriyettir.

Nutuk neden “soysuz”la başladı?

Milli Mücadele’nin, önderi tarafından anlatılan öyküsü 19 Mayıs 1919 tarihinde başlar. “Genel durum ve görünüm”dür ilk bölümün adı. 1927 yılında altı güne yayılır Nutuk’un okunması. Ve o günlerde Cumhuriyet Halk Partisi kurultayında bulunanlar Mustafa Kemal’in sekiz yıl önce gördüğü manzaranın merkezinde “soysuzlaşan padişah”ın durduğunu anlarlar.

Nutuk’un hemen başında Vahdettin somutluğunda Osmanlı Sarayı’nın yer alması bir rastlantı değildir. Aslında Nutuk’un tamamı, Anadolu’daki ulusal kurtuluş mücadelesinin neden aynı zamanda Osmanlı hanedanlığına karşı mücadele anlamına da geldiğini anlatır. Sayfalar boyunca neden Saray ile işbirliğine gidilmediğini, Atatürk’ün neden Saray’la işbirliği yapılmasını isteyen, Osmanlı’dan kopuştan korkan yol arkadaşlarını dinlemediğini okursunuz. Osmanlı’yı temsil eden İstanbul’a tavır almanın, meydan okumanın neden zamana yayıldığı, Cumhuriyet fikrinin neden alıştıra alıştıra gündeme sokulduğu da Nutuk’ta anlatılanlar arasındadır.

Osmanlı Sarayı işgalcilerle işbirliği yapmıştır. Bunun tartışılacak tarafı yoktur. Ancak Mustafa Kemal’in bir noktadan sonra bu işbirliğinden memnun olduğu, İstanbul’u diğer tarafa doğru ittirmek istediği de gerçektir.

Gerçektir çünkü Osmanlı düzeni ömrünü tamamlamış, köhneleşmiş, çürümüştür.

Mustafa Kemal’in birçok konuda pragmatik olduğu ortadadır lakin Anadolu’ya yeni bir düzen gerektiği düşüncesinde son derece ilkeli ve kararlı durduğu da açıktır.

Bugün hem iktidar hem muhalefet Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki süreklilik/kopuş diyalektiğini ortadan kaldıran ve imparatorluk ile cumhuriyet arasındaki sınırları tamamen belirsizleştiren bir tarih anlayışını topluma dayatıyor. Konu tek başına AKP’nin temsil ettiği yeni-Osmanlıcı zihniyete indirgenemez. Evet, bugün iktidar bir yandan siyasi alanda yenilgiye uğrattığı laikliği toplumsal alanda da geriletmeye çalışıp bir yandan da fetihçi bir dış politikayı canlı tutarken Osmanlı İmparatorluğu’nu bütünüyle meşrulaştırmak durumunda. Ancak bugün siyaset alanında 1923 Cumhuriyeti’nin Osmanlı’ya karşı kurulduğu gerçeğini inkar etmede neredeyse bir mutabakat varsa bunu tek başına yeni-Osmanlıcılıkla açıklamak olanaklı değil.

Düzen siyasetinin bir bütün olarak İmparatorluk ve Cumhuriyetin hemhal olmasını istemesinin kaynağında “kopuş”un her durumda ve ister istemez Türkiye’de devrim fikrini canlı tutması, ona toplumsal meşruiyet sağlaması vardır. İşçi ile patronun aynı gemide olduğu yalanının, emek ile sermayenin ortak çıkarlarda uzlaştığı fantezisinin tarihsel dekoru İmparatorluk ile barışan Cumhuriyettir.

İmparatorluk ile barışan Cumhuriyet yok hükmünde olur.

Bu tarihi inkar değildir, köksüzlük hiç değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bir dinamizme sahip olduğu, tarihsel bir ilerlemeyi temsil ettiği dönemler vardır. Ancak 1918’e gelindiğinde imparatorluklar bir bütün olarak insanlık için ayak bağıdır.

Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’yi aynı zamanda Saray’a (özel olarak Vahdettin değildir buradaki mesele) karşı verdiği gerçeğini unutturmak isteyenler gelişkin bir sınıf aklıyla hareket ediyorlar. Muhalefet partilerinin Osmanlı Hanedanlığından gelen kişilerle teması, imparatorluk yıllarına övgüde AKP ile yarışması bu aklın ürünüdür. İmparatorluk ile Cumhuriyetin içiçe geçirilmesi, bugün kendisi köhneleşmiş bir toplumsal düzenin sigortasıdır.

Ne ki, köhneleşen, zamanını doldurmuş toplumsal düzenlerin kaderinde yıkılmak vardır. Osmanlı yıkıldı, bugünkü sömürü düzeninin Osmanlı’yla kendisini kurtarması mümkün değildir.

Devrim, vadesi dolanın yerine yeni bir hayat kuran büyük toplumsal dönüşümlerdir.

Yüz yıl kadar önce Anadolu’da bir büyük devrime imza atanlara, Mustafa Kemal’e saygıyla…